]]>

21 Ocak 2014 Salı

Bağnazlar öğretilerini nesilden nesile aktarırlar

Kimi insanlar bağnazlığın, körü körüne ve bilinçsizce uygulandığını zannederler. Oysa çoğunlukla durum böyle değildir. Bazı koşullarda cahillik ve eğitim yetersizliği sonucu benimsenen bağnazlık, bazen de yıllar süren bir eğitimle özel olarak öğrenilip uygulanmaktadır. Dolayısıyla bu eğitimi alan bağnazlar, öğretilerinin, hayatın en doğru yorumu olduğuna kesin olarak inanır ve bu fikirlerini bilerek ve isteyerek savunurlar. Kısacası bağnaz düşünce, zannedildiği gibi her zaman eğitimsizlikten kaynaklanmamakta, bilinçli tercihe dayalı bir eğitimle de elde edilebilmektedir.
Bağnazlığı hayat felsefesi edinmiş kişiler, bu geleneklerini gerek aile içi eğitim, gerekse okul eğitimiyle disiplinli bir şekilde nesilden nesle aktarırlar. Hurafelere dayalı bağnaz düşünce, küçük yaşlardan itibaren ciddi ve kapsamlı bir kitap okuma eğitimine tabi tutulan çocuklara sistematik bir çalışmayla öğretilir.
Ebeveynler de aynı eğitim sürecinden geçmiş olduklarından, çocukların okulda ve aile ortamında edindikleri bilgilerle paralellik gösterirler. Bu da, çocukların, bulundukları her ortamda aynı bağnaz telkinleri almalarına yol açar. Dolayısıyla bağnaz bir ailede yetişen çocuk, genellikle anne-babasından farklı bir bakış açısı geliştirme imkanı bulamaz.
Bağnazların başlıca özelliklerinden biri İslam dininin yegane kaynağı olan Kuran-ı Kerim’i -haşa- yetersiz görmeleridir. Bir kişinin Kuran’ı kendi başına okuyarak anlamasının mümkün olmayacağını, dinin yalnızca geleneksel alimlerden ve onların eserlerinden öğrenilebileceğini ileri sürerler. Bu doğrultuda bağnazlığı savunan alimlerin kitapları dışında hiçbir kitap tavsiye edilmez, hatta tamamen yasaklanır. Kuran’ı –haşa- yetersiz gören bu sapkın düşünceyle insanların Kuran’a dayalı gerçek bilgilere ulaşmaları engellenmiş olur.
Bağnazlığın bir diğer özelliği de detaycılıktır. Kuran’da yalnızca tek bir ayet ile anlatılan bir konu, bağnaz öğretilerin yer aldığı kitaplarda yüzlerce sayfa ile anlatılır. Bağnazlar detaya girdikçe dinin gerçeğinden uzaklaşır, ama bunun farkına varmazlar. Ve böylece Kuran'da olmayan batıl bilgiler içinde kaybolur; Kuran’ın insanın içini açan, akılcı ruhundan uzaklaşarak hurafelerle dolu bağnazlığı yaşamaya başlarlar.
İnsanları bu karanlık hayat felsefesinden kurtarmanın en iyi yolu, sistemli ve doğru şekilde yürütülecek bir eğitim programıdır. Müslüman ülkelerde din eğitiminin yalnızca Kuran esas alınarak yapılması elzemdir. Yeni nesiller dini bağnaz kitaplardan değil, bizzat Kuran’dan öğrenmelidir.
