]]>

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Gizli Bir Tehlike: "BENLİK" Duygusu


  • Benlik duygusu niçin tehlikelidir?
  • Bu gizli tehlikenin belirtileri nelerdir?
  • Kişi hangi durum ve olaylar karşısında kendisine benlik verir?
  • Bu tehlikeden kurtulmanın yöntemi nedir? 
Her sabah uyandığımız andan itibaren kendimize ait bilgileri yeniden hatırlarız. Nerede oturduğumuz, kaç yaşında olduğumuz, işimiz, çevremiz, ailemiz ve o güne ait yapacağımız işler hemen zihnimizde belirir. Aynaya baktığımızda gördüğümüz yüz ve bedenimiz hep aynıdır. Doğduğumuz andan itibaren kesintisiz olarak devam eden olaylar, kendimize ait bilgiler ve aynada değişmeyen görüntümüz sebebiyle “ben” diyebileceğimiz bir varlığa dönüşürüz. 

Oysa eğer Allah dilemiş olsaydı her sabah farklı bir bedende, farklı bir hayat içinde ve dünyanın değişik bir yerinde uyanabilirdik. Her gece uyuduğumuzda bizi öldüren ve uyandığımızda tekrar dirilten Rabbimiz için bu elbette çok kolaydır. Nitekim rüyalarımızda kendimizi, çoğu zaman hiç alışık olmadığımız bir ortamda ve olaylar içinde buluruz. Üstelik rüyalarda ben diyebileceğimiz bir bedenimiz olmadan bulunduğumuz ortamı algılarız. Benzer bir durum Allah’ın izniyle cennette yaşanacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Şüphesiz ki cennette bir çarşı vardır. Fakat orada hiçbir şeyi satın almak ve hiçbir şeyi satmak yoktur. Ancak erkekler ve kadınlar suret ve şekilleri vardır. Binaenaleyh orada hangi kılığı istediğinde ona girecektir.” [Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/564] hadis-i şerifi ile cennette suret değiştirmenin mümkün olduğunu bildirmektedir. Bu hadis-i şeriften ahirette, dünyada anladığımız anlamda sahiplenebileceğimiz ve ben diyebileceğimiz bir bedenimizin olmadığını anlayabiliyoruz (Doğrusunu Yüce Allah bilir).
O halde “ben” dediğimiz beden ve her uyandığımızda hafızamızda yeniden canlanarak süreklilik gösteren hayatımız, dünyaya özgüdür ve Rabbimiz’in imtihanının bir gereğidir. İşte bize bahşedilen özellikleri sahiplenmek ve onlara kendi irademizle sahip olduğumuzu düşünmek birçok insanı büyük yanılgıya götüren bir sebeptir.

Benlik Duygusunu Kuvvetlendiren Özellikler

 Bedeni Sahiplenme:

İnsanların en çok “benlik” yükledikleri varlık kendi bedenleridir. Nitekim güzel olan kişi bu güzelliği ile övünür. Bedenindeki bazı kısımları beğenmeyen bir kişi ise beğenmediği bu özelliklerinden dolayı aşağılık kompleksine kapılır. Oysa Yüce Allah her kişiyi bu özellikleri ile imtihan eder. Eğer söz konusu kişiler "... ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı...” (Tegabün Suresi, 3) ayetinde haber verildiği gibi onları bu şekilde yaratanın Yüce Allah olduğunu unuturlarsa kendilerine benlik vermiş olurlar.    
Rabbimiz dilerse güzel olan kişinin güzelliğini bir hastalık veya kaza ile bir anda elinden alabilir. Kendisini beğenmeyen kişiye de bir hastalık verebilir veya uzuvlarından birini kaybettirerek beğenmediği kısımlarının aslında ihtiyaçlarını karşılamak için ne kadar önemli birer nimet olduklarını hatırlatabilir. 
Beden bu dünyada geçici bir süre için kullandığımız bir araçtır. Ölümle birlikte toprağın altında çürüyüp yok olacaktır. Bu nedenle kişilere düşen Yüce Allah’ın kendilerini yoktan yarattığını düşünüp O’na şükretmek olmalıdır. Dünya hayatı boyunca kullandığımız bedeninin kibirine veya kompleksine kapılmak yerine, ona çok iyi bakmak ve onu İslam’a hizmet etmek için en faydalı şekilde kullanmak Yüce Allah’ın rızasını kazandıracak tek yöntemdir.

Karakter Özelliklerini Sahiplenme

İnsanların bir kısmı da çocukluktan itibaren Yüce Allah’ın bahşettiği birtakım güzel karakter özelliklerini sahiplenir. Bu özellikleri dolayısıyla övünür ve kendini ön plana çıkararak benlik verir. Oysa bu insanların kendilerine benlik vermelerine neden olan güzel özellikler, aslında Yüce Rabbimiz’in isimlerinin insanlar üzerinde tecelli etmesidir. Örneğin bir kişinin merhametli olması Yüce Allah’ın Erhamurrahimin isminin, şefkatli olması Rauf isminin, bağışlayıcı olması Gaffur isminin, adil olması Adl isminin o kişide tecelli etmesinden kaynaklanır.
"Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır yaratmıştır." (Nuh Suresi,14) ayetinde haber verildiği gibi Yüce Allah her insanı farklı karakter özellikleri ile yaratmıştır. Kişinin mülayim, sinirli, heyecanlı, neşeli veya sakin yapılı olması kendinden kaynaklanan özellikler değildir. Bu nedenle bu karakter özelliklerini sahiplenmesi, kötü olanları değiştirmekten kaçınması, iyi olanlar ile övünmesi kendine benlik vermesi anlamına gelir. 
Her insan, Allah’ın beğenmediği karakter özelliklerinden kurtulmak ve Kuran ahlakına uygun yaşamakla yükümlüdür. Bunun için yapması gereken; niyet etmek, Allah’a sığınmak ve şiddetle dua ederek O’ndan, razı olmayacağı bu karakter özelliklerinden kurtulmak için yardım istemektir.

Hataları ve Başarıları Sahiplenme

Kişinin başarılarını ya da hatalarını kendi eseri zannetmesi de benlik duygusu, dolayısı ile gizli şirke neden olan durumlar arasındadır. Örneğin bir kişi başarılı bir konuşma yaptığında o konuşmayı kendi aklıyla kendisinin yaptığını zannedebilir. Oysa Kuran’da dikkat çekildiği gibi “nutku verip konuşturan” Rabbimiz’dir. O dilemedikçe insanın konuşması, üstelik hikmetli bir şekilde konuşması mümkün değildir. Aynı şekilde mesleğinde başarı elde eden veya bilimsel keşiflerde bulunan bir kişi de bunların tümünü Yüce Allah’ın yardımıyla gerçekleştirir. İnsanın Allah’ın dilemesi dışında bir başarı elde etmesi mümkün değildir. Nitekim bir Kuran ayetinde Rabbimiz insanın hiçbir şey yapmaya kudreti olmadığını şöyle bildirir:
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30)
Yine aynı şekilde insanın yaptığı hataları sahiplenmesi de yanlıştır. Hatayı yaptıran Yüce Allah’tır. Rabbimiz kullarına hata yaptırarak onların kendi acizliklerini görmelerini ve her türlü kusur ve hatadan bir tek Zatı’nın münezzeh olduğunu hatırlatarak Kendisi’ne tevbe etmelerini istemektedir. Zaten başarı da hata da Yüce Allah kaderde o şekilde takdir ettiği için yaşanır. Bu nedenle insana düşen sadece yaptığı hatalar için tevbe etmek, başarılı olduğu durumlarda da şükredip Yüce Allah’ın rızasını kazanma yolundaki mücadelesine devam etmektir.

