]]>

23 Aralık 2013 Pazartesi

İdam cezası insan haklarına aykırıdır, kaldırılmalıdır

Geçtiğimiz gün Bangladeş’te ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış olan Cemaat-i İslami lideri Abdulkadir Molla, temyiz mahkemesine başvurmuş ve kararın iptalini beklerken Yargıtay tarafından idama mahkum edilmiştir. Sessiz sedasız uygulanmak üzere olan bu idam kararı, özellikle sosyal medyada ve kamuoyunda verdiğimiz tepkiler sonucunda tüm dünyaya deşifre olmuş, bu sebeple Bangladeş hükümeti kararı bir gün ertelemiş ve mahkemece tekrar görüşüleceğini söyleyerek zaman kazanmaya çalışmıştır. Bir gün sonraki mahkemede sadece usulen savunma dinlenmiş ve istişareye dahi ihtiyaç duyulmadan tekrar idam kararı verilmiştir. Devlet başkanı Sheikh Hasina, 1971 yılındaki bağımsızlık savaşı sırasında Pakistan ile işbirliği yaptığı iddiasıyla Bangladeş’te savaş suçlusu ilan edilmiş olan Cemaati İslami üyelerinin birer birer bu karşılığı alacaklarını twitter hesabından bildirmiş ve Bangladeş’in laik bir ülke olduğunu söylemiştir. Oysa idam vahşet dolu bir uygulamadır, laik devlet anlayışı ve demokrasi ile bir bağlantısı yoktur; yalnızca korku imparatorluğu işlevi gören devletlerde canlı kalmıştır.
İdam cezası, suçlunun pişman olmasını, davranışlarını düzeltmesini, geçmişten dersler almasını sağlayan bir ceza değildir. Bir insanın canı alındığında artık geçmiş hatalarından ders çıkarma, pişman olup düzelme ihtimali yoktur. Eğer amaç toplum güvenliği ise, bu kişiler müebbet hapis edilerek veya rehabilite edilerek de aynı hatta daha olumlu sonuç alınabilir.
İdam, din ve ahlaki değerlerden yoksun barbar toplumların geçmişte tek çözüm olarak bildikleri son derece çağ dışı bir cezalandırma şeklidir ve uygulayan toplumlara temelde hiç bir mutluluk getirmez. Tam tersine o toplumları, tüm sorunları öldürmekle halletmeye çalışan vahşi topluluklar haline getirir ki bunun ceremesini daima devletlerin kendisi çeker. Sheikh Hasina, ülkesinde idamlarla bir disiplin sağlanacağını zannediyor olabilir. Oysa idamlar toplum içinde öfkeyi daha kızıştıracak, hükümet yanlısı kişiler bile öldürerek bir yere varmayı hedefleyecek ve bu bela mutlaka hükümetin kendisine dönecektir. Şu an dünyada idamın resmi olduğu ülkelere şöyle bir bakıldığında bu durum daha açık anlaşılabilmektedir.
İdam; ceza hukuku veya toplum düzeni gibi yatıştırıcı kelimelerle yumuşatılamayacak kadar büyük bir vahşettir. Özellikle Müslüman ülkelerin bundan kesin olarak kaçınması gerekir. Çünkü İslam dini, öldürmeyi büyük bir suç saymış ve bir kişiyi öldürenin bütün insanlığı öldürmüş gibi olacağını bildirmiş bir dindir. Kimileri bu açıklamalara Kuran’daki kısas ayetlerini bildirerek karşı çıkarlar. Oysa kısasta da Allah’ın beğendiği ve istediği affedici olmaktır:
Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi. Fakat kimin (hangi katilin) lehine, onun (maktulün) kardeşi (varisi veya velisi) tarafından bağışlanırsa, artık (yapılması gereken) örfe uymak (ve) ona (maktulün varis veya velisine) güzellikle (diyet) ödemektir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim bundan sonra tecavüzde bulunursa, onun için elem verici bir azap vardır. (Bakara Suresi, 178)
Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir.Gerçekten O, zalimleri sevmez. (Şura Suresi, 40)
Kuran ayetlerinde görüldüğü gibi asıl olan affetmek ve ıslah etmektir. İdam cezası affetmek gibi bir ibadeti ortadan kaldırdığı gibi yine ayette geçen bir insanın ıslah edilmesi aynı zamanda toplum içinde dirliğin kurulup sağlanması ihtimallerini de ortadan kaldırır. Müslüman toplumlarda bir suçluya yönelik olarak verilmesi gereken eğitim şu ayetteki gibi olmalıdır:
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)
Demek ki İslam’a göre yapılması gereken önce affetmek ve ardından İslam’ın güzel ahlakını ona öğretmektir. Sırf intikam almak, oy kazanmak veya ömür boyu hapse mahkum insanların bakımını üstlenmemek gibi sebeplerle idam gibi bir vahşet sistemini kurmak ve bunu umarsızca uygulamak, Kuran’a göre büyük suçtur.
İşte bu nedenle Bangladeş de dahil olmak üzere bütün ülkelerde acilen idam cezasının kaldırılması gerekmektedir. Tüm idam cezalarının acilen hapis cezasına dönüştürülmesi elzemdir. İslam’a ve toplumsal düzene uygun olan budur. Bangladeş’te de Abdulkadir Molla hakkında verilmiş olan ve bugün içinde her an uygulanabilme ihtimali olan idam kararının acilen kaldırılması gerekmektedir. Aksi taktirde bu tip idam kararları sessiz sedasız verilmeye ve yine sessizce uygulanmaya devam edecektir. Özellikle Bangladeş gibi hukuk sisteminin ciddi hatalarla işlediği bir ülkede, böyle bir vahşetin devam etmesine izin verilmemelidir. Çok iyi bilinmektedir ki, Molla’nın idam edilmesi durumunda hem toplum içindeki huzursuzluk artacak ve bunu yeni idamlar takip edecektir. Bunun için acilen bütün kurumların bu konuda seslerini duyurması ve hem Bangladeş’te hem de bütün dünyada idam kararlarının durdurulması için çok sesli bir kampanya başlatılması gerekmektedir. Bu kampanyaya desteğinizi acilen bekliyoruz. 

