]]>

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Çözümü Kolay Bir Sorun: Küresel Kıtlık


Özünde fedakarlık, yardımseverlik ve birliktelik bulunan Kuran ahlakının tam olarak yaşanmasıyla dünyada sorunlu bölgeler ya da açlık çeken insanlar kalmayacaktır. Bunun gerçekleşmesinde en etkin rolü üstlenip, dünyaya bu konuda model olacak ülke ise Türkiye'dir.

Dünyamız gerek doğal kaynaklar, gerekse besin kaynakları açısından son derece zengindir. Buna rağmen, geçtiğimiz yüzyıl, dünya tarihine açlıklar, kıtlıklar ve toplu ölümler yüzyılı olarak geçmiştir. Özellikle Asya ve Afrika kıtalarında yüz binlerce insan yiyecek bulamadığı için hayatını kaybetmiş, bir o kadarı da yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştır.

Bugün dünya üzerinde 2 milyar insan açlık sınırının altında yaşıyor. Ancak bu konunun büyük bir alışkanlık meydana getirmesi, Afrika ya da Asya'dan gelen açlık ve kıtlık haberlerinin dinleyenler üzerinde hiçbir etki oluşturmaması, fedakarlık ve paylaşma tavsiyesinde bulunan Kuran ahlakıyla bağdaşmamaktadır.

Kaynak Yetersizliği Değil, Dengeli Dağılımın Sağlanamaması

Yakından incelenecek olursa açlık ve kıtlık gibi sorunların ortaya çıktığı bölgelerin, tarih boyunca dünyanın tarım, hayvancılık ve doğal kaynaklar bakımından en verimli bölgeleri olduğu görülecektir.

Bugün dünyanın pek çok yerinde, yanlış kullanım, yetersiz teknolojiler ve kaynakların israf edilmesi dolayısıyla açlık ve kuraklık sorunları yaşanmaktadır. Teknik problerden daha önemli olan ise dünya üzerindeki zenginliklerin dengeli ve adaletli dağılımının sağlanamamasıdır. Avrupa ve Amerika gibi nüfusun nispeten az olduğu bölgelerde kaynak fazlası yaşanırken, bu ihtiyaçtan fazla kaynaklar yaşamını devam ettirebilecek kadar bile yemek bulamayan bölgelere aktarılamamaktadır. Her ne kadar Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar bu konularda çeşitli girişimlerde bulunsalar da, bu yardımlar yeteri kadar etkin olamamakta, açlıkla mücadele eden insanlar için kesin çözümler ortaya konulmamaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise, bahsettiğimiz kuruluşların uluslararası kamuoyunda ve kendi toplumlarında yeterli desteği bulamamalarıdır. Bir başka deyişle, ilk bakışta teknik bir problem olarak görülen açlık probleminin temelinde ahlak zaafiyeti bencillik ve duyarsızlık yatmaktadır.
Günümüzde dünyamızın geldiği nokta "küreselleşme" kavramıyla ifade edilmektedir. Küreselleşme, mesafelerin ortadan kalktığı, bilginin iletişim teknolojisi vasıtasıyla her yere aktarılabildiği, ulaşımın son derece kolaylaşarak dünyanın bir yerinden diğer bir yerine çok kısa zamanda ulaşılabildiği bir dünya anlamına gelmektedir. Bu sayede artık dünyanın birbirlerinden onbinlerce kilometre uzaklıktaki iki noktasındaki gelişmeler, dakikalarla ifade edilecek bir zamanda duyulabiliyor. (Harun Yahya, Çözüm Kuran Ahlakı)