Çocuklara anlatılması gereken önemli bir konu da, bilimsel bulguların Kuran ayetleri ile tam bir uyum içinde olduğu gerçeğidir. Zira bağnaz düşüncede pek çok bilimsel bulgu gündeme getirilmemekte ve önemli görülmemektedir. Müzik, resim, heykel, mimari gibi sanat dalları ise şeytan işi olarak nitelendirilerek yasaklanmaktadır. Halbuki Kuran’ın pek çok ayetinde sanat ve estetiğin güzelliğine ve gerekliliğine vurgu vardır.
Açıkça görülmektedir ki bağnazlık insanları dinden ve din ahlakından uzaklaştıran en temel sorunlardan biridir. İslam ülkelerini dört bir taraftan saran çatışmaların, şiddet ve terörün ardında da yine bu sorun yer almaktadır. Bu ülkelerin bağnazlık yerine, Kuran'ında tavsiye edilen modern, sanata ve estetiğe önem veren, demokrat yaşam modelini benimsemeleri durumunda, aralarındaki hoşgörüsüz, katı, çatışmacı anlayışın ve bunun yol açtığı acıların ortadan kalkacağı ve tüm İslam aleminin huzur ve sevgi ortamına kavuşacağı açık bir gerçektir.
Bölgesel değil, global bir sorun
Buraya kadar anlatılan, İslam adı altında dini özünden uzaklaştırmış olan bağnazlık modelidir. Bunun çözümü, İslam dünyasında Kuran’a dayalı eğitim ile insanlara hurafelerin yanlışlığının gösterilmesidir.
Ancak fanatizm olarak da adlandırılan ve insanları karanlığa sürükleyen bağnaz zihniyete yalnızca İslam aleminde değil, Hıristiyan ve Musevi toplumlarında ya da ateist, Marksist, faşist veya batıl daha pek çok inanç içerisinde de rastlamak mümkündür. Dolayısıyla bağnazlık sadece İslam ülkeleri için değil, tüm insanlık adına ciddi bir tehdittir. Bunun da sebebi, kendi düşüncelerine aşırı şekilde bağlanıp, başka bir fikri asla kabul etmeyen bağnazların, gerekli gördüklerinde şiddet politikalarını rahatça hayata geçirebilmeleridir. Doğrulara karşı körleştiklerinden, farklı fikirlere saldırganlıkla karşılık vermekte hiçbir beis görmezler. Bu nedenle günümüzde dünya insanları, şiddeti hayat felsefesi edinmiş binlerce fırkaya ayrılmıştır ve her biri sadece kendini doğru yolda görmekte ve farklı görüştekilere yaşam hakkı tanımamaktadır. Bunun da neticesinde savaşlar, çatışmalar, katliamlar bir türlü son bulmamaktadır.
Tüm bu kargaşanın bir an önce sona ermesi ise, dünya genelinde eğitim alanında çok ciddi adımların atılmasıyla mümkün olacaktır. Müslüman ülkeler gerçek Kuran ahlakını benimsedikleri; dostluk, kardeşlik, saygı ve hoşgörüyle tüm insanları kucakladıkları takdirde, hem kendi aralarındaki parçalanmışlık ortadan kalkacak hem de sevgiyi, barışı, kardeşliği ve düşünce hürriyetini öne çıkaran, adil ve demokrat tavırlarıyla tüm dünyaya örnek teşkil etmiş olacaklardır.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