Maddi ve Manevi Özellikleri Sahiplenmek

Bir kişinin mezun olduğu okul, eğitim düzeyi, bildiği yabancı diller, zenginliği, makamı, soyu, çocuklarının zeki ve güzel olması o kişinin kendisinde var olan bir üstünlükten dolayı ona verilmemiştir. Kişilerin kendilerindeki bir bilgi dolayısıyla sahip olduklarını zannettikleri bu özellikler gerçekte Allah dilediği için vardır. Yüce Allah bu özellikler ile onları imtihan etmektedir. Nitekim Rabbimiz bu gerçeğe bir Kuran ayetinde şöyle dikkat çeker:
“Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun Katında olandır.” (Teğabün Suresi, 15)
İnsanın sahip olduğu maddi ve manevi özellikler karşısında şımarmak yerine Allah’a şükretmesi ve kendisine bu imkanları verenin Allah olduğunu hep hatırında tutması gerekir. 

Benlik Duygusundan Kurtulmak İçin;

Allah’la Samimi ve Kesintisiz Bağlantı Kurmak

İnsanın kendisine yüklediği benlik duygusundan kurtulmasının mutlak çözümü Allah’ın gücünü, büyüklüğünü ve yarattığı kaderin kusursuzluğunu tam olarak kavramasına bağlıdır. Yüce Allah’ın sonsuz büyüklüğünü kavrayan bir insan, artık O’nunla kesintisiz bir bağlantı kurar. Sahip olduğu, gördüğü ve yaşadığı her şeyi yaratanın Allah olduğunu bilerek O’na yaklaşır, kendisinin aciz bir kul olduğunu, tek sığınılacak, yardım istenecek gücün Zatı olduğunu Kuran’da tarif edildiği biçimde için için ve yalvara yalvara dile getirir. Sabah kalktığı andan itibaren hemen dikkatini toplayarak Allah’ı zikreder. O’na kaderindeki görüntüde en hayırlı olanı yaratması, başka insanları vesile kılarak kendisine yardım etmesi için dua eder.

Tevazu Sahibi Olmak

Dikkati ve şuuru açık olan daima Allah’a yönelip dönen bir mümin, hiçbir zaman kendisine benlik veremez. Çünkü Allah’ın karşısındaki aczini, herşeyin asıl sahibinin O olduğunu bilir ve Rabbimiz’e karşı bunun tevazusunu yaşar. Nitekim Kuran’da peygamberlerin tamamı Allah’a karşı acz içinde olan tavırları dolayısı ile övülmüşlerdir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da Kuran’da örnek verilen peygamberler arasındadır. Bilindiği gibi Hz. Zülkarneyn (a.s.)’a Yüce Allah güç, imkan ve nimet vermiştir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da Ye’cuc ve Me’cuc tehlikesine karşı kendisinden bir kavim yardım istediğinde hemen onlara yardım etmiştir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da güç ortama rağmen bozgunculuğu önlediği halde bu büyük başarısından kendisine pay çıkarmamış tam tersine hemen Rabbimiz’i yüceltmiştir. Onun bu üstün ahlakı ve tevazusu ayette şöyle haber verilir:
“Dedi ki: “Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va’di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va’di haktır.”” (Kehf Suresi, 98)

Acizliği Tefekkür Etmek

Derin düşünmek, insanın kendine benlik vermesini engelleyen unsunlardan bir diğeridir. Bunun için öncelikle kişinin kendisinin bir tecelli olduğunu düşünmesi gerekir. Unutmamak gerekir ki Allah’ın dışındaki varlıklar yalnızca O’nun tecellileridir. O’nun dilemesiyle var olmuşlardır, O’nun dilemesiyle varlıklarını devam ettirirler. Bu nedenle göz rengimizi, boyumuzu, yaşadığımız yeri, arkadaşlarımızı kısacası ben ve hayatım dediğimiz herşeyi bir kader doğrultusunda yaratan ve belirleyen Yüce Allah’tır. Rabbimiz’den  başka herşey ve herkes gibi kendimiz de sonsuz aciz, sonsuz fakir, sonsuz muhtaç birer varlığız. Bizim  kendimize ait bir gücümüz, kabiliyetimiz olamaz. Çünkü kainattaki herkes ve herşey gibi yokluktan Rabbimiz’in dilediği özelliklerde ve ”Ol” emri ile yaratıldık. Doğumumuzu biz belirlemediğimiz gibi hayatımıza ve kendimize dair hiçbir şeyi de belirleyemeyiz. Sahip olduğumuz hiçbir özellik kendimizden kaynaklanmaz. Biz Allah’ın Bari (yaratan kusursuzca var eden) isminin birer tecellisiyiz. Mutlak güç olan sonsuz büyük olan Yüce Allah’tır. Bizler ve tüm kainat Rabbimiz’in gölgesiyiz. Aslı olmadan gölgenin kendisine bir benlik vermesi ve var olması ne kadar imkansızsa, bizim de kendimize benlik vermemiz o kadar imkansızdır. Bize düşen bizi yoktan yaratan, bir düzen içinde biçim veren, yaşatan, rızıklandıran Rabbimiz’e kulluk etmek ve şükretmektir. Müminlerin cennetteki şükürleri bu bakımdan dünyada da bize örnek olmalıdır. Rabbimiz ayette şöyle buyurmuştur:
“Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne Yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır."” (Yunus Suresi, 10)
Şirki yalnızca, elle yontulmuş birtakım heykelciklere secde etmek şeklinde algılamak çok dar ve basit bir bakış açısıdır. Bu tür kişiler şirk kavramının İslam’ın hakim olmasından sonra Kabe’deki putların kırılmalarıyla ortadan ebediyen kalktığını zannederler. Oysa Kuran’da şirki ayrıntılarıyla tarif eden ve müminleri şirkten şiddetle sakındıran çok sayıda ayet vardır. İnsanın kendisine benlik vermesi de çok açık bir şirktir. Bu konumda olan insanların vicdanlarının ve şuurlarının kapandığı bir ayette şöyle bildirilir: “Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?” (Casiye Suresi, 23)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

