23 Aralık 2013 Pazartesi
İdam cezası insan haklarına aykırıdır, kaldırılmalıdır
Politika adına kardeşlik bağları kopmasın
14 Kasım 2013 Perşembe
Sorun başörtüsü değil, özgürlük...
Son zamanlarda dünyanın birçok ülkesinde kadınların kamu alanlarında başörtüsü takma ya da çarşaf giyme hakları tartışılmakta. Türkiye de bu ülkelerden biri. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk kez 3 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisine başörtülü olarak girdiler ve muhalefet partilerinden de herhangi bir tepki görmediler. Böylece yıllardır kemikleşmiş bir sorun daha uzlaşı içinde halloldu. Oysa 1999 yılında benzer bir girişimde bulunan bir milletvekili muhalefetin çok büyük tepkisiyle karşılaşmış, meclis salonundan çıkartılmış ve ülkede çok büyük bir gerilim oluşmuştu. Ancak Ak Parti iktidarıyla birlikte Türkiye’de çok şey değişti ve artık kamusal alanlarda da, üniversitelerde de kadınlara başörtüsü takma özgürlüğü tanındı. Normalleşme yolunda çok önemli bir sorun daha böylece ortadan kalkmış oldu.
Bugünlerde Singapur’da da benzer bir tartışma yaşanıyor. Kamu sektöründe üniforma gerektiren polislik, hemşirelik, askerlik gibi işlerde çalışan Müslüman kadınların da başörtüsü kullanmalarına izin verilmesini isteyen İslami gruplarla hükümet yetkilileri arasında çeşitli görüşmeler yapılıyor. Bu tip bir uygulamanın eşitlik ve adalet duygusunu zedeleyeceğini düşünenlerin karşısında, bunun inanç özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği için özgür bırakılması gerektiğini söyleyenler yer alıyor. Çeşitli dini grupları, etnik toplulukları içinde barındıran Singapur’un bu sorunu da kolaylıkla aşacağına dair bir şüphem yok. Çünkü nüfusun yüzde 15’ini oluşturan Müslüman azınlık ülke sınırları içinde yıllardır özgür bir şekilde yaşamlarını devam ettiriyor, herhangi bir baskı ve zorlamayla karşılaşmıyor.
Ancak bu sorun sadece Türkiye ve Singapur ile de sınırlı değil. Gerek İslam ülkelerinde gerekse Batılı ülkelerde başörtüsü ve çarşaf hala çok büyük bir tartışma konusu. Örneğin İran’da başörtüsü takmak zorunlu, Arap ülkelerine ait havayollarının bir çoğunda ise hostesler ateist ya da başka bir dinden olsalar dahi başörtüsü takmak zorundalar. Suudi Arabistan’da kadınların araba kullanmaları dahi yasaklanmış durumda. Avrupa’da da bu konuda çok büyük tartışmalar söz konusu. Fransa, Belçika, İtalya, Almanya gibi ülkelerde kamuya ait iş yerlerinde, hatta halka açık alanlarda başörtüsü ve çarşafa yönelik kısıtlamalar söz konusu. Özellikle de 5 milyon Müslüman nüfus barındıran Fransa’da çok ciddi sınırlandırmalar gündemde. Bu nedenle tesettürlü kadınların çok büyük bir bölümü sosyal hayattan elini tamamen çekmiş durumda.
Aslında bu tartışmaları başörtüsü ya da çarşaf takma hakkıyla sınırlandırmak gerilimin en büyük nedeni. Bunu bir özgürlük sorunu olarak gördüğümüz zaman çözüm hiç şüphesiz çok daha kolay olacak. Eğer başörtülü hanımların haklarını savunanlar, başörtüsü kadar dekolte giyinen kadınların da haklarını savunsalar, ya da başörtü takmayan ve dekolte giyinenlerin haklarını savunanlar aynı şekilde başörtülü hanımların da haklarını savunsalar bu sorunlar hızla ortadan kalkacak. Başörtülü hanımların eğitim haklarının ellerinden alınması, istedikleri işlerde çalışamamaları bizi ne kadar rahatsız ediyorsa, başörtüsü takmayan hanımların da ikinci sınıf muamele görmeleri, bağnaz zihniyetteki kimseler tarafından “kirli ve günahkar” olarak itham edilmeleri de bizi bir o kadar rahatsız etmeli. Özgürlüğün içine tüm kadınların haklarını koymalıyız. Müslümanların da, gayri müslümlerin de, ateistlerin de, Budistlerin de...