15 Ocak 2014 Çarşamba

Allah Taassuptan Uzak, Kaliteli Bir Müslüman Gençlik İster

• Kaliteli bir insan ne demektir?
• Kaliteli gençliğin sahip olduğu özellikler nelerdir?
• Kaliteli gençliğin olması neden önemlidir?
Kalite kavramı, en kısa ve net anlamıyla bir şeyin iyi ve üstün olma durumunu ve derecesini tanımlar. İyi olma derecesi ne kadar yüksekse o şeye “kaliteli”, ne kadar düşükse de “kalitesiz” tanımını yaparız. Kalite kavramı bir insanı ve onu insan yapan özellikleri tanımlama, tarif etme, ona değer biçme bakımından da çok önemli bir ölçü ve kıyas unsurudur. Kalite ölçüsü içine giren insani özellikler arasında dış görünüş, kılık kıyafet, temizlik, bakım, estetik ve sanat anlayışı, ahlak, kişilik, hal, tavır, davranış, edep, adap, bakış, konuşma, üslup gibi özellikleri sayabiliriz.
Kaliteli Gençliğin Sahip Olduğu Özellikler
Ultra modern, yani giyim, kuşam, yaşam biçimi, estetik, sanat, eğlence ve benzeri birçok açıdan alışılmış modernlik anlayışının da ötesinde, bugüne kadar eşi, benzeri görülmemiş bir modernlik ve çağdaşlık anlayışına sahip olan; 
Ufku geniş, fikir ve düşüncelerini dar ve anlamsız, nereden kaynaklandığı belli olmayan kalıplar, sınırlar içinden kurtaran, taassuptan, bağnazlıktan, ön yargılardan, sabit fikirlerden arınmış hür bir akılla ve temiz bir vicdanla hareket eden;
Bu ufkuyla, insanlara kimsenin o güne kadar hayal edemediği lüks ve konforu, sanat, estetik ve teknolojiyi, mükemmel yaşam standardını ve görkemli bir dünyayı oluşturabilecek potansiyele sahip;
Demokrasi ve fikir özgürlüğünü alabildiğine savunan ve yaşayan, baskı, şiddet, yasakçılık ve dayatmaya karşı olan, herkese, her fikre, her inanca saygılı, herkesi kucaklayan, herkese karşı anlayışlı, nezaketli, ılımlı ve itidalli; 
Sanata, estetiğe değer veren, bunlardan en üst düzeyde zevk alan, bilimi, sanatı ve estetiği teşvik eden ve kendisi de bunlara katkıda bulunan, çevreye duyarlı, gerek dış dünyanın gerekse yaşadığı mekanların, ortamların güzelliğine, dekorasyonuna, estetiğine önem veren; 
Bilim ve teknolojiyi takip eden, gelişmeye ve yeniliğe açık, sürekli olarak hayatı daha kolay, kaliteli ve verimli kılmanın yollarını arayan;
Kültürlü, bilgili, öğrenmekten, kendini yenilemekten, genel kültürünü geliştirmekten geri kalmayan, Allah’ın yaratmasındaki ihtişamı, sırları ve mucizeleri sürekli araştırmaktan ve öğrenmekten zevk duyan;
Güzel ahlaklı, olgun, nezaketli, saygılı, ölçülü, tavır mükemmelliğine sahip, hal ve hareketleriyle, davranışlarıyla, herkesin özendiği, örnek almak istediği, bir ortama girdiğinde herkesin dikkatini çeken, kendine baktıran;
Asil bir kişiliğe sahip, basitlikten şiddetle kaçınan, dejenere olmamış, yozlaşmamış, küçük hesaplar peşinde koşmayan, başkalarının çıkar ve ihtiyaçlarını kendisininkilerden üstün gören, fedakar; 
Akıllı, şuuru açık, dikkati keskin, detayları çok iyi yakalayabilen, sonuç çıkarma, sorunları doğru teşhis etme ve çözme kabiliyetine sahip, pratik zekalı, aklına güvenilen, fikir ve düşüncelerine önem verilen, bunlardan istifade edilen;
Neşeli, sevinçli, renkli, canlı, cıvıl cıvıl, pırıl pırıl, dinamik, özgür, doğaya, yeşile, bitkilere, çiçeklere düşkün, her yeri yeşillikler, ağaçlar, çiçeklerle güzelleştirmeyi amaç edinen; renksiz, gri tonlardan oluşan betonarme ruhundan, etrafı betonlaştırma zihniyetinden uzak. 