Sorunları Önceden Belirleme

Bu noktada öncelikle yapılması gereken kaynakların belirlenmesi ve bunların dengeli dağılımının sağlanmasıdır. Bunun için de etkin ve kararlı politikaların kısa ve uzun vadeli uygulanması gerekiyor. Herşeyden önce ulaşılan yüksek teknolojinin fakir ve gelişmemiş bölgelere aktarılması sağlanabilir. Bugüne kadar uygulamada yetersiz kalan uluslararası kuruluşlar da aktif hale geçirilebilirler. Açlık ve kıtlıkla karşı karşıya olan ülkelere yerinde müdahale etmeleri ve uzun vadeli çözümlerle söz konusu ülkelerde kalıcı düzelmeler sağlamaları teşvik edilmelidir. Böyle bir konu ise ancak önceden bilgilendirme ve eğitim ile sağlanabilir. Bu konuda yapılabilecek bir diğer önemli çalışma ise dünya kamuoyunun ilgisini ve duyarlılığını bu tür konulara çekmektir. Zaman zaman ulusal ya da uluslararası basında çıkan çeşitli haberler insanların ilgisini dünyanın bu zorluk içindeki bölgelerine çekmektedir. Fakat birçok insan bu vakaların dönem dönem yaşandığını sanmaktadır. Halbuki Asya'nın ve Afrika'nın birçok bölgesi, açlık ve kıtlıkları, toplu ölümleri, yetersiz eğitim ve sağlık şartlarını, neredeyse bir yüzyıldır yaşamaktadırlar. Gelişen iletişim teknolojisi sayesinde dünyanın ilgisini bu bölgelere çekmek, buralarda sürekli yaşanan sorunları anlatmak artık çok kolaydır. Böyle bir kamuoyu oluşturduktan sonra ise her akıl ve vicdan sahibi insan ihtiyaç içinde olan bu insanlara yardım etmeyi isteyecektir. Yardım kampanyaları kendiliğinden düzenlenecek, kaynak fazlaları bu bölgelere aktarılacaktır.

İnsanların bilmedikleri konulara duyarlı olmaları beklenemez. Bu yüzden yeterli ve sürekli bilgilendirmeyle toplumun bu konulara ilgisi artırılmalıdır.

Çözüm Kuran Ahlakının Yaşanmasındadır

Akıl ve vicdan sahibi Müslüman Türk halkı bu tür konulara duyarsız kalmamakta ve her türlü fedakarlığı büyük bir samimiyetle yapmaktadır. Bugün siyasi yönden Türkiye'nin dünyaya model olduğu çeşitli platformlarda tartışılmakta, bölge politikalarında Türkiye'nin belirleyici rol oynaması istenmektedir. Bu ihtiyaç açlık gibi sorunların çözülmesinde de vardır. Yüzyıla yakın bir zamandır Türk halkının sahip olduğu Kuran ahlakı, Osmanlı zamanında yüzyıllarca, dünyanın en önemli ve kritik bölgelerinin adalet ve barış içinde yönetilmesini sağlamıştır. Günümüzde de özünde fedakarlık, yardımseverlik ve birliktelik bulunan Kuran ahlakının tam olarak yaşanmasıyla dünyada sorunlu bölgeler ya da açlık çeken insanlar kalmayacaktır. Çünkü Kuran ahlakını yaşayan insanlar kendinden önce başkalarını düşünür ve onların rahat etmesi için çalışırlar. Bencil duygularından arındıkları için yaşanan problemlerin üzerine dirayet ve kararlılıkla giderler. Vicdanlarının sesini dinlerler. Çözüm için gerekli hiçbir fedakarlıktan kaçınmazlar. Başka insanların yaşadığı sorunlara duyarsız kalmazlar. Yaptıkları her iyiliğin karşılığını Allah'ın en güzel şekilde vereceğine gönülden iman etmişlerdir. Allah Kuran'da müminlerin bu üstün ahlakını şöyle bildirmiştir:

"Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür." (İnsan Suresi, 8-9)



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Adeile Penguenleri


Adélie penguenleri Antartika’da oldukça ufak sahil adalarında yaşarlar. Kış mevsimini Antartika buzullarını çevreleyen denizlerde geçirirler.

Adélie penguenleri karides benzeri suda yaşayan küçük yaratıklarla, balık ve kalamarla beslenirler. Avlarını bulmak için 175 metre derinliklere kadar dalabilirler ancak genellikle daha sığ sularda (yarısı kadar derinlikte olan) beslenirler.

Diğer penguenler gibi becerikli ve verimli yüzücülerdir. Bir öğle yemeği için yaklaşık 300 kilometre yolu çok rahat katedebilirler.

Bahar çiftleşme döneminde, binlerce penguenden oluşan geniş bir grup olarak Antartikanın kayalıklı sahil kıyısına yerleşirler. Karadayken yuvalarını inşa eder ve bu yuvaları küçük kaya parçalarıyla belirginleştirirler. Penguenlerin paytak yürüyüşüne sahip olsalar bile, yayan olarak uzun mesafeleri yürüyebilirler. Baharın ilk haftalarında, buzullar parçalanmadan once, yuvalarından açık sulara ulaşabilmek için 50 kilometre yürümeleri gerekir.