Zaten Kuran ahlakının temelinde de bu anlayış yatmaktadır. İslam dini her türlü baskıyı, zorlamayı reddeder, İslam’da esas gönül kabulüdür. Bakara Suresi’nin 256. ayetinde Allah “Dinde zorlama yoktur” şeklinde emreder. Farklı inançlardaki kişilere ya da inançsız kişilere yönelik hiçbir baskı İslam dininde kabul edilemez. İslam inanç konusunda insanlara kesin ve açık bir dille, tam hürriyet tanır. Buna göre her insan kendi inançlarına göre ibadetlerini özgürce yerine getirebilir, inançlarına göre giyinebilir, inançlarına göre hareket edebilir. Hiç kimse bir diğerini kendi dininin ibadetlerini yerine getirmekten alıkoyamaz, inançlarına göre hareket etmesini yasaklayamaz. Bu, İslam ahlakına aykırıdır ve Allah'ın razı olmadığı bir davranıştır.
O halde başörtü konusunu suni bir gerilim olmaktan çıkartmanın yolu tartışma ortamları açmak, başörtüsü takmayanları ötekileştirmek ya da manevi bir baskı ortamı oluşturmak değil, alabildiğine özgürce bir ortamı savunmak olmalıdır. Unutmamak gerekir ki, dünya üzerindeki kadınların tek sorunu başörtüsü değildir. Kıyafete gelinceye kadar halledilmesi gereken o kadar çok sorunu var ki kadınların:
Dünyada her 3 kadından biri hayatının bir döneminde şiddete maruz kalıyor, 90 saniyede bir bir kadın tecavüze uğruyor, eşleri tarafından öldürülen milyonlarca kadın var, Arap dünyasında 2 kadından biri okuma bilmiyor, İran gibi ülkelerde kadına boşanma hakkı verilmiyor, dünya üzerindeki mültecilerin yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor[1] ve daha bunun gibi yüzlerce sorunu var kadınların. Müslüman ülkelere baktığımızda ise bu sorunların çok daha köklü olduğunu görüyoruz.
O halde yapılması gereken kadının tek sorununun başörtü takmak olduğu gibi yanlış bir yaklaşımı terk edip, bir an önce kadına hak ettiği değeri verecek bir zihin değişikliği için gayret etmek olmalıdır. Özellikle de İslam dünyasında kadını hala ikinci sınıf insan, hatta haşa hayvanla eş tutan bir anlayış hakimken tüm Müslümanların kendilerini başörtüsü tartışması içinde bulmaları gerçeklere gözleri kapamaktan başka bir şey değildir. Önce tüm insanlığa “kadına saygı, sevgi ve şefkat duymayı” öğretelim, Kuran’da da bahsedildiği gibi “kadınlara bir çiçek gibi davranmanın aciliyetini” anlatalım. İslami kaynaklarda yer alan hurafeleri delil göstererek kadını aşağılayan zihniyeti hep birlikte ortadan kaldıralım. Kuran’da kadın ve erkeğin her açıdan eşit olduğunun anlatıldığını tüm dünyaya gösterelim. Peygamberimiz (sav) döneminde kadınlarla erkeklerin sosyal hayatta her anlamda birlikte hareket ettikleri gerçeğinin gizlenmesine izin vermeyelim. Kadına yönelik bir zulüm sistemine dönüşen bu çarpık zihniyeti İslam ruhuyla ve el birliğiyle değiştirirsek, başörtüsü gibi tartışmalar da hiç şüphesiz kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
19 Ekim 2013 Cumartesi
Gözler Ve Kulaklar Arasındaki Kusursuz Uyum
Gözler Ve Kulaklar Arasındaki Kusursuz UyumShare on facebo