25 Ağustos 2013 Pazar

Tevbe Etmek Berekettir, Kalbe Ferahlık Verir

Allah insanı çok aciz bir varlık olarak yaratmıştır. Cahillik veya bilgisizlikten dolayı insan gaflete kapılabilir, en iyi bildiği konuları bile unutup yanılabilir, eksik veya hatalı düşünebilir, yanlış kararlar alabilir, bilerek veya bilmeyerek kusurlu bir davranışta bulunabilir. Çünkü insanı Allah’a karşı isyana sürüklemeye çalışan, vesvese vererek doğru yolu üzerine oturmaya çalışan şeytan gibi amansız bir düşmanı vardır. Nefis gibi de sürekli olarak kötülüğü emreden bir yönü vardır. İnsan bu iki negatif güçten kendisini koruyabildiği ölçüde Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanabilir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri “bu tahribat, sefahet ve cazibedar hevesat (dünyanın cazip yönlerinin çok olduğu)zamanında davranışlarımızda temel hareket noktamızın, şerleri (kötülükleri)def etmek ve günahları terk etmek” olduğunu belirtir. Ancak her ne olursa olsun Allah insanlara hatalarını telafi edebilmeleri için mutlaka bir yol gösterir; bu yol tevbedir.
Rabbimiz’in Sonsuz Merhamet ve Şefkat Sahibi, Kullarına Karşı Lütufkar ve Esirgeyici Olması Çok Büyük Bir Nimettir
Allah, insanlara hata ve günahlarından dolayı her zaman bağışlanma dileme ve tevbe etme imkanı tanır. Samimi olarak hatalarından vazgeçen ve Allah’a tevbe eden kimse Allah’ın kendisini bağışlayacağını umabilir. Allah Kuran’da pek çok ayette ‘Affeden’, ‘Bağışlayan’ ‘Koruyan’ ‘Rahmet eden’ olduğunu bildirir. Allah’ın Tevvab yani ‘Tevbeleri kabul eden’, Gafur yani ‘Bağışlayan’, Rahman yani ‘Merhamet eden’ yüce sıfatları pişman olan ve tevbe eden herkesin üzerinde tecelli eder. Allah bir ayetinde “Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim.” (Hicr Suresi, 49) diye buyurarak kullarını müjdeler.
İnsanın hayatı boyunca hiç hata yapmayacağını, eksiksiz ve kusursuz olduğunu iddia edebilmesi imkansızdır. Çünkü insan hata yapabilecek aciz bir varlık olarak yaratılmıştır. Yüce Rabbimiz ise sonsuz bağışlayan ve tevbeleri kabul edendir. Bu nedenle müminin bilerek veya bilmeyerek, gaflete kapılarak ya da nefsine uyarak işlediği hataları konusunda yapması gereken, bunlardan ibret almaktır. Pişman olup doğruya yönelmek, vakit geçirmeden Rabbimiz’e sığınmak ve bir daha o hatayı tekrarlamamak için gayret göstermektir. Elbette ki insan hata yapmamaya ve günah işlememeye, Rabbimiz’in sınırlarını korumaya çok özen göstermelidir. Fakat buna rağmen hata yaptığında da, Allah’tan bağışlanma dilemesi çok güzel bir mümin özelliğidir. Rabbimiz’in ‘Tevbeleri kabul eden’ (Tevvab), ‘Bağışlayan’ (Gafur), ‘Merhamet eden’ (Rahman) isimleri de hatalarından pişman olan ve tevbe edip Allah’a yönelen müminler üzerinde tecelli eder.
Tevbeyi sık yapmak önemli bir mümin özelliğidir
Müminin sık sık tevbe etmesi onun tevazusunun ve Allah karşısında aczini ve farkını bilmesinin bir alametidir. Allah’ın rızasına uygun bir harekettir. Bu ibadete karşılık olarak da Allah çok tevbe eden kişilerin kalbine ferahlık verir, üzerindeki ağırlığı kaldırır, aklını açar.
Tevbede Allah’ın istediği, kişinin hatalarından ders ve ibret almasıdır
Müminin tevbe etmesindeki hikmetlerden biri kesin bir pişmanlık yaşayarak vakit geçirmeden Allah’a sığınıp bir daha o hatayı yinelememek için gayret göstermesidir. Yani gerçek ve içten bir tevbe yapmasıdır. Niyetine ve sözüne sadık kalıp, ölüm gelinceye kadar da doğru istikamet içinde olup tevbe etmesidir. Kuran’da, “Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder...” (Nisa Suresi, 17) ayetiyle, samimiyetle tevbe eden bir kişinin bakış açısının nasıl olması gerektiği tarif eder. Bir başka ayette de Allah “Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 135) diyerek müminin tavrının nasıl olması gerektiğini bildirir.
Yapılan hatalardan hemen Allah’a sığınılması, tevbenin geciktirilmemesi önemli bir noktadır. Çünkü hatalar, Bediüzzaman Hazretleri’nin tarifiyle “tevbe ile çabucak silinmezse, kalbi ısıran zehirli bir yılan haline dönüşür. Kalp de bir defa lekelenince artık yeni lekelere açık hale gelir. Böylece insan fasid (bozuk) bir daire içine düşer. Her günah yeni bir günahı doğurur; doğurmakla kalmaz, insanın içindeki tevbe ve nedamet (kıskançlık) duygularını da pörsütür. Nihayet “Hayır hayır, onların kalbleri pas bağladı.” (Mutaffifin, 83/14) sırrı zuhur eder.
Elbette samimi pişmanlığı yaşayan bir kişi işlediği hatayı veya günahı tekrarlamamaya itinayla gayret etse de yine aynı hataya düşebilir. Bu durum, kişinin kendine olan güvenini yitirmesine sebep olmamalıdır. Ölene kadar her insan için her an tevbe etme ve samimiyetle Allah’a teslim olma yolu açıktır.
Fakat insan da kendisine tanınan süreden dolayı aldanmamalıdır. Allah’ın merhametini, affediciliğini, bağışlayıcılığını suistimal edecek bir ahlak göstermemelidir. Allah’ın kendisine tanıdığı süreyi lehinde kullanmalı, vakti varken tevbe ve bağışlanma dileyerek hidayete yönelmelidir. Çünkü ölüm anındaki iman ve tevbe Allah Katında geçerli olmayabilir. Bu nedenle her an ölecekmiş gibi hareket etmek ve ahlakını güzelleştirmek için gayret etmek zorundadır.
Unutulmamalı ki, insan hayatı boyunca küçük veya büyük nasıl bir hata yaparsa yapsın, samimi olarak tevbe ettiği müddetçe, samimi bir kalple, bağışlayan ve esirgeyen, tevbeleri kabul edip günahları iyiliklere çeviren Allah’a yöneldiği sürece geçmişte yaptığı hatalarının bağışlanmasını umabilir. Allah, tevbenin karşılığını mutlaka verir. Günahlarını bağışlayarak iyiliklere çevirir, yaptığı ve yapacağı hayırlı ve güzel işleri en güzeliyle ödüllendirir.
Yapılan Her Hata Bir Hikmetle Yaratılmıştır
Allah’ın bağışlayan sıfatı, Rabbimiz’in insanlara sunduğu en büyük nimetlerden ve kolaylıklardan biridir. İnsanın ümitsizliğe kapılıp yaptığı hatalardan sonra kendini bir daha toparlayamayacağını düşünmesi çirkin bir zandır. Allah’ın şefkatini, merhametini, bağışlayıcılığını göz ardı eden kişi kendi kendine zulmetmiş, aynı zamanda da Kuran ahlakının gereğini uygulamamış olur. Hatalar, bu hatalar karşısında bunlardan hemen vazgeçen ve Kuran’a uygun bir tavır sergileyerek bunları telafi eden samimi müminlerin ahiretteki derecelerini yükseltir, onları olgunlaştırır, eksiklik ve acizliklerinin, kulluklarının daha iyi bilincine varmalarını sağlar. Önemli olan kişinin günahında ısrar etmeden hemen pişman olup tevbe etmesidir. Ayetlerde Rabbimiz salih amellerde bulanan, zekatı veren, kısaca Kuran ahlakını yaşayanları bağışlayacağını ve rahmetine sokacağını bildirmektedir: 
“Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım.” (Taha Suresi, 82) 
İnsanları din ahlakından uzaklaştıran sebeplerden bir tanesi, işledikleri günahların getirdiği suçluluk duygusu nedeniyle kendilerini “asla düzelmez, iflah olmaz” kimseler olarak görmeye başlamalarıdır. Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerini, tevbeleri kabul eden, sonsuz bağış sahibi olan olduğunu unutan bu insanları şeytan sürekli kışkırtır ve günah işleyen bir insana “sen zaten günahkarsın, artık düzelmen mümkün değil, bunu böyle kabul et” telkini verir. Daha sonra da kişiyi “nasıl olsa bir kez günah işledin, tekrar işlemenin hiçbir kaybı olmaz” gibi kandırmacalarla çok büyük bir batağın içine çeker. İnsanın günahı nedeniyle Allah’a karşı duyduğu mahcubiyet hissini kullanır ve bunu o insanı Allah’tan tamamen uzaklaştırmak için suistimal eder. Ancak şeytanın her hilesi gibi bu da zayıftır. Çünkü bir insanın günah işlemesi, o kişinin artık doğru yolu bulamayacağı anlamına gelmez. Allah, günahlarından dolayı samimi bir şekilde tevbe eden, bağışlanma dileyip artık o günahı işlememeye azmeden herkesi bağışlayacağını Kuran’da şu şekilde bildirmiştir:
“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Maide Suresi, 39)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