”Erkek ve dişi Adélie penguenlerini birbirinden ayırt etmek imkansızdır. Dişi yumurtladıktan sonra (bir çift yumurtası vardır) sırayla yumurtaları sıcak tutmak ve korumak için kuluçkaya yatarlar. Eğer gıda bakımından sıkıntı varsa bir çift yavrudan sadece bir tanesi hayatta kalır. 3 hafta sonra ebeveynler yavruları yalnız başlarına bırakabilirler, ancak yavrular yine de güvende olmak için gruplar halinde dolaşırlar ve dinlenirler. Genç Adélie penguenleri dokuz hafta içinde kendi başlarına yüzmeye başlarlar.

Dişi ve erkek penguenlerin dayanışma ve iş bölümü içinde yumurtalarını ve yavrularını en zor koşulları göze alarak korumalarını, yavrularını bir an bile yalnız bırakmamalarını onlara Allah ilham etmektedir. Her canlıyı yoktan var eden, denetleyen, her an gözleyen ve her canlıya davranışını emreden, yerlerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allah'tır. Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle haber vermektedir:
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

25 Mayıs 2011 Çarşamba

İç Organlarımızı Koruyan Sıvılar

Sürtünme kuvvetlerini azaltmak, kaldırma kuvveti oluşturmak, darbelerin etkisini azaltmak, net bir görüş ve denge sağlamak...

Burada sayılan özellikler teknik aletlere değil, bedenimize aittir ve dünyanın en kompleks makinesi olan vücudumuzdaki sıvıların görevlerinden sadece birkaçıdır...

Bu sıvılar nelerdir? Vücudumuzun nerelerinde görev yaparlar? Onların olması yaşamımızı nasıl etkiler? Bu gibi sorulara yanıt ararken unutmamamız gereken en önemli konu, tüm kainatın olduğu gibi, vücudumuzdaki bu sıvıların da, Yüce Rabbimiz'in ilhamı ile hareket ettikleri ve her an O'nun kontrolünde olduklarıdır.

İç organlarımız vücudumuzun günlük hareketlerine de paralel olarak sürekli salınım halindedir. Bu salınma sonucunda organlar arasında meydana gelen sürtünme, iç organları tehdit eden önemli bir unsurdur. Bu koşullarda birbirine sürekli olarak sürten organlarımızda zedelenmeler, hatta vücuda zarar verecek ölümcül yaralar oluşması beklenir. Ancak, herşeyi eksiksiz yaratan Yüce Rabbimiz, iç organlarımızı, korunacakları kaygan barınaklar içinde yaratmıştır. Bu kayganlığı sağlayan ise hayat kurtaran sıvılardır. Yüce Rabbimiz Kuran’da herşeyi eksiksiz olarak yarattığını şöyle haber verir:

"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi, 3-4)

İşte hayatımızı kurtaran bu sıvıların birkaçı...
Akciğer Akciğeri çevreleyen iki zar bulunmaktadır. Bu iki zar arasındaki sıvıya pleura sıvısı adı verilir. 5-15 ml.'lik hacme sahip olan bu sıvı, nefes alıp verirken sürtünmeyi azaltır.
Karın Bölgesi İç organlarda bulunan başka bir sıvı ise karın zarları arasında bulunan periton sıvısıdır. Bu sıvı da kalp ve akciğer sıvıları gibi kaygan bir sıvıdır. 2 m2'lik alana sahip olan periton zarlarında bulunan bu sıvının hacmi 100 cm3'ten azdır. Karın zarının sıvıları emme özelliğinden dolayı burada bulunan sıvının 100 cm3'ten fazlası emilir, böylece karın bölgesindeki iç organlar sürekli nemli tutulur.
Kalp Önemli bir işleve sahip olan kalp zarları arasında ise perikard sıvısı adı verilen bir sıvı bulunur. Yetişkinlerde bu sıvının miktarı 50 ml civarındadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur; kalp zarlarının alanı, akciğer zarları alanından küçük olmasına rağmen bulundurduğu sıvı miktarı 3 kat daha fazladır. Bunun sebebi, kalbin, akciğerden 5 kat daha fazla çalışmasıdır. Kalp atım sayısı dakikada 72 olan bir insanda solunum dakikada ortalama 13-14 kez gerçekleşir. Burada bolca bulunan sıvı, kalbin kasılma sırasındaki kayganlığı artırır ve kalbin yoğun hareketinden doğabilecek sürtünmeyi önler. Eğer bu sıvı olmasaydı, kalp kaslarına etki eden sürtünme kuvvetinden dolayı kas dokusunda hipertrofi adı verilen rahatsızlık gerçekleşecek ve kalp, işlevini yerine getiremeyerek duracaktı.
Beyin Hayat kurtaran sıvılardan bir diğeri de beyinde yer alır. Bu sıvı, ortalama 1400 g ağırlığındaki beyin ile kafatasının arasında yer almaktadır. Beynin üzerinde kafatası kemiğini içeriden, beyni ise dışarıdan sararak koruyan 3 zar bulunur. Bunlardan dıştaki iki zar arasında, 145-150 ml kadar beyin omurilik sıvısı vardır. Çok ilginçtir ki, beyin kafatasından dışarıya çıkarılıp tartıldığı zaman 1400 g gelirken, bu sıvı içerisinde iken kaldırma kuvvetinden dolayı 50 g gelmektedir. Bazı rahatsızlıklarda, örneğin, bu sıvının azaldığı durumlarda, beynin kafatasına yaptığı baskı sonucunda şiddetli baş ağrıları meydana gelmektedir. Aynı zamanda bu sıvı başa herhangi bir darbe geldiğinde, darbeye karşı azaltıcı etki yaparak hayat kurtarmaya vesile olmaktadır.