Sahip olduğumuz görme sistemi, çeşitli yöntemlerle konunun uzmanları tarafından tasarlanan görüntüleme teknolojileri ile kıyaslanamayacak derecede üstündür. Bu sistemin gelişmiş teknolojiye rağmen elde edilemeyen özelliklerinden biri de başımızı çok hızlı bir şekilde çevirsek bile değişmeyen görüntü netliği ve kalitesidir. Normal koşullarda başımızı her hareket ettirdiğimizde, tıpkı amatör bir kameramanın çektiği görüntülerde olduğu gibi kayan, bir noktaya odaklanamayan görüntüler görmemiz gerekirdi. Ancak asla böyle bir görüntü ile karşılaşmayız. Çünkü başımızı hangi yöne çevirirsek çevirelim otomatik olarak görüntüyü dengeleyecek şekilde gözümüz ters yöne hareket eder. Eğer başımızı her hareket ettirdiğimizde aynı yere bakabilmek için gözümüzü döndürmemiz gerekseydi bu hem çok zor olurdu hem de karışıklık çıkardı. Ancak böyle bir durum oluşmaz ve görme işlemi, bu otomatik ayar sistemindeki kusursuz detaylar vesilesi ile mükemmel bir şekilde gerçekleşir.
Yüce Allah’ın sahip olduğu ilmin sınırsızlığı bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmiştir:
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda yine O’na yalvarmaktasınız.” (Nahl Suresi, 53)
Görmemizi otomatik bir kamera sistemi ile ayarlayan bu refleksin bilimsel adı ise Vestibulo-oküler refleks’tir. Ancak bu refleks görevini yalnızca gözlerimiz sayesinde yerine getirmez. Bu refleksi çalıştırabilmesi için gözlerimizin çok önemli gizli bir yardımcısı vardır: Kulaklarımız…
www.insanmucizedir.imanisiteler.com
Kulağın Baş Dönme Hareketini Kontrol Eden Mükemmel İşleyiş Sistemi
Kulağımızın içinde “yarım daire kanalları” adı verilen yapılar, yerine getirdikleri görev ile birer yaratılış mucizesidirler.
• Üç tane olan yarım daire kanalları, birbirine dik olarak birleştirilmiştir.
• Bu üç kanalın her biri başımızla yapabileceğimiz üç çeşit dönme hareketi için Yüce Allah tarafından özel olarak yaratılmıştır.
• Kanalların uçlarında “ampula” denilen kirpikli hücreler içeren bir bölüm bulunur. (Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, Sayfa 474, Prof. Dr. Ahmet Noyan, 14. Baskı Mart 2004, Meteksan Anonim Şirketi)
Yüce Allah’ın üstün aklının sonsuz sayıdaki delillerinden biri olan bu küçük kirpikli hücreler, başımızın bütün dönme hareketlerini algılar ve bunu beyne elektrik sinyali olarak iletir.
Bu Mucizevi Olay Nasıl Gerçekleşir?
Yarım daire kanallarının içinde bilimsel adı “endolymph” olan özel bir sıvı bulunur. Su dolu bir kova döndürüldüğünde kovanın suyun dökülmesini bir süre için engellemesi gibi, kulak kanalının içindeki su da hemen harekete geçmez. Bunun neticesinde sıvı tüycüğü büker. Bu mekanik etki başka bir yaratılış mucizesi ile elektrik sinyaline çevrilir. Ancak burada çok ilginç bir durum söz konusudur. Baş herhangi bir yöne çevrilmediği zaman bile kıl sağa veya sola doğru hareket eder. Bu şekilde daha sık veya daha seyrek olmak üzere belli aralıklarla elektrik sinyali üretilir.
Gözlerimizi Kameralardan Üstün Kılan Nedir?