23 Ağustos 2013 Cuma

Zalimlik Ve Merhametsizlik İnançsızlığın Bir Sonucudur

  • Bazı insanların saldırgan, zalim ve merhametsiz olmasının nedenleri nelerdir?
  • Merhametsizliğin toplumda oluşturduğu sorunların çözümü nedir?
Hemen her gün medyada, ailesini yaşatmak için yardım dilenen, ekmek bulamadığı için açlıktan ölen, oturacak ev bulamadığı için çadırlarda yaşayan, haksızlığa uğrayan insanların haberlerini görürüz. İntihar eden, birbirlerini öldüren, saldırıya uğrayan, sakatlayan, kavga eden insanlarla ilgili haberlere rastlarız. Bu yıllardır değişmeden devam eden bir durumdur. Bu konuda çeşitli çareler düşünülür, yardım kuruluşları devreye girer, aşevleri açılır ve benzeri tedbirler alınır. Ancak bütün uğraşılara rağmen bu haberler azalmamakta aksine artarak devam etmektedir. 
Hatta günümüzde durum öyle bir hal almıştır ki çıkarlar söz konusu olmadıkça çoğu zaman kimse kimseye yardım bile etmez. Bazı insanlar yüzlerce kişinin doyabileceği yemekleri çöpe atmakta sakınca görmezken bazı insanlar da hemen bu yerlerin yanı başındaki bir sokakta aç yaşamakta hatta açlıktan ölmektedir. Bu gibi insanlar sahtekarca yöntemlere başvurarak birbirlerinin malını haksız yere yemekten, başkalarının haklarını sömürerek para kazanmaktan çekinmemekte, etraflarında gördükleri adaletsizliklere, yanlışlara karşı mücadele etmemekte ve haksızlıklara karşı seslerini çıkartamamaktadırlar. Dolayısıyla böyle bir ortamda zalim ve merhametsiz olanlar, zayıf ve güçsüz olanları istedikleri gibi ezmektedirler.
Günümüz Toplumlarındaki Kargaşa Ortamının Ana Sebebi İnançsızlığın Getirdiği Zalimlik ve Merhametsizliktir
Merhametin gerçek anlamını ve merhametli bir insanın vasıflarını en doğru şekilde öğrenebileceğimiz kaynak, Kuran’dır. Kuran’da insanları merhamete yönelten, bu konuda teşvik eden pek çok ayet vardır. 
İslam ahlakının hakim olduğu bir toplumda gerek maddi gerekse manevi açıdan büyük bir huzur ve rahatlık yaşanır. Böyle bir toplumda insanlar ihtiyaç duydukları anda çevrelerindeki kişilerden mutlaka yardım görürler. Çocuklar sevgi ve merhametin hakim olduğu ortamlarda yetişirler. Zayıf olanlar kuvvetliler tarafından korunur kollanırlar. Hiç kimse başkasının hakkına tecavüz etmez. Herkesin birbirini koruyup-kolladığı, birbirini rahat ettirmeye çalıştığı bir toplumda elbette ki korunup gözetilmesi gereken hiç kimse kalmayacaktır. 
Kuran ahlakının tam olarak yaşandığı bir toplumda adaletsizlik, kargaşa, baskı, zulüm hiçbir şekilde görülmez. Böyle bir ortamda her zaman şefkat, merhamet, huzur, adalet hakimdir. 
Merhamet, Allah sevgisi ve Allah korkusu ile oluşan bir histir. Allah’ı çok seven bir insan Allah’ın yarattıklarını da çok sever, onlara büyük bir şefkat ve merhamet duyar. Rabbimiz’e karşı duyduğu güçlü sevgi ve bağlılıktan dolayı, Kuran’da emredildiği doğrultuda insanlara karşı güzel ahlaklı davranır, Allah’ın merhamet konusunda emrettiklerini yerine getirir.
Merhamet duygularıyla dolu olan bir insan baktığı her şeyde bir güzellik, bir hayır görür. Fakirleri kollar, zayıf düşmüş olanı korur, ihtiyacı olana yardım eder. Allah sevgisi ve Allah korkusundan kaynaklanan merhametin yaşanmadığı bir toplumda ise zengin fakiri kollamaz, haksızlığa uğrayanın hakkı savunulmaz, açıkta kalan insan barındırılmaz.
Dinsizliğin getirdiği kargaşa ve zulüm ortamından kurtulmanın tek yolu, Allah’ın Kuran’da öğrettiği ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tavsiye ettiği merhamet anlayışını tam anlamıyla yaşamaktır. Kuran’da bu ahlakın önemi şöyle bildirilmiştir:
“Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır.” (Beled Suresi, 17-18) 
Bazı toplumlar içerisinde zalimlik ve merhametsizliğe karşı kesin bir çözüme ulaşılamamasının altında yatan sebepler bencillik, kişisel çıkarlar ve hırslar, umursamazlık gibi ahlaki bozukluklardır. Ve bu bozuklukların ortadan kalkmasının tek yolu da, insanlara Kuran’ın sunduğu ahlak modelini anlatmak, vicdansızlığın ahirette hesabının verileceğini hatırlatmaktır.
Toplumda Merhametin Yaygınlaşması İçin…
Toplumda bir davranışın yaygınlaşması için önce o toplumun fertlerinin bu davranışı ve temelindeki anlayışı kavrayıp benimsemesi gerekmektedir. Din ahlakından uzak yaşayan insanların iyi ve güzel olana yönelmeleri ise son derece kolaydır. Merhamete yönelmek, insanın kendi içinde alacağı tek bir karar ve tek bir niyet değişikliğine bağlıdır.
Bu niyet değişikliğinin ardından kişi hem dünyada hem de ahirette güzel bir hayat yaşayacak ve Kuran ahlakını yaşamanın mükafatını Allah Katında alacaktır. Ayrıca Yüce Allah, Kuran ahlakını yaşamaya karar verip zulmü terk eden kimsenin günahlarını da bağışlayacağını bildirmiştir:
“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Maide Suresi, 39)
Kuran’da bildirilen güzelliklerin yaşanması için gereken tek şey, insanların önce kendilerinden başlayarak Kuran ahlakını yaşamaya niyet etmeleri, daha sonra da insanlar arasında aynı ahlakı yaymak için gayret göstermeleridir. Kuran’da bildirilen ahlak yaşandığı zaman, toplum içinde hiçbir ayrım gözetmeden, herkes adaletli, merhametli, hoşgörülü, sevgi dolu, saygılı, affedici, dürüst olacak, Allah’ın izniyle yeryüzünde huzur ve barış hakim olacaktır. Rabbimiz bu konuyla ilgili olarak, müminlerin sahip olması gereken üstün ahlakı bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104)
Gerçek adaletin sağlandığı toplumlarda sahtekarlık, çıkar gözetme, birbirinin hakkına tecavüz etme gibi ahlak bozukluklarına insanlar tenezzül etmezler. Çünkü Kuran ahlakının temel özelliklerinden olan yardımlaşma, merhamet gibi vicdanlı tavırların sonunda kesin olarak adaletli bir ortam oluşur ve herkesin çıkarı, herkesin hakkı korunmuş olur. Bütün bunların neticesinde de toplumun tamamına huzur ve güven hakim olur. O halde tüm Müslümanların yapması gereken, Allah’ın hoşnut olacağı ahlakı insanlara anlatmak, hak dini tüm dünyaya tebliğ etmektir. Çünkü bu, inananların Kuran’da dikkat çekilen en önemli özelliklerinden biridir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.” (Al-i İmran Suresi, 110)
Müminler Vicdanları Gereği Olaylar Karşısında Kayıtsız Kalmazlar
Olaylara vicdanlarını ve akıllarını kullanarak sahip çıkan insanlar çok hızlı bir şekilde eksikleri ve ihtiyaçları tespit ederek, çözüm için yöntemler üretebilirler. İnsanlar genellikle eksiklikleri göremezler veya görmezlikten gelirler. Vicdanlarını rahatsız etse bile ne yapacaklarını bilemez veya harekete geçmeye üşenirler. Çünkü hayatlarının büyük bir bölümünü bu konuya ayırmak zorunda kalacaklarını düşünür ve rahatlarını kaçırmak istemezler. Ancak akıl ve vicdan sahibi kimselerin bu insanlara yol göstermeleri, kararsız ve ne yapacağını bilemeyen insanları güçleri ve imkanları doğrultusunda yönlendirmeleri ve şevklendirmeleri sonucunda birçok sorun büyük bir hızla çözüme ulaşabilir.
Teşvik etmek ve insanları harekete geçirerek hayır işlerinde aracı olmak, Kuran’da makbul olarak gösterilen bir özelliktir:
“Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır; kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah herşeyin üzerinde koruyucudur.” (Nisa Suresi, 85)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Hz. Mehdi (as)'ın "Bakır" Lakabı