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

Politika adına kardeşlik bağları kopmasın

Reelpolitik, ülke çıkarlarını esas olan bir stratejidir. Bir ülke sizin ülkenize yakınlaşıyorsa, bunun arka planında ülkenizden geçen doğalgaz boru hatlarının, ticaret yollarının, askeri anlaşmaların izlerini aramak lazım. Bu stratejide bir ülkeye sunulan imkanlar, gülen yüzler ve yapılan anlaşmalar çoğu zaman şüphelidir. Ülke istikrarını kaybettiğinde, çıkarlarını kaybedenler de birer birer uzaklaşır veya istikrarsız ülkeyi sömürmenin yollarını aramaya başlarlar.
Oysa tüm hak dinler şunu öğütler: Komşunu sevecek ve barıştırıcı olacaksın. İşte burada reelpolitik hesaplar olmaz artık. Siyasi manevralar, çıkar çatışmaları, politikanın gerçeklerine göre değerlendirmeler yapılmaz. Burada başka bir esas aranır: Kardeşlik esası. Duruma ve şarta göre yapılan politik manevralarla, sadece geçici başarılar kazanılır. Bunun sonucunda halkın az bir kısmı memnun, geri kalanı daima endişelidir. Politik manevralar sadece günü kurtarır, gelecekteki muhtemel felaketleri önleyemez. Ama kardeşlik, iyi günde de, kötü günde de kardeşin yanında olmayı gerektirir.
Türkiye işte bu yüzden Mısır hakkında çok konuştu. Orduyu politikada görmek istemedi Türk halkı, çünkü yıllarca bundan canı yanmıştı. Mısır, adeta Türklerin kendi vatanları gibiydi. Türk halkı ciddiye aldı Mısır’da olanları, çünkü Mısır Osmanlı’dan beri bizim kardeşimiz, bir parçamızdı.
Kimileri istemedi Türkiye’nin müdahilliğini. Mısır halkının sorunlarını Mısır kendisi çözer dediler. Olabilirdi elbette, ama olmadı. Kendi tarihimizde yaşadığımız pek çok şeyi Mısır yaşıyor şimdi. Bir dostun, bir kardeşin hakemliğine ihtiyacı var bu ülkenin. Mısır, reelpolitik çıkarlar için kendisine yaklaşan çok ülke görecektir. Ama Türkiye, Mısır’la her şeyden önce kardeştir.
Bir kısım keskin söylemler Mısır yönetimini tedirgin etti ve Mısır elçimizin ülkeden ihracı elbette tüm dünyada dikkat çekti. Yılların kadim dostu iki ülke arasında olmamalıydı bunlar. Elbette olmamalıydı, ama krizler geçicidir. Yapılması gereken ise vakit kaybetmemek ve sadece çözüme odaklanmaktır.
Türkiye, İslam kültürünün hakim olduğu Ortadoğu’da İslam’ın en büyük vasıflarından biri olan barıştırıcılık vasfını üstlenmek zorunda. Türkiye’nin bu vasıf ile devreye girmesine Mısır halkının %100’ünün ihtiyacı var, sadece %50’sinin değil. Dolayısıyla Türkiye, Mısır halkının tümünün mutlu olacağı bir politikanın peşine düşmeli ve tarafgir değil uzlaştırıcı vasfı ile devrede olmalı.