Hoş sohbet, sevgi dolu, dost canlısı, herkesin yanında olmak istediği, muhabbetini sevdiği, yanında sıkılma, bıkkınlık hissi hiç oluşmayan, herkes tarafından sevilen ve aranan;
İnsanlara karşı şefkatli ve merhametli, halim, onların sorunlarına hassasiyet gösteren yardımcı olan, herkesin en az kendisi kadar rahat, huzur ve mutluluğunu düşünen ve bunu sağlamaya çalışan;
Ailesine, yakınlarına, çevresine karşı duyarlı, onların sağlığını, sıhhatini, neşesini, mutluluğunu kendisine görev edinen;
İnsanlara olduğu gibi, tüm canlılara da şefkat ve merhametle davranan, başta etrafındaki kedi, köpek, kuşlar için olduğu gibi tüm dünyadaki canlıların rahat, huzur ve mutluluğundan zevk alan bunun için çaba gösteren...
Buraya kadar saydığımız özellikler hepimizin istediği ve beğendiği kaliteli gençlik modelini tanımlayan maddelerden yalnızca birkaçı. Elbette ki bu maddelerin sayısını çoğaltmak, genişletmek ve detaylandırmak mümkün. Dahası bu özelliklerin her birinin kalitesini artırmada da bir sınır yok. İnsan her geçen gün ahlakını, kişiliğini, tavır ve davranışlarını daha da güzelleştirebilir; sevgi, şefkat, merhamet, estetik, sanat anlayışını daha da geliştirebilir, aklını, kültürünü, bilgisini daha fazla artırabilir, düşünce ufkunu daha çok genişletebilir. Bunlar gibi diğer tüm özelliklerini geliştirmesinin, diğer bir deyimle kalitesini artırmasının da bir sınırı yoktur. Her şeyin mutlaka daha iyisi, daha güzeli, daha üstünü vardır. Çünkü her şey Yüce Allah’ın sonsuz sıfatlarının tecellisidir, bu yüzden Allah’ın yarattıkları üzerindeki tecellilerin derecesinin de bir sınırı yoktur.
Kalite taassub2Kalitenin En Güzel Tarifi Yüce Kitabımız Kuran’dadır
Kaliteli insan en net anlamıyla Allah’ın Kuran’da tarif ettiği ideal mümin modelidir. Hz. Adem (a.s.)’dan itibaren sevgili Peygamberimiz (a.s.)’e kadar, kadim İslam ahlakının temsilcisi olan, Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Yakup (a.s.), Hz. İsmail (a.s.), Hz. Davud (a.s.), Hz. Süleyman (a.s.), Hz. İsa (a.s.) gibi tüm peygamberler kendi devirlerinin en kaliteli, en modern, en seçkin insanları olmuşlardır. Allah’a karşı besledikleri içli sevgi, saygı ve heybetin sonucunda edindikleri üstün akıl ile bütün peygamberlerin günümüzde yaşasalardı, dünyanın en kaliteli, en modern insan olacaklarından kuşku yoktur.
Kaliteli insan olmak her şeyden önce Allah’ın Kuran’da bize tarif ettiği yoldur. Allah kaliteyi, güzelliği sever. Cennette her yer, her şey, herkes olabilecek en üst düzey kaliteye sahiptir ve bu kalite durağan değildir. Allah’ın sonsuz sıfatlarının tecellilerinin bir sonucu olarak cennette her an, her gün sürekli artan, katlanan bir kalite ve güzellik ortamı hakimdir. Müminin cennete olan arzusu onu bu dünyayı da cenneti hatırlatan bir kalite düzeyine getirmeye teşvik eder. Kaliteli bir gençlik hedefi gerçekte çok daha büyük bir ideali de içinde barındırır:
Dünyanın geleceği olan gençlerin her yönden en yüksek kaliteye ulaşmasıyla birlikte, yakın zamanda tüm insanlığın da şimdiye kadar görülmemiş bir iyiliğe, güzelliğe ve üstünlüğe yani en yüksek kaliteye kavuşması... İşte bu şekilde tüm insanların güzel ahlaka sahip olmasıyla birlikte, yüksek şuur, olgunluk, hikmet, akıl, güzellik ve estetik duygusu da gelişecek ve muhteşem eserlerle dolu bir dünya meydana gelecektir. Sonuçta da Allah’ın izniyle yeryüzünde bir nevi cennet benzeri bir ortam oluşacaktır.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