 
"Bakır" lakabının anlamı:
Arapça bir kelime olan Tebekkür'ün kökü, Tevessü'ü genişlik ve enginliği ifade eder. İşte tebekkürle aynı kökten gelenBakır'ın bir anlamı İLİMLERİ YARAN olduğu gibi bir anlamı da İLİMLERİ GENİŞLETEN demektir.


 
93  Zohar'da Kral Mesih'in (Hz. Mehdi (as)'ın) "Bakır" sıfatı:
Hz. Musa’nın asasıyla denizi yarması gibi Kral Mesih’in deilim denizlerini yaracağı anlatılmaktadır:
"Mısır'dan Çıkış sırasında Musa asasıyla denizi ikiye ayırdı. Son kurtuluş sırasında yine asa, "hikmet denizini yarıp açacak"tır. (Tikkuney Zohar #21, p.43a)
Müfessirler, Zohar’ın Tevrat’taki derin bilginin açığa çıkması hakkında; bunun gelecekte (ahir zamanda) ortaya çıkacağına işaret ederler.  Son kurtuluşun (Kral Mesih ile) gerçekleşmesi sırasında, bu asa kalem olacak ve bu derin sırların yazılı olarak gözler önüne serilmesiyle "hikmet denizi açılacak" ve bu sayede tüm insanlık Allah’a imanı anlayacaktır. (cf. Likutey Halakhot Pikadon 5:40-42)

93  Hz. Ali (as)'ın Hz. Mehdi (as)'ı "Bakır" lakabıyla anması:
Ali aleyhisselam şöyle buyurdu: "O kavim, ahir zamanda gelecek. Onlar sonbahar bulutları gibidirler. Her kabileden bir, iki, üç ve sonunda sayıları dokuz kişiye ulaşacak. Allah’a andolsun ki ben onların emirini, adını ve gidecekleri yeri tanıyorum. Sonra ayağa kalkarak şöyle buyurdu: "Bakır (Yaran), Bakır, Bakır!"  Sonra şöyle buyurdu: "O benim zürriyetimden biridir. Hadisleri yaracaktır."

93  "Bakır" lakabı niçin verilir?
Örnek: Muhammed Bakır (as), imameti döneminde ilim devrimini başlattı; İslam hakikatlerini, İslam’ın inceliğini ve kısacası İslam ilimlerini yayınladılar.
Bu yüzden Peygamberimiz (sav) kendilerini 'Bakır' diye adlandırmıştı.
Lisan'ul Arab kitabında şöyle der: "İmam Bakır, bu lakapla adlandırılandır. Çünkü ilmi yarandır. İslam ilimlerinin temelini tanıdı. Ayrıntılarını derk etti (kökünden kavradı) ve onları genişletti."