Yüce Allah gözdeki mükemmel kamera sisteminin çalışabilmesi için her bir göz için altı tane ufak motorcuk var etmiştir. Bu motorcuklar, gözü altı yöne çevirebilen kaslardır. Biz gözümüzü bir tarafa doğru çevirmek istediğimizde beynimizden bu motorcuklara emir gider ve isteğimize uygun bir şekilde gözümüzü hareket ettirirler. Şüphesiz;
İçimizde başımızı çevirme isteğinin oluşması;
Bu isteğe yönelik beynimizden bir emir gelmesi;
Bu emrin elektrik kabloları yoluyla, gitmeleri gereken yere gönderilmesi ve,
Bu elektrik sinyalinin sonradan kaslar yoluyla istediğimiz şekilde hareket ettirilmesi elbette üzerinde düşünülmesi gereken detaylardır.
Gün içinde gözlerinizin hareketiyle ilgili bu detayların farkına bile varmazsınız. Ayrıca bu detayların gerçekleşmesi için fazladan bir çaba da harcamazsınız. Ancak yine de bu lüks ve benzeri bulunmayan kamera sistemi, eksiksizce ve gereksinim duyduğunuz netlikte çalışır. Bu mucizenin tek bir açıklaması vardır: Bu sistemin çalışması alemlerin Rabbi Yüce Allah’ın üstün ilmi ile gerçekleşmektedir.
“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca varedendir, “şekil ve suret” verendir...” (Haşr Suresi, 24)
Göz ve kulak arasındaki kusursuz uyumun eksiksiz olarak çalışabilmesi için sistemin ve bu sistemi oluşturan her tabakanın, her parçanın aynı anda var olmaları gerekmektedir. Göz ve kulak bir bütün olarak Allah tarafından yaratılmıştır.
“De ki: “Siz, Allah’ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar.”” (Fatır Suresi, 40)
www.yaratilisvebilimsiteleri.imanisiteler.com
Göz ve Kulağın Ortak Çalışması
Göz ve kulağın sahip olduğu birbirinden farklı sistemlerin yanı sıra, bu iki mükemmel yaratılış delilinin bir araya gelerek nasıl kusursuz bir görüntü oluşturduğu da önemli bir konudur. Örneğin başınızı sola çevirdiğinizde, soldaki yarım daire kanalından gelen sinyal, iki kablo yoluyla gözlere doğru hareket eder. Bu kablolardan biri sağ göze diğeri sol göze gider. Sağ göze giden elektrik kablosu, sağ gözdeki altı kastan gitmesi gerekene, yani sağ gözün sağ kasına gider. Sol göze giden kablo ise sol gözün sağ yandaki kasına gider. Burada ilginç olan nokta bu kasların iki göz için de farklı kaslardan oluşmasıdır. Ama ikisi de aynı işi yapar ve her ikisi de gözleri sağa çevirmeye yarar. Elektrik sinyalleri en son olarak harekete dönüştürülerek kusursuz görüntü sağlanmış olur.
Evrimciler Gözler Arasındaki Uyumu
Birbirlerinden bağımsız olarak gören gözlerin görüntülerinin tek bir görüntü haline getirilmesi, bunu yaparken iki boyutlu görüntülere üçüncü bir boyut katılması son derece ince hesaplar gerektiren bir işlemdir. Eğer gözler tesadüfen oluşmuş organlar olsalardı, bu derece büyük bir uyum nasıl gerçekleşirdi? Hangi tesadüf saniyede milyonlarca farklı şifreyi değerlendiren hatta bu şifreleri birbirleriyle birleştiren kusursuz bir mekanizma yaratabilir? Eğer gözler arasında bir uyumsuzluk olsaydı, gönderdikleri sinyaller birbirlerine karışacak ve karmakarışık bir görüntü ortaya çıkacaktı. Ama böyle bir karmaşa söz konusu değildir. Birbirleriyle uyum içinde yaratılan iki gözün gönderdikleri sinyallerin, yine büyük bir uyum ile yaratılan beyin tarafından değerlendirilmesi sonucunda ortaya kusursuz bir görüntü çıkar. Böyle bir sistemin varlığını tesadüflerle açıklamaya imkan yoktur. Allah’ın yaratışındaki kusursuzluk bir ayette şöyle bildirilir:
“O, biri diğeriyle “tam bir uyum” (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir “çelişki ve uygunsuzluk” göremezsin. İşte gözü çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?” (Mülk Suresi, 3)
Vücudumuzdaki Taklit Edilemez Uyum Evrimi Çürütüyor
Göz ve kulak birbirinden çok farklı yapıda organlardır. Buna karşılık her biri mükemmel bir görüntü elde etmek için görevlerini eksiksiz olarak yerine getirir ve birbirlerini tamamlarlar. Görüntü ile ilgili bilgiyi beyne iletilmek için bu yol boyunca adeta elektrik kabloları döşenmiştir. Bir kablonun sonlanabileceği birçok alternatif uç varken, bütün kablolar tam gitmesi gereken yere varır. Bu kablolar hatasız biçimde beyinde sonlanır. Eğer gözler ve kulak tesadüfen oluşmuş organlar olsalardı, bu derece büyük bir uyumu nasıl gerçekleştirirlerdi? Evrimcilerin iddia ettiği hangi tesadüf saniyede milyonlarca farklı şifreyi değerlendiren hatta bu şifreleri birbirleriyle birleştiren kusursuz bir mekanizma var edebilir? Eğer gözler ve kulaklar arasında bir uyumsuzluk olsaydı, sinyaller birbirlerine karışacak ve karmakarışık bir görüntü ortaya çıkacaktı. Ama böyle bir karmaşa söz konusu değildir. Birbirleriyle uyum içinde yaratılan organların gönderdikleri sinyallerin, yine büyük bir uyum ile yaratılan beyin tarafından değerlendirilmesi sonucunda kusursuz bir görüntü ortaya çıkar. Böyle muazzam bir sistemin varlığını tesadüflerle açıklamaya hiçbir imkan yoktur. Yüce Allah’ın eksiksizce yaratması sonucunda meydana gelmiştir. Bir ayette Rabbimiz’in yaratışı şöyle haber verilir:
“O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz.” (Mü’minun Suresi, 78)
Sistem Bu Kadar Kusursuz Çalışmasaydı Neler Olurdu?
Eğer hareketsiz halde iken, elektrik üretilmeyip sadece tüycük büküldüğünde elektrik üretilseydi ne olurdu? O zaman başımızı sağa veya sola çevirdiğimizi anlar, fakat yönümüzü tayin edemezdik.
Eğer yarım daire kanallarının biri eksik olsaydı ne olurdu? O zaman da başımızı çevirdiğimizi tam olarak algılayamazdık.
18 Ekim 2013 Cuma
Kaynaklar bombalar değil, eğitim için kullanılmalı
Ortadoğu’da son dönemlerde artarak devam eden mezhep taassubunun meydana getirdiği şiddet, ilk defa bu derecede acımasız ve hatta çılgınca boyutlara ulaşmıştır. Aynı dinin, aynı ortak temel değerlerine inanan, ancak farklı yorumlarını yapan mezheplerin kendi aralarında bu derece çatışması elbette kabul edilemez bir durumdur. İslam aleminde ilk defa görülen böylesine bir sevgisizlik ve sürekli kavga hali elbette hem bölge hem de dünya için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
Ortadoğu ve K. Afrika bölgesinde yaşanan mezhep çatışmalarının oluşturduğu bu tehdidinin bertaraf edilmesi elbette çok önemli ve aciliyetlidir. Ancak bu ciddi problemin çözümünde kullanılacak yöntemlerin akıllıca seçilmesi de elzemdir.
Çözüm için iki farklı yöntem karşımıza çıkmaktadır: Birincisi zihniyet inkılabı, ikincisi de şiddeti şiddetle bastırmaya çalışmak.
Peki bazı stratejistlerin öne sürdüğü gibi bu kavgalar, bölgedeki mevcut diktatörlerle ortadan kaldırılabilir mi? Elbette hayır. Diktatörlük rejimleri şiddeti ortadan kaldırmaktan çok, daha da çok şiddetle şiddeti bastırmaya çalışan, devlet terörü ve mafya yöntemleriyle insanları daha da aşırı radikal bir yapıya sürükleyen en akılsız/gaddarca sistemdir. Bu yapı, insanları daha büyük bir kin, nefret ve sevgisizliğe itmeye, şuuru tamamen kapanan kimi insanların terörü dünya çapına taşımalarına neden olur.