Birlik Olma İle İlgili Ayetler

Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
... Eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. (Enfal Suresi, 1)
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: 'Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin. (Haşr Suresi, 10)
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)
Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever. (Hucurat Suresi, 9)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

14 Ocak 2014 Salı

Myanmar’da Yaşananlar İnsanlık Suçudur

Myanmar'ın Arakan eyaletindeki Rohingya Müslümanlarına karşı acımasız yöntemlerle yürütülen etnik temizlik hareketi sürecinde yaşanan katliam, zulüm, işkence ve vahşetin boyutları hayal gücünün sınırlarını zorlayacak niteliktedir.
1942 yılından beri yürütülen sistematik arındırma politikası doğrultusunda yapılan katliam ve sürgünler sonucunda, bölgedeki 4 milyon Müslüman nüfustan geriye şu an yalnızca 700 bini kalmıştır. Bugüne kadar 3 milyon Müslüman, komşu ülkelere göçe zorlanmış, yüzbinlerce Müslüman şehit edilmiş, on binlerce yerleşim birimi yakılarak yok edilmiş, on binlerce kadın tecavüze uğramış, yüzlerce cami ve medrese yıkılıp harap edilmiştir. Hapsedilmiş ve işkence gören binlerce Müslüman olduğu bilinmekte ancak akıbetleri belirsizdir.
Son yıllarda, Bangladeş hükümeti sınırlarını mültecilere kapattığı için kaçak olarak bu ülkeye sığınmak isteyen yüzlerce Müslüman sınırdaki nehir ve denizlerde boğularak hayatını kaybetmektedir. Bu da ülkeyi bütünüyle Müslümanlardan arındırmak isteyen Myanmar yönetiminin işine gelmektedir.
Geçtiğimiz sene Haziran ayı itibarı ile yeniden alevlenen saldırılarda 330'un üzerinde Müslüman köyü, cami ve medreseler de dahil, ateşe verilerek Müslüman kardeşlerimiz evlerinde diri diri yakılmıştır. Bağımsız insan hakları kuruluşlarına göre, yalnızca 2012 Haziran ayında bu bölgede 1000 Müslüman acımasızca şehit edilmiş ve 125 bin kişi evlerinden ve köylerinden sürülerek ormanlarda yaşamak zorunda bırakılmıştır.
İnsan Hakları İzleme örgütü, geçtiğimiz aylarda Arakan'lı Müslümanlara karşı işlenen insanlık suçlarıyla ilgili 153 sayfalık bir rapor yayınlamıştır. Raporda Myanmar'lı yetkilileri, Arakan eyaletinde Rohingya Müslümanlarına karşı etnik temizlik yapmakla suçlamıştır. BM tarafından yapılan açıklamaya göre ise Arakanlı Müslümanlar dünyanın en çok zulme uğrayan toplumsal grubudur.
Myanmar yönetimi, her ne kadar kendisini şiddet ve terör olaylarının dışında göstermek istese de saldırılara göz yumarak, Müslümanlara yardım ulaştırılmasını engelleyerek, seyahat ve insanca yaşama özgürlüklerini kısıtlayarak ve saldırganları kollayarak bu soykırıma destek sağlamaktadır.
Bunun yanı sıra, devletin Müslümanlara getirdiği uygulama ve yaptırımlar tam anlamıyla insanlık dışıdır:
Rohingyalı Müslümanların vatandaşlık hakları yoktur ve devletin hiçbir imkanından faydalanamazlar. Pasaport alamaz ve hastalandıklarında devlet hastanelerine kabul edilmezler. Devlet ya da özel kurumlarda ücretsiz çalıştırılırlar. Devlet memuru olma ve liseden sonra eğitime devam etme hakları yoktur.