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

20 Ağustos 2013 Salı

Tevrat'ta Kral Mesih'in acı çekmesi

İnsanlarca hor görüldü, yapayalnız bırakıldı. Acılar adamıydı, hastalığı yakından tanıdı. İnsanların yüz çevirdiği biri gibi hor görüldü, ona değer vermedik. (Yeşeya 53:3)
Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden yaralandı, bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza ona verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk. O baskı görüp eziyet çektiyse de Ağzını açmadı. Kesime götürülen kuzu gibi, Kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi Açmadı ağzını. (Yeşeya 53:5-7)
Halklar sana kulluk etsin, Uluslar boyun eğsin. Kardeşlerine egemen ol, Kardeşlerin sana boyun eğsin. Sana lanet edenlere lanet olsun, Seni kutsayanlar kutsansın.” (Yaratılış 27:29)
Nedir uluslar arasındaki bu kargaşa, neden boş düzenler kurar bu halklar? Dünyanın kralları saf bağlıyor, hükümdarlar birleşiyor Rab'be ve meshettiği krala [Hz. Mehdi (as)'a] karşı. "Koparalım onların kayışlarını" diyorlar, "atalım üzerimizden bağlarını."(Mezmurlar, 2:1-3)
Mesih için şöyle yazılmıştır; Rab'bin Ruhu, bilgelik ve anlayış ruhu, öğüt ve güç ruhu, bilgi ve Rab korkusu ruhu onun üzerinde olacak… Bu O'nun [Allah'ın] ona [Hz. Mehdi (as)'a] salih işler ve cendere gibi sıkıntılar yüklediğini öğretir. (Talmud, Sanhedrin 93b)
... "Davud oğlunun [Hz. Mehdi (as)'ın] geleceği nesilde, alimler aleyhine dava açılacak… Bir imtihanın ardından bir başka imtihan gelecek... " (Talmud, Kethuboth 112b)
İnsanlar beni küçümsüyor, halk hor görüyor. Beni gören herkes alay ediyor, Gülüp baş sallayarak diyorlar ki, “Sırtını RAB'be dayadı, kurtarsın bakalım onu, Madem onu seviyor, yardım etsin!” (Mezmurlar 22:6-8)
Benden uzak durma! Çünkü sıkıntı yanıbaşımda, ... Boğalar kuşatıyor beni, azgın Başan boğaları sarıyor çevremi. Kükreyerek avını parçalayan aslanlar gibi ağızlarını açıyorlar bana. Köpekler kuşatıyor beni, Kötüler sürüsü çevremi sarıyor. (Mezmurlar 22:11-13,16)
O'dur öcümü alan, Halkları bana bağımlı kılan. Düşmanlarımdan kurtarır, Başkaldıranlardan üstün kılar beni, Zorbaların elinden alır. Bunun için uluslar arasında sana şükredeceğim, ya RAB, Adını ilahilerle öveceğim. RAB kralını büyük zaferlere ulaştırır, Meshettiği krala, Davut'a ve soyuna sonsuza dek sevgi gösterir. (Mezmurlar 18:47-50)
Ama sen, ya RAB, ... Ey gücüm benim, yardımıma koş! Canımı kılıçtan, Biricik hayatımı köpeğin pençesinden kurtar! Kurtar beni aslanın ağzından, Yaban öküzlerinin boynuzundan. (Mezmurlar 22:19)
Ama ben sana güveniyorum, ya RAB, "Tanrım sensin!" diyorum. Hayatım senin elinde, Kurtar beni düşmanlarımın pençesinden, Ardıma düşenlerden. Yüzün kulunu aydınlatsın, sevgi göster, kurtar beni! (Mezmurlar 31:14-16)
Ya RAB, esirgeme sevecenliğini benden! Sevgin, sadakatin hep korusun beni! Sayısız belalar çevremi sardı, ... önümü göremiyorum; Başımdaki saçlardan daha çoklar...  Ne olur, ya RAB, kurtar beni! Yardımıma koş, ya RAB! Utansın canımı almaya çalışanlar, Yüzleri kızarsın! Geri dönsün zararımı isteyenler, Rezil olsunlar! Bana, "Oh! Oh!" çekenler Dehşete düşsün utançlarından! Sende neşe ve sevinç bulsun Bütün sana yönelenler! "RAB yücedir!" desin hep Senin kurtarışını özleyenler! (Mezmurlar 40:11-16)
Geçmişte bir görüm aracılığıyla, Sadık kullarına şöyle dedin: "Bir yiğide yardım ettim, Halkın içinden bir genci yükselttim. ... Elim ona destek olacak, Kolum güç verecek. Düşman onu haraca bağlayamayacak, Kötüler onu ezmeyecek. Düşmanlarını onun önünde kıracağım, Ondan nefret edenleri vuracağım. Sadakatim, sevgim ona destek olacak, Benim adımla gücü yükselecek. (Mezmurlar 89:19-24)
Gözlerim düşmanlarımın bozgununu gördü, Kulaklarım bana saldıran kötülerin sonunu duydu. (Mezmurlar 92:11)
RAB'bi seviyorum, Çünkü O feryadımı duyar. Bana kulak verdiği için, Yaşadığım sürece O'na sesleneceğim. Ölüm iplerine dolaşmıştım, ... Sıkıntıya, acıya gömülmüştüm. O zaman RAB'be yakardım, "Aman, ya RAB, kurtar canımı!" dedim. RAB lütufkâr ve adildir, Sevecendir Tanrımız. (Mezmurlar 116:1-5)
Uzaklaştır benden küçümsemeleri, hakaretleri, Çünkü öğütlerini tutuyorum. Önderler toplanıp beni kötüleseler bile, Ben kulun senin kurallarını derin derin düşüneceğim. Öğütlerin benim zevkimdir, Bana akıl verirler. (Mezmurlar 119:22)
Kötülerin ipleri beni sardı, Yasanı unutmadım. (Mezmurlar 119:61)
Küstahlar yalanlarla beni lekeledi, ama ben bütün yüreğimle senin koşullarına uyarım. Onların yüreği yağ bağladı, Bense zevk alırım yasandan. İyi oldu acı çekmem; çünkü kurallarını öğreniyorum. Ağzından çıkan yasa benim için binlerce altın ve gümüşten daha değerlidir. (Mezmurlar 119:69-72)
Sevecenlik göster bana, yaşayayım, çünkü yasandan zevk alıyorum. Utansın küstahlar beni yalan yere suçladıkları için. Bense senin koşullarını düşünüyorum. Bana dönsün Senden korkanlar, Öğütlerini bilenler. (Mezmurlar 119:77-79)
Bütün buyrukların güvenilirdir; haksız yere zulmediyorlar, yardım et bana! Neredeyse sileceklerdi beni yeryüzünden, Ama ben Senin koşullarından ayrılmadım. (Mezmurlar 119:86-87)
Kurtar beni, çünkü Seninim, Senin koşullarına yöneldim. Kötüler beni yok etmeyi beklerken, ben Senin öğütlerini inceliyorum. (Mezmurlar 119:94-95)
Yok yere zulmediyor bana önderler, oysa yüreğim senin sözünle titrer. Ganimet bulan biri gibi verdiğin sözlerde sevinç bulurum. Tiksinir, iğrenirim yalandan, Ama Senin yasanı severim. (Mezmurlar 119:161-163)
Sıkıntıya düşünce RAB'be seslendim; Yanıtladı beni. Ya RAB, kurtar canımı yalancı dudaklardan, Aldatıcı dillerden! (Mezmurlar 120:1-2)
Burada Davut soyundan güçlü bir kral çıkaracağım, Meshettiğim kralın soyunu Işık olarak sürdüreceğim. Düşmanlarını utanca bürüyeceğim, Ama onun başındaki taç parıldayacak." (Mezmurlar 132:17-18)
... ya RAB: "Sığınağım, Yaşadığımız bu dünyada nasibim sensin" diyorum. Haykırışıma kulak ver ... Kurtar beni ardıma düşenlerden, Çünkü benden güçlüler. Çıkar beni zindandan, Adına şükredeyim. O zaman doğrular çevremi saracak, Bana iyilik ettiğin için. (Mezmurlar 142:5-7)
Bundan dolayı ona ünlüler arasında bir pay vereceğim, ganimeti güçlülerle paylaşacak. Çünkü canını feda etti, başkaldıranlarla bir sayıldı. Pek çoklarının günahını o üzerine aldı, başkaldıranlar için de yalvardı. (yeşeya 53:12)
Korkma, çünkü ben seninleyim, yılma, çünkü Tanrın benim. Seni güçlendireceğim, evet, sana yardım edeceğim; Zafer kazanan sağ elimle sana destek olacağım. "Sana öfkelenenlerin hepsi utanacak, rezil olacak. Sana karşı çıkanlar hiçe sayılıp yok olacak. Seninle çekişenleri arasan da bulamayacaksın. Seninle savaşanlar hiçten beter olacak.” (Yeşeya 41:10-12)
... Sana saldıran herkes önünde yenilgiye uğrayacak. ... Ama sana karşı yapılan hiçbir silah işe yaramayacak, Mahkemede seni suçlayan her dili suçlu çıkaracaksın. RAB'be kulluk edenlerin mirası şudur: Onların gönenci bendendir" diyor RAB. (Yeşeya 54:15-17)
İzlerimizi sürüyorlar, Sokaklarımızda gezemez olduk. Sonumuz yaklaştı, günlerimiz tükendi, Çünkü sonumuz geldi. Bizi kovalayanlar gökteki kartallardan çevikti, Dağların üstünde kovaladılar bizi, Çölde bize pusu kurdular. Yaşam soluğumuz, RAB'bin meshettiği kral onların çukurunda yakalandı; Hani onun için, “Ulusların arasında onun gölgesinde yaşayacağız” dediğimiz. (Ağıtlar 4:18-20)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Demokrasinin gerçek kaynağı Allah'ın elçileri olan Peygamberlerdir