Uzlaştırabilmek için ülkenin iki farklı yarısının ne istediğini anlamak lazım. Mursi destekçilerinin nasıl demokrasinin bir parçası olmasını istiyorsak, aynı şekilde Mursi karşıtı olanların da ciddi bir radikalizm korkusu içinde olduklarını görmek gerekiyor. Radikalizm endişesi ise oldukça tahrip edicidir. Mısır halkının bir yıllık demokrasi deneyimini başarısız geçirmesinin en büyük sebebi buydu. Mursi idaresi çeşitli reformlar denedi ama beklenen şey köklü bir değişiklikti. Hurafelerle daima engellenmeye çalışılan, fakat gerçekte İslam dininin esasını teşkil eden “özgürlük”, Mısır halkını mutlu ederdi. Bir kesim, böyle bir dönüşümü istedi belki ama bir kısım hala geçmişin bağnaz zihniyetinin etkisindeydi. Bunu istemedi Mısır halkı, hala da istemiyor.
Bu tehditten kurtulmanın yolu ise baskı veya yasaklama olmamalı. Baskı ve yasaklamalar daima öfke artırıcıdır; çözüm değil nefret üretir. Çözümlerin daima tek yolu vardır: Eğitim!
Müslüman Kardeşler büyük ve köklü bir akım. Bu büyük hareketi baskılamaya çalışmak, halkın yarısının mutsuzluğu anlamına gelir. Ve Mısır yine aynı kavganın içine sürüklenir.
Bunun için doğru bir eğitim politikası gerekiyor. Bunun için hem demokrasi konusunda hem de modern ve özgürlükçü İslam anlayışında deneyimli bir kardeş ülkenin varlığı gerekiyor. Bunun için Türkiye’nin orada, hem eğitici hem de barıştırıcı olarak bulunması gerekiyor.
İslam’ın özgürlük ve demokrasi dini olduğunu; sanatı, bilimi, estetiği ve her türlü güzelliği teşvik ettiğini; kadını yüceltip ön plana çıkardığını ve gerçek İslam’daki çözümün kavga değil mutlaka ve daima barış olduğunu göstermeli Türkiye. Bunu iki tarafı barıştırarak yapmaya başlamalı. Türkiye mükemmel bir ülke değil; ama tarihi arabuluculuk rolü onu devreye girmeye zorunlu kılıyor. Mısır’da bir kardeş olarak bulunmalı Türkiye. Reelpolitik hesaplarla değil, Mısır’ın bir parçası olarak.
İstenmeyen bir politik hamle ile büyükelçimiz Mısır’ı terk etti. Ama kardeşlikler politik hamlelerle bozulmazlar. Geçmişte kardeşliği etkilemeyen böyle krizler, yine geçici olmaya mahkum. Ama elimizi çabuk tutmalıyız. Bunun için Türkiye’nin Mısır halkının tümünü kucaklayan bir hamlesi güzel ve yerinde olur.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/