Şüphesiz her insan, vücudu içindeki sistemlerde var olan düzeni fark ettiğinde; Yüce Allah'ın kusursuz yaratışının mükemmelliğini bir defa daha görmüş olur. Bu gerçeği Rabbimiz Kuran'da şöyle bildirmiştir:
"Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir." (Enam Suresi, 102)
Duyu Organlarını Saran Sıvılar

İç organlarımızda olduğu gibi duyu organlarımızda da hayati öneme sahip olan bu tür sıvılardan bulunur. Yüce Rabbimiz bir Kuran ayetinde kusursuz biçimde yarattığı bu duyu organlarına şöyle dikkat çeker:

"Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık." (İnsan Suresi, 2)

Göz Boşluğu İris ve mercek olarak iki bölüme ayrılmış olan göz küresi boşluğunun her bir bölümünde farklı yapıda sıvılar yer alır. Önde bulunan sıvı kamera sıvısı adını alırken, arkadaki ise göz küresi sıvısı olarak bilinir. Göz küresi hacminin 2/3'ünü kaplayan göz küresi sıvısının görevi gözü dolgun tutmaktır. Yaklaşık 24 ml olan bu sıvı, pelte kıvamında berrak bir sıvıdır. Eğer bu sıvı, eklemleri kayganlaştırarak hareket etmemize olanak tanıyan eklem sıvıları gibi sarı renkli olsaydı, etrafımızı adeta sarıya boyanmış gibi görecektik. Bu nedenle bu sıvının saydam olması, Yüce Rabbimiz'in yaratışındaki benzersiz örneklerden bir tanesidir.

Göz küresi sıvısı gibi, kamera sıvısı da 0,125 ml. hacminde renksiz berrak bir sıvıdır. Bu sıvı göz içinde ileri geri sürekli dolaşır. Görmeyi kolaylaştıran bu sıvı, iris denilen ve göze rengini veren tabaka içerisindeki bezlerde üretilir. Bu sıvının da diğer sıvılar gibi, çok hayati bir görevi vardır; gözdeki merceğin ön ve arka bölümünde yer almasıyla kırılmayı dörtte bir oranında azaltarak görüntünün normal boyutlarda algılanabilmesini sağlar. Bu sıvı olmasaydı, ya cisimleri normal boyutundan çok daha büyük görecek ya da yazıları dahi okumakta güçlük çekecek kadar gerçek dışı bir derinlik hissine sahip olacaktık.

Kulak Birçoğumuzun bildiği gibi; kulak işitmenin yanı sıra bir denge organıdır. İç kulağın görev aldığı dengenin sağlanmasında, vücudun ve başın konumunun belirlenmesi oldukça büyük önem taşır. Vestibüler sıvı olarak adlandırılan kulak dolambaç sıvısı; kıvamı koyu, yapışkan, bu nedenle akışı yavaş olan bir sıvıdır. Konuma göre dengeyi sağlama görevini, kas, sinir, beyincik ve beyin gibi organlarla koordineli olarak sağlar. Sıvının yapışkanlığının yüksek olması, otururken veya ayakta iken konumumuz değişince meydana gelecek akışın yavaş olması içindir. Eğer bu, yapışkanlığı düşük bir sıvı olsaydı en ufak bir hareketimizde bile sinirlerimiz uyarılacak ve baş dönmesi yaşayacaktık.
İnsan Vücudu Eksiksiz Donatılmış Yaşayan Bir Makinedir

Her insan kendi vücudu ve yaratılışı hakkında detaylı bilgi edinerek Allah'ın üstün sanatını ve ilmini daha derin kavrayabilir. Rabbimiz insanı tek bir hücreden çoğaltıp farklılaştırarak kemikleri, kasları, organları, gözleri, el ve ayakları, bunlardaki kompleks sistemleri yaratır. Daha sonra anne karnından ayrılan bebeğin görmesini, konuşmasını, yürümesini, gülmesini, ağlamasını ve çeşitli duygulara sahip olmasını ilham eder.