İnsan hayatının çok önemli bir parçası olan ve hayat kalitesini yükselten özgürlük, ancak demokrasi anlayışının egemen olması ile mümkündür. Çünkü demokrasi, tüm insanların sosyal adalet, eşitlik, hak ve özgürlüklere sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Demokrasi peygamberler vesilesiyle Yüce Allah’ın  kullarına Hak Kitaplarda  vahyettiği bir nimettir. Tüm Hak Kitaplarda özgürlük, sevgi, merhamet, adalet, herkesin özgürce yaşayacağı, özgürce fikirlerini anlatacağı barış içinde yaşanan bir ortam emredilmiştir. Bu nedenle demokrasinin ilk geliştiği yer olarak kabul edilen eski Yunan toprakları veya günümüzde demokrasinin merkezi kabul edilen Avrupa ülkeleri demokrasiyi Hak dinlerden öğrenmişlerdir. Ancak demokrasinin en gelişmiş şekli İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olması ile yaşanacaktır.
İslam ahlakını tanımayan veya İslam hakkında yeni bilgi edinen kimi insanlar İslam’ı yanlış kaynaklardan öğrendikleri için yanlış önyargı ve kanaate sahip olabilirler. Bu insanlar, hiçbir doğruluğu olmadığı halde, İslam’ın yaşam alanlarını kısıtlayacağını, özgürlüklerini engelleyeceğini, düşüncelerini kontrol altına alacağını, sanatı ve bilimi sınırlandıracağı yanılgısına kapılırlar. Oysa İslam insanlara düşünce, ibadet ve ifade özgürlüğü sağlayan, onların her türlü hakkını koruma altına alan ve insanlara gerçek özgürlüğü sunan bir dindir. Nitekim Kuran’da bildirilen, “Eğer seni yalanlarlarsa, onlara de ki: “Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Yunus Suresi, 41) ayeti Yüce Allah’ın kullarına demokrasiyi emrettiği ayetlerden biridir. Bu ayette kimseye baskı ve zorlama yapılmaması herkesin fikir ve inanç özgürlüğüne sahip olmasının önemi çok açık olarak bildirilmiştir.
Demokrasinin Her Şartı Ancak İslam Ahlakının Yaşanmasıyla Uygulanabilir
1-SOSYAL ADALET: Yüce Allah Sosyal Adaleti ve Paylaşımı Emreder
Gerçek demokrasilerde sosyal adalet demokrasinin temel ilkelerinden biridir. İnsanlar sosyal adaleti  Hz. İbrahim (a.s.) ve  Hz. Nuh (a.s.)’dan  öğrenmişlerdir. Dini kaynaklara göre Hz. Nuh (a.s.) tufandan sonra gemi karaya oturduğunda çok az kalan nohut, mercimek, üzüm, incir, bulgur gibi yiyeceklerin hepsini karıştırıp pişirmiş ve aşure yapmıştır. Sonra gemide bulunan herkesle birlikte hazırladığı yemeği yemiştir. Bu sosyal adalettir. Çünkü herkese eşitlik, yardımseverlik ve ikramı öğretmekte ve insanlara yiyecek dağıtmanın önemini hatırlatmaktadır:
“Andolsun, elçilerimiz İbrahim’e müjde ile geldikleri zaman; “Selam” dediler. O da: “Selam” dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.”   (Hud Suresi, 69) ayetinde haber verildiği gibi Hz. İbrahim (a.s.) da misafirleri geldiğinde hemen bir buzağıyı kesip pişirmiş ve misafirlerine ikram etmiştir. Hz. İbrahim (a.s.)’ın hiç tanımadığı kişilere ikramda bulunmasıyla Yüce Allah yemek ikram etmenin güzel bir davranış olduğunu, ayrıca mümkün oldukça fakirlere de yiyecek ikram etmenin önemini hikmetli bir örnekle bildirmiş ve sosyal adalete dikkat çekmiştir.
2-EŞİTLİK: Yüce Allah Irkların Birbirine Üstünlüğü Olmadığını Kuran’da Bildirmiştir
Yüce Allah bir Kuran ayetinde haber verdiği gibi “üstünlüğün takvaya göre olacağını”bildirmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13)
Yüce Allah’ın emrettiği bu gerçeği Peygamberimiz (s.a.v.) ise hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. İnsanlar muhakkak ve muhakkak ırklarıyla övünmeyi bırakmalılar.” (Sünen-i Ebu Davud, 4/331)
“Sizin şu soyunuz-sopunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi (denk) buğday taneleri gibisiniz... Halbuki, hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter.” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 4/158, İbnu Kesir, 4/128)
Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde de Müslümanlara şöyle seslenmişti:
“Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acemi olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah Katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır.” (www.enfal.de/veda.htm)
3-ADALET: Yüce Allah Adaleti Emreder
Allah Kuran’da müminlere “... Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın...” (Nisa Suresi, 135) şeklinde buyurmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, hem Müslümanlar arasında verdiği hükümler, hem diğer din, dil, ırk ve kavimlerden olan kişilere karşı adil ve şefkatli tutumu, hem de Allah’ın ayetinde bildirdiği gibi zengin, fakir ayırmaksızın herkese eşit davranması demokrasi anlayışına güzel bir örnek oluşturur.
Allah bir ayetinde Resulüne şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.” (Maide Suresi, 42)
Peygamberimiz (s.a.v.) bu ayetin hükmüne uyarak zorlu bir kavmin içinde dahi, Allah’ın emrini yerine getirmiş ve hiçbir zaman adaletten taviz vermemiştir. Daima ayette bildirildiği üzere “Rabbim adaletle davranmayı emretti...” (Araf Suresi, 29) diyerek her devirde tüm insanlara örnek olmuştur. 
Demokrasi Allah’ın Emrettiği Ahlak Anlayışının Yaşanmasıyla Olur
Görüldüğü gibi İslam’ın özünde düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü vardır. Bazı insanlar demokrasinin insanlık tarihine Eski Yunan‘la birlikte girdiğini zannederler. Oysa insanlara demokrasiyi öğreten Allah’tır. Hz. Adem (a.s.)‘dan bu yana tüm peygamberler özgürlüğün, hür düşüncenin, fikirlere saygının gerçek temsilcisidirler. Demokrasi denildiğinde insanların aklına gelen özgürlük, adalet, kimseye baskı yapılmaması, her insanın birinci sınıf vatandaş olması, insanlara saygı duyulması, güven duyulması, insanların fikrinden dolayı yargılanmaması gibi tüm kavramların özü din ahlakında mevcuttur. İnsanlar bunları tarih boyunca Allah’ın indirdiği Hak dinler vesilesiyle öğrenmişler ve en güzel örneklerine de Hak dinlerin yaşandığı dönemlerde şahit olmuşlardır.