Müslümanlar, bir köyden başka köye gitmek için bile devlete vergi vermek zorundadır. Saat 21.00'den sonra sokağa çıkmaları, polisten izin almadan akraba, komşu ziyareti yapmaları yasaktır.
Müslümanların beton ev yapmaları da yasaktır, ancak ahşap ev yapabilirler. Bu evlerin mülkiyeti de devlete aittir. Sabit ya da cep telefonu, motorlu taşıt sahibi olmaları yasaktır.
Bir suç isnad edildiğinde savunma hakları yoktur, derhal hapsedilirler. Polis ya da asker gerekçe göstermeden evlerine baskın yapabilir. İstendiğinde keyfi olarak da tutuklanabilirler.
1962-2011 yılları arasında komünist askeri yönetimle idare edilen Myanmar'da Müslümanların yok edilmesi adeta bir devlet politikası haline getirilmiştir. Ardından geniş çaplı usulsüzlüklerin yaşandığı siyasi seçimler sonucunda yine komünist askeri cunta güdümünde sözde demokratik bir yönetime geçilmiştir. Sonuçta bugün yine komünist askeri cunta, aynı politikayı kukla hükümet üzerinden devam ettirmektedir. Amaç, yok ederek ya da sürgün ederek Müslüman nüfusu sıfıra indirmektir.
Arakan'da süregelen Müslüman zulmü bugüne kadar hep fanatik Budistlere maledilerek etnik bir kavga gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Oysa herkesin bildiği gibi Budistler, inançları gereği insan öldürmekten şiddetle kaçınan naif, uysal ve barışçıl insanlardır. Gerçek faillerin ise kendini Budist olarak gösteren, komünist derin devlete bağlı çeteler ve terör örgütleri olduğu artık bilinmektedir. Daha önceki şiddet ve katliamları "Lion Thein" isimli terör örgütü yapmaktayken yakın zamanda başlayan yeni dalga şiddet olaylarını "969 Hareketi" üstlenmeye başlamıştır.
Bu çetelerin üyeleri genellikle Tayland ve Çin'de komünist gerilla eğitimi alarak Myanmar'a gelen militanlardan oluşmaktadır. Doğu Türkistan'daki Müslümanlara karşı yürüttüğü benzer etnik temizlik hareketi Komünist Çin'in çok yakın dost ve müttefiki olan Myanmar'daki olayların da perde arkasında olduğu ihtimalini akla getirmektedir. Zira, zengin yeraltı kaynakları, petrol rezervleri ve enerji kaynaklarına sahip ve Ortadoğu petrol ve gazının geçiş noktasında yer alan Myanmar, Çin'in stratejik olarak en önem verdiği ortaklarından biridir. Böyle bir ülkede Müslümanların söz sahibi olması ise komünist Çin devletinin en son isteyeceği bir durumdur.
Dünyanın dört bir tarafında Müslümanların başına gelen zulüm, şiddet ve katliamlara dünyada bir çok ülke nasıl her zaman seyirci kalmaktaysa Arakan için de değişen bir durum yoktur. İşte bu on yıllardır değişmeyen manzara, Müslümanlar,
“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
“Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (Şura Suresi, 39)
ayetlerinin hükmünü yerine getirip birlik olmadıkça, bu acıların son bulmayacağının çok açık göstergesidir.
Müslümanların bir araya gelip tek bir vücut olarak hareket etmelerini istemeyen, gereksiz gören ya da, pasif ve çekimser kalan kişiler ise çekilen bu acıların, yaşanan bu zulümlerin, dökülen Müslüman kanlarının vicdani sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalacaklardır.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