Günümüzdeki araştırma teknikleri sayesinde insan vücudunun sahip olduğu bu donanım ve organizasyon çok daha detaylı bir biçimde incelenmektedir. Yapılan incelemeler ve yeni bulgular vücudumuzun işleyişinin mucizevi özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. İşte tüm kusursuz donanımlar gibi, hayatımızı kurtaran sıvılar da Yüce Allah'ın yaratma sanatındaki detayların ve üstün aklının bir sonucudur. Varlığındaki bu yaratılış mucizeleri hakkında detaylı bilgi sahibi olan ve düşünen, vicdanlı her insan Yüce Allah'ın bu açık delilleri karşısında kesin bir bilgiyle iman eder, O'nun üstün sıfatlarını tanır ve Allah'a daha çok yakınlaşır. Müminlerin yaratılış delilleri karşısında ettikleri dua, Kuran’da şöyle haber verilmiştir:
"… Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru" (Al-i İmran Suresi, 191)

Vucudumuzdaki Basınç Dengesi

Vücudumuzda iki önemli ve büyük boşluk, göğüs kafesi boşluğu ve karın boşluğudur. Bunlar birbirinden diyafram zarı ile ayrılmıştır. Göğüs kafesi boşluğumuzdaki basınç dışımızdaki atmosfer basıncından daha azdır ve negatif değere sahiptir. (-2mmHg). Bu negatif basınç sayesinde ciğerlerimize hava dolması kolaylaşmaktadır. Karın boşluğunda ise atmosfer basıncından daha büyük değerde pozitif bir basınç vardır. İç organlarımız karın boşluğunda oldukça zayıf bağlarla tutturulmuştur. Karın boşluğundaki basıncın dış basınçtan büyük ve pozitif değerde olması organları destekleyen çok önemli bir detaydır. Pozitif basınç karın kaslarının kasılmasını sağlayarak organların sarkmasını engeller. Aralarında incecik bir zarla ayrılan bu iki boşluğun farklı ve tam olması gereken oranda basınç değerlerine sahip olması Yüce Allah'ın üstün bir ilimle yarattığı, yaratılış delillerinden bir tanesidir.




sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

İçeceği Su Ağzına Gelen Böcek: Stenocara


Çölde yaşayan bir canlı için en büyük sorunlardan biri ne olabilir? Elbette su ihtiyacını karşılamak...Ne var ki Namib çölünde yaşayan stenocara böceği için bu durum pek de sorun oluşturmuyor. Böceğin sırtındaki özel dokular havadaki damlacıkları yakalıyor, yoğuşturuyor ve doğrudan canlının ağzına iletiyor! Bu sistem şimdi dünyanın kurak bölgelerinde yaşayan insanlara su sağlama projelerine ilham kaynağı oluyor.

Stenocaranın yaşadığı yer Güney Afrika'da bulunan Namib çölü. Bu çöl dünyanın en kurak alanlarından biri olarak gösteriliyor. Burada 60 dereceyi bulan gündüz sıcaklıklarının yanısıra esen sert rüzgarlar da yaşamı son derece zorlaştırıyor. Yağmur neredeyse hiç görülmüyor. Namib çölünde yaşayan canlılar için tek su kaynağı, ayın sadece 6 günü sabahları ortaya çıkan sis damlacıkları.

Bu çölde yaşayan az sayıdaki canlı türünü inceleyen Chris Lawrence ve Andrew Parker isimli İngiliz bilim adamları stenocara böceklerinin diğer türlere nazaran sıcaklarda daha hareketli olduğunu gördüler. Bir ekip çalışması sonucunda toplanan stenocara böcekleri Lawrence ve Parker tarafından da detaylı bir laboratuvar incelemesi tabi tutuldu. Böceğin mikroskop altında incelenen sırtında suyu şaşırtıcı bir şekilde yakalayıp hayvanın ağzına ileten özel bir tasarım olduğu ortaya çıkarıldı.