Oysa, dünyada şiddeti önleyecek güç, insanların fıtratında olan sevgi, şefkat ve merhamet duygularının, inananlar için de 3 büyük dinin özünde olan sevgi, barış ve kardeşlik inançlarının ön plana çıkarılmasıdır. Bunu kısaca özetlemek gerekirse “Terör sevgiyle yok edilir.” Terör ve şiddetin felsefi alt yapısı incelendiğinde, sevgisizliğin, insan olmanın, inançlı olmanın, kalbi yaklaşımların, sanatın, estetiğin o toplumlardan uzaklaştırıldığı görülecektir. Sevgi politikaları ve toplumların eğitilmesi ise sevgisizliği yeryüzünden silip atacaktır.
Nijerya örneğini ele aldığımızda, Boko Haram yani Batının eğitim sistemini haram olarak algılayıp düşman olarak gören cahil ve tümüyle İslam dışı bir düşünce/yapının bağnaz ve aşırı tutucu kesimlerce körüklendiği görülecektir. Oysa tüm dini inançlar gibi İslam dini de kendi kutsal kaynağı olan Kuran’da ilme, araştırmaya, kainatı tanımaya, düşünmeye, yazmaya ve okumaya insanları teşvik etmektedir. Günümüze kadar tüm İslam alimleri de ilim öğrenmede her yolu akılcılıkla kullanmıştır. Diğer taraftan, tek bir masum canı almanın bütün insanlığı yok etmekle eşdeğer tutan Kuran öğretisinde bir terör örgütünün İslam adı altında faaliyet yapması da tümden din dışılıktır. İşte bu yanlışları anlatacak imkanlar sayesinde tüm dünyaya her inancın sapkınlaştırılıp yozlaştırılmış şekilleri rahatlıkla deşifre edilecektir. Bu yapıları şiddetle bastırmaya çalışmanın ise imkansız olduğu ortadadır. Çünkü burada “saldırganlık” insanların kafalarına nakşedilmiştir. Geri kalmış toplumlar da hem bu hipnoz, hem şiddet korkusu ve hem de uydurulmuş hurafelerin etkisiyle kendilerini bu şiddet sarmalının içinde bulmaktadır.
Dolayısıyla kavganın bitmesi için çözüm, şiddete karşı şiddet değildir. Bunun yanında, yönetimleri halkların kendi kanaatine bırakmayıp demokrasiyi askıya almak da değil, topluma hakim olan yanlış kanaatleri değiştirmek çözümdür.
Nitekim, çatışmalara neden olan “bağnaz düşünce sahipleri” için şiddet, zaten din demektir. Şiddet, kendi kafalarındaki dinin bir gereği demektir. Dolayısıyla şiddeti önlemek için önce bu bağnaz felsefenin ortadan kaldırılması, kafaların değişmesi gerekmektedir. Bu da, başta tüm İslam alemini kapsayacak şekilde yapılacak anti-bağnaz bir eğitim seferberliği ve bilinçlendirme faaliyeti ile sağlanabilir.
Bunun için, bu faaliyeti yürütebilecek donanım ve iradeye sahip bir akıl, bir model gerekmektedir. Örneğin, Müslüman bir ülke olan, laik demokratik bir hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nde çatışma ruhu ve şiddet felsefesi asla galip gelememekte, insanların birbirine yönelik sevgi ve hoşgörüsünü yenememektedir. Türkiye bu manada İslam ülkeleri arasında göze çarpan tek model devlettir. Çünkü Türkiye, klasik gelenekçi İslam anlayışını değil modern yapıyı, bağnazlık ve tutuculuğu değil aklı selimin galip geldiği bir felsefeyi kendisine şiar edinmiştir. Bu yüzden güvenilirdir. Eğer Türkiye’nin İslam ülkelerini dizayn etmesine fırsat tanınırsa, bu modern, sevecen ve makul yapısıyla İslam aleminde kavgaya sebebiyet veren yapıların yenileceği ve cennet gibi bir ortamın oluşacağı derhal görülecektir.