İnsanlara düşüncelerinden dolayı zulmedildiği, farklı ideolojilere sahip olanların ezildiği, farklı din mensuplarının aşağılandığı, sanatın, bilimin, mimarinin öldüğü, insanların yaşama sevinçlerini yitirip adeta birer robota dönüştürüldükleri, kitap yakmaların, cinayetlerin, katliamların, soykırımların yaşandığı dönemlere baktığımızda ise ya dinsiz, ateist ideolojilerin ya da din ahlakını özünden kopararak radikal bir zihniyetle yanlış şekilde yorumlayanların etkisini görürüz.
Yüce Allah’ın Hak dini, Allah’ın emrettiği şekliyle yaşandığında insanların özlemi içinde oldukları gerçek adalet, demokrasi, saygı ve sevgi yaşanır. Allah’ın izniyle pek yakında demokrasi, kardeşlik, sevgi, dostluk, barış tarihte eşi görülmemiş bir şekilde tüm dünyaya hakim olacak, insanlar imanın neşesini, sevincini, bereketini doya doya yaşayacaklardır. Ayetlerin işaretlerinden, Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinden ve büyük İslam alimlerinin sözlerinden açıkça görüldüğü üzere içinde yaşadığımız dönem ahir zamandır. Ahir zamanın çileli, sıkıntılı, zor günleri Hz. İsa (a.s.)‘ın ve Hz. Mehdi (a.s.)‘ın vesilesiyle bu yüzyılda son bulacak, dünya yepyeni aydınlık bir döneme girecektir. Allah’ın varlığını ve birliğini en güzel ve hikmetli şekilde anlatmak ve insanlara Kuran’daki ve Asr-ı Saadet dönemindeki İslam’ı tanıtmak ise yakın gelecekte kavuşacağımız aydınlık günler için çok önemli bir zemin hazırlamaktadır. Temennimiz Allah’ın bu yazıyı da söz konusu güzelliklere vesile kılması ve “insanların Allah’ın dinine akın akın girdiklerini” gördüğümüz günlerin bir an önce gelmesidir. Allah’ın bu müjdesi Kuran’da şöyle haber verilmektedir:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi, 1-3)
Diğer tüm peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliği süresince demokrasi anlayışına örnek teşkil eden birçok olay yaşanmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaşadığı coğrafyada çok çeşitli din, dil, ırk ve kabileden insan birarada yaşıyordu. Bu toplulukların birarada huzur ve güven içinde yaşamaları, aralarına nifak sokmaya çalışanların etkisiz bırakılmaları çok zordu. En küçük bir sözden veya tavırdan hemen bir grup diğerine karşı öfkelenip saldırabiliyordu. Ancak Peygamberimiz (sav)’in demokrasi anlayışı, adaletle hükmetmesi, Müslümanlar için olduğu kadar bu topluluklar için de bir huzur ve güvence kaynağı  olmuştur. Asr-ı Saadet döneminde Arabistan Yarımadası’nda Hıristiyan, Musevi, putperest, ayırt etmeksizin herkese adil davranılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) Allah’ın “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur...” (Bakara Suresi, 256) ayetine uyarak, herkese hak din ahlakını anlatmış, ancak seçimlerini yapmak konusunda serbest bırakmıştır.
İslam Dininde Özgürlüğe Önem Verilmiş, Zorlama ve Baskı Yasaklanmıştır
Her Müslüman Kuran ahlakının gereği olarak insanlara doğru yolu göstermekle, onları iyiliğe davet etmekle ve kötülükten men etmekle yükümlüdür. Ama bu hiçbir zaman bir insanı kendisi gibi düşünmeye, kendisi gibi yaşamaya, kendisi gibi davranmaya, kendisi gibi giyinmeye mecbur etmek anlamına gelmez. Müslüman doğruyu gösterir, seçimi karşısındaki kişiye bırakır. Bu, Allah’ın Kuran’da, “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur... (Bakara Suresi, 256)” ayetiyle bildirdiği hükümdür.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Yüce Allah’ın bu emrine uygun olarak Arap Yarımadası’nın güney kısmındaki Hıristiyan Necran Halkı ile antlaşma yapmıştır. Bu İslam dininin demokrasilerdeki düşünce ve inanç özgürlüğünün asıl kaynağı olduğunu açıkça gösterir. Antlaşmanın maddelerinden biri şöyledir:
“Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları herşey Allah’ın ve Allah’ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır.” (Majid Khoduri, İslamda Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s . 209-210)
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hıristiyan, Musevi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası da İslam’daki demokrasi anlayışının en güzel örneklerinden biridir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Vesikası’nın en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır. Bu konu ile ilgili madde şöyledir:
“Ben-i Avf Yahudileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir.” (Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s.128)
Medine Vesikası’nın 16. maddesinde ise, “Bize tabi olan Yahudiler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır” (İbn Kesir, El-Bidaye, III/224-225; Hamidullah, El-Vesaik, No:1, s.39-44; Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.40)diye bildirilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’den sonra da sahabeleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in antlaşmaya koydurduğu bu hükme sadık kalmışlar ve aynı hükmü, Berberi, Budist, Brahman ve benzeri inançlara sahip kişiler için de uygulamışlardır. (Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s.162-163)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/