Harika sistem nasıl çalışıyor?

Stenocara böceğinin sırtında tepecikler bulunuyor. Ancak bu tepelerin zirveleri ve yamaçları arasındaki dokular birbirinden farklı özellikteler. Zirvelerin arasında uzanan yamaçlar ve vadiye benzeyen kanallar balmumu benzeri bir malzemeyle kaplılar. Bu malzemenin özelliği suyu iterek etkili bir şekilde iletmesi. Buna karşın zirvelerde bu malzemeden bulunmuyor. Bu yüzden zirveler suyu iten değil çeken bir özelliğe kavuşuyor. Havadaki su damlacıkları, camla temas eden su buharı gibi zirvelere yapışıp yoğuşuyorlar. Yapışan su miktarının artmasıyla birlikte ağırlığı da artan su damlacığı yamaçlara doğru kaymaya başlıyor. Yamaçlara geldiği anda bu defa suyu iten özellikte dokuyla karşılaşan su damlacığı bir teflon tavadaki su damlacığı gibi davranıyor ve kolayca kayıveriyor. Böceğin ağzına doğru ve birbirlerine paralel uzanan kanallar suyu etkili bir şekilde taşıyarak böceğin ağzına iletiyorlar. Bu kanallarda suyun akabilmesi, kanal yüzeyindeki gözle görülmeyecek kadar küçük tümseklere dayanıyor. Milimetrenin sadece 100.000 de biri çapında olan bu tümsekler engebeli bir arazi oluşturuyor. Yüzeyin kabartılı olması, su damlasının hareketini hızlandırıyor. Yüzeyle temas alanı azalan su damlacığı daha az bir sürtünme kuvvetine sahip oluyor ve hiçbir kayba uğramadan böceğin ağzına akıyor. Bu durumda böceğe ağzını açıp beklemekten başka birşey kalmıyor!

Bilim adamlarının Nature isimli bilim dergisinde yayımlanan araştırmasına göre, böceğin sırtında adeta bir mimari plan bulunuyor. Bilim adamları su damlasını etkileyen faktörler arasında matematiksel bir denklem bulunduğunu ortaya çıkardılar. Buna göre rüzgarın hızı, su damlacığının ideal büyüklüğü ve tepenin eğimindeki açı arasında özel bir denge kurulu. Yani tepelerin açısı biraz daha farklı olsa veya balmumuyla kaplı yüzey biraz daha dar olsa su böceğin ağzına akamadan buharlaşacaktı. Elbette böyle bir durumda böcek bu su toplama sisteminden mahrum kalacaktı.

Verimlilikte Mevcut Teknolojiyi İkiye Katlıyor
Bilimadamları bu küçücük böceğin sırtında bir mühendislik harikası bulunduğunu belirtiyorlar. Hatta günümüzde 22 ülkede kullanılan sis toplama ünitelerinden çok daha etkili olduğunun altını çiziyorlar. Yandaki resimde gördüğünüz ağ, sis bulutlarından içme suyu elde etmek için bilim adamlarınca tasarlanmış. Plastikten yapılma bu ağla karşılaşan sis bulutları ağla temas edince yoğuşup aşağıda kurulu borulara aktarılıyor ve evlere dağıtılıyorlar. Stenocara'nın su toplama sisteminin kaşifi olan Parker, stenocaranın sırtını taklit eden bir kaplama üreterek su toplama verimini ölçtü. Buna göre plastik sis toplama ağı metrekarede 13 litre toplarken stenocara tasarımı 23 litre su topluyor. Bu böcekteki mühendislik tasarımına hayran olan bilim adamları bu tasarımı taklit ederek üretebileceklerini bildiriyorlar.

Bu böcekteki kompeks tasarımın özel olarak yaratıldığı apaçık ortadadır. Hiçbir böcek çölde yürürken sırtında özel tepecikler çıkaramaz, bunları özel malzemelerle kaplayamaz, tepe eğiminin uygun matematiksel açısını belirleyemez. Bir bilim adamının tasarladığından iki kat daha etkili bir su toplama ünitesi tasarlayamaz. Yüce Allah yaşadığı sıcak ortamda böceğe böyle etkili bir su toplama sistemi bahşetmiştir. Bilimin doğadaki tasarımı taklit etmeye başlaması O'nun yaratışının kusursuzluğunu göstermektedir.

"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir". (Mülk Suresi, 3-4)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/