Birçok Batılı analistin dile getirdiği gibi, Ortadoğu için geçmişte başarı kazanan makul örnekler üzerinde durmak akılcılıktır.
Boğaziçi Üniversitesi'nde katıldığı bir konferansta bir konuşma yapan Dilbilimci, düşünür Prof. Dr. Noam Chomsky “Belki öyle bir gün gelecek ki, bir seyyahın serbestçe Kahire'den Bağdat'a, oradan da İstanbul'a gideceği günlere geri döneceğiz. İnsanların mahalli yönetimlerle yönetimi üstlendiği günlere döneceğiz. Osmanlı'nın o günleri bize ders olacak. Belki bölgedeki herkes için daha iyi bir hayat olacak.” demiştir. Burada söylenen, tüm kavga ve çatışmalardan arındırılmış bir bölgenin var olmasının mümkün olduğudur ve Türkiye’nin miras aldığı kültürde bunu başardığının vurgulanmasıdır. http://www.ntvmsnbc.com/id/25415213/
Türkiye’nin 2.500 yıllık köklü bir kültüre sahip olduğu tarihinde Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar başta olmak üzere tüm bölge halkları huzur ve kardeşlik içinde yaşamıştır. Avrupa’dan dışlanan Yahudilere bundan 520 yıl önce yine Osmanlı kucak açıp kendi topraklarının en gözde yeri olan İstanbul’a yerleştirmiştir.
Chomsky’nin Osmanlı döneminden alınacak dersler olduğunu belirten bu konuşmasının birçok benzerleri mevcuttur. Örneğin, İsrail Dışişleri eski Bakanlarından Abba Eban bir konuşmasında, Romalılardan ve her istilacıdan sadece zulüm, kan ve işkenceye layık görülen Kudüs ve Yahudi halkının ancak ve ancak Osmanlı döneminde, insanca yaşamanın, eşitliğin ne demek olduğunu ve huzur tadının ne anlama geldiğini öğrendiğini belirtmiştir. (İlhan Bardakçı, "Biz Hiç Irk Olmamışız", Tercüman, 7 Mayıs 1983)
Konuyu ekonomik ve teknik açılardan ele aldığımızda ise, radikal oluşumları sindirip etkisiz hale getirmek amaçlı harcanacak enerji ve paranın, alınacak askeri tedbirlerin de hiçbir güç tarafından karşılanamayacağı ortadadır. Dünyanın son dönemde girdiği ekonomik kriz de göz önüne alındığında dünyanın her tarafını karakol haline getirmektense, insanların zihinlerindeki yanlış inançları değiştirmenin daha kesin çözüm olacağı ortadadır. Silahlanmaya harcanan paraların kardeşliğin pekişmesine harcamasının daha akılcı bir yol olduğu ortadadır.
26 Ağustos 2013 Pazartesi
Gizli Bir Tehlike: "BENLİK" Duygusu
- Benlik duygusu niçin tehlikelidir?
- Bu gizli tehlikenin belirtileri nelerdir?
- Kişi hangi durum ve olaylar karşısında kendisine benlik verir?
- Bu tehlikeden kurtulmanın yöntemi nedir?
Benlik Duygusunu Kuvvetlendiren Özellikler
Bedeni Sahiplenme:
Karakter Özelliklerini Sahiplenme
Hataları ve Başarıları Sahiplenme
Maddi ve Manevi Özellikleri Sahiplenmek
Benlik Duygusundan Kurtulmak İçin;
Allah’la Samimi ve Kesintisiz Bağlantı Kurmak
Tevazu Sahibi Olmak
Acizliği Tefekkür Etmek
25 Ağustos 2013 Pazar
Tevbe Etmek Berekettir, Kalbe Ferahlık Verir
23 Ağustos 2013 Cuma
Zalimlik Ve Merhametsizlik İnançsızlığın Bir Sonucudur
- Bazı insanların saldırgan, zalim ve merhametsiz olmasının nedenleri nelerdir?
- Merhametsizliğin toplumda oluşturduğu sorunların çözümü nedir?