3 Ocak 2014 Cuma

Politika adına kardeşlik bağları kopmasın

Reelpolitik, ülke çıkarlarını esas olan bir stratejidir. Bir ülke sizin ülkenize yakınlaşıyorsa, bunun arka planında ülkenizden geçen doğalgaz boru hatlarının, ticaret yollarının, askeri anlaşmaların izlerini aramak lazım. Bu stratejide bir ülkeye sunulan imkanlar, gülen yüzler ve yapılan anlaşmalar çoğu zaman şüphelidir. Ülke istikrarını kaybettiğinde, çıkarlarını kaybedenler de birer birer uzaklaşır veya istikrarsız ülkeyi sömürmenin yollarını aramaya başlarlar.
Oysa tüm hak dinler şunu öğütler: Komşunu sevecek ve barıştırıcı olacaksın. İşte burada reelpolitik hesaplar olmaz artık. Siyasi manevralar, çıkar çatışmaları, politikanın gerçeklerine göre değerlendirmeler yapılmaz. Burada başka bir esas aranır: Kardeşlik esası. Duruma ve şarta göre yapılan politik manevralarla, sadece geçici başarılar kazanılır. Bunun sonucunda halkın az bir kısmı memnun, geri kalanı daima endişelidir. Politik manevralar sadece günü kurtarır, gelecekteki muhtemel felaketleri önleyemez. Ama kardeşlik, iyi günde de, kötü günde de kardeşin yanında olmayı gerektirir.
Türkiye işte bu yüzden Mısır hakkında çok konuştu. Orduyu politikada görmek istemedi Türk halkı, çünkü yıllarca bundan canı yanmıştı. Mısır, adeta Türklerin kendi vatanları gibiydi. Türk halkı ciddiye aldı Mısır’da olanları, çünkü Mısır Osmanlı’dan beri bizim kardeşimiz, bir parçamızdı.
Kimileri istemedi Türkiye’nin müdahilliğini. Mısır halkının sorunlarını Mısır kendisi çözer dediler. Olabilirdi elbette, ama olmadı. Kendi tarihimizde yaşadığımız pek çok şeyi Mısır yaşıyor şimdi. Bir dostun, bir kardeşin hakemliğine ihtiyacı var bu ülkenin. Mısır, reelpolitik çıkarlar için kendisine yaklaşan çok ülke görecektir. Ama Türkiye, Mısır’la her şeyden önce kardeştir.
Bir kısım keskin söylemler Mısır yönetimini tedirgin etti ve Mısır elçimizin ülkeden ihracı elbette tüm dünyada dikkat çekti. Yılların kadim dostu iki ülke arasında olmamalıydı bunlar. Elbette olmamalıydı, ama krizler geçicidir. Yapılması gereken ise vakit kaybetmemek ve sadece çözüme odaklanmaktır.
Türkiye, İslam kültürünün hakim olduğu Ortadoğu’da İslam’ın en büyük vasıflarından biri olan barıştırıcılık vasfını üstlenmek zorunda. Türkiye’nin bu vasıf ile devreye girmesine Mısır halkının %100’ünün ihtiyacı var, sadece %50’sinin değil. Dolayısıyla Türkiye, Mısır halkının tümünün mutlu olacağı bir politikanın peşine düşmeli ve tarafgir değil uzlaştırıcı vasfı ile devrede olmalı.
Uzlaştırabilmek için ülkenin iki farklı yarısının ne istediğini anlamak lazım. Mursi destekçilerinin nasıl demokrasinin bir parçası olmasını istiyorsak, aynı şekilde Mursi karşıtı olanların da ciddi bir radikalizm korkusu içinde olduklarını görmek gerekiyor. Radikalizm endişesi ise oldukça tahrip edicidir. Mısır halkının bir yıllık demokrasi deneyimini başarısız geçirmesinin en büyük sebebi buydu. Mursi idaresi çeşitli reformlar denedi ama beklenen şey köklü bir değişiklikti. Hurafelerle daima engellenmeye çalışılan, fakat gerçekte İslam dininin esasını teşkil eden “özgürlük”, Mısır halkını mutlu ederdi. Bir kesim, böyle bir dönüşümü istedi belki ama bir kısım hala geçmişin bağnaz zihniyetinin etkisindeydi. Bunu istemedi Mısır halkı, hala da istemiyor.
Bu tehditten kurtulmanın yolu ise baskı veya yasaklama olmamalı. Baskı ve yasaklamalar daima öfke artırıcıdır; çözüm değil nefret üretir. Çözümlerin daima tek yolu vardır: Eğitim!
Müslüman Kardeşler büyük ve köklü bir akım. Bu büyük hareketi baskılamaya çalışmak, halkın yarısının mutsuzluğu anlamına gelir. Ve Mısır yine aynı kavganın içine sürüklenir.
Bunun için doğru bir eğitim politikası gerekiyor. Bunun için hem demokrasi konusunda hem de modern ve özgürlükçü İslam anlayışında deneyimli bir kardeş ülkenin varlığı gerekiyor. Bunun için Türkiye’nin orada, hem eğitici hem de barıştırıcı olarak bulunması gerekiyor.
İslam’ın özgürlük ve demokrasi dini olduğunu; sanatı, bilimi, estetiği ve her türlü güzelliği teşvik ettiğini; kadını yüceltip ön plana çıkardığını ve gerçek İslam’daki çözümün kavga değil mutlaka ve daima barış olduğunu göstermeli Türkiye. Bunu iki tarafı barıştırarak yapmaya başlamalı. Türkiye mükemmel bir ülke değil; ama tarihi arabuluculuk rolü onu devreye girmeye zorunlu kılıyor. Mısır’da bir kardeş olarak bulunmalı Türkiye. Reelpolitik hesaplarla değil, Mısır’ın bir parçası olarak.
İstenmeyen bir politik hamle ile büyükelçimiz Mısır’ı terk etti. Ama kardeşlikler politik hamlelerle bozulmazlar. Geçmişte kardeşliği etkilemeyen böyle krizler, yine geçici olmaya mahkum. Ama elimizi çabuk tutmalıyız. Bunun için Türkiye’nin Mısır halkının tümünü kucaklayan bir hamlesi güzel ve yerinde olur.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/