]]>

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Eğlencenin önüne geçen ırkçılık ve futbol



İngiliz işçilerin mahalle aralarında geliştirdiği eğlenceli bir oyun olarak başlayan futbol, günümüzde çok sayıda insan için büyük bir önem teşkil ediyor. Dünya kupalarını birkaç milyar insan izliyor, sosyal paylaşım sitelerinde maçların olduğu gün rekor sayıda paylaşımlar, yorumlar yapılıyor. 
Günümüzde futbol, ne yazık ki çoğu zaman fanatizmi ve ırkçılığı da beraberinde getiriyor. Fanatik taraftarların futbola yönelik algı ve değerlendirmeleri, futbol karşısındaki tutum ve tavırları çok farklı. Maç izlemeye değil, takımları uğruna ölmeye gittiklerini söyleyenler bile var. Öyle ki bazı holiganlar maçlara giderken, bıçak, şiş gibi silahlarını da yanlarında götürüyorlar. Maç esnasında ya da sonrasında ağır yaralanmalara, hatta ölüme kadar varan kavgalar, saldırılar yaşandığına hemen her ülkede şahit olunuyor. 

Futbol savaşlarındaki binlerce ölü, on binlerce yaralı
1970 FIFA Dünya Kupası elemelerinde karşılaşan iki komşu ülke El Salvador ve Honduras arasındaki maç sonrası 100 saat süren bir savaşın çıktığını çok az kişi bilir. Dünya tarihine 'Futbol Savaşı' olarak geçmiş ve fanatik taraftarların çıkardığı olaylar ve medyanın kışkırtmalarıyla başlamıştı. Bilançosu ise 2100 ölü ve 10 binden fazla yaralıydı. Savaş araya giren Amerikan Devletleri Örgütü'nün müdahalesiyle son bulmuştu. 

Bu konunun ülkemizde de örnekleri var: Tam 47 yıl önce, 17 Eylül 1967’de Sivasspor ile Kayserispor arasında oynanan maç, ilk büyük olaylı karşılaşma olarak Türk futbol tarihine geçti. 43 kişi ezilme ve havasızlık nedeniyle hayatını kaybetti. Haberin Sivas'ta yayılmasıyla da Sivas'ta yaşayan Kayserililerin işyerleri saldırıya uğradı. 
Geçen yıl Mısır'daki El-Ehli ile Port Said'in El Masri takımları arasında oynanan maçtan sonra El Masri seyircisinin sahaya indi ve en az 74 kişi öldü, binlerce kişi yaralandı. Bir grup taraftar, stadı ateşe verdi, bazı taraftarlar da olayları stat dışında askeri yönetim aleyhine gösterilere dönüştürdü. Devlet televizyonu, ordunun daha büyük olayları engellemek amacıyla ülkenin kuzeyinde bulunan kente doğru harekete geçtiğini duyurdu ve lig iptal edildi. 

Bunlar, fanatizm sonucu çıkan binlerce olaydan sadece birkaçı.

Futbolda ırkçılık da dünya genelinde kaygı verici boyutlarda. Futbolcular, sadece ten renklerinden dolayı ırkçı eylemlerle yüz yüze kalmıyorlar. Oyunculara, hakemlere ve taraftarlara; ülkelerinden, toplumsal yapılarından veya dinlerinden dolayı da küfür ve hakaret edilebiliyor. İtalya’da ırkçılık konusunda sabıka kaydı en kabarık olan kulüp ‘SS Lazio’ bu konudaki örneklerden biri. Klübün taraftarlarının oldukça büyük bir bölümünü “Mussoliniciler” oluşturuyor. Mavi beyazlı tribünlerde gamalı haçları sıkça görmek mümkün. 

Sorunlar cezalandırma yöntemleriyle çözülemez
Elbette futbolda her zaman kötü olaylar yaşanmıyor. Birçok futbolcu insanlara güzel örnek oluşturuyor. Ayrıca bencil, faşist ve ırkçı yaklaşımlara da karşı geliyorlar. Mesela Nicolas Anelka, İslam ahlakının, futboluna yaptığı katkıyı her fırsatta dile getiren bir oyuncu. Moussa Sow, futbol sayesinde suça bulaşmaktan kurtulduğunu, İslam sayesinde futbol dünyasındaki korkunç baskıyla başa çıktığını açıklamıştı. Dünyanın dört bir yanından yüzlerce futbolcu, kazançlarının bir bölümünü vakıflar aracılığıyla muhtaç insanlara aktarıyor. Kimi klinik açıyor kimi okul yaptırıyor kimi de giyim ve gıda yardımında bulunuyor.

Ne var ki futbol endüstrisi hızla büyürken ırkçılıktan ve şiddetten kurtulmak için yeteri kadar önlem alınmıyor. UEFA ve ülkelerin spor komiteleri para, men ve uzaklaştırma cezaları vermekle yetiniyor, sorunların kaynağına bir türlü inilmiyor. Elbette ki futbolda fanatizmi, şiddeti, ırkçılığı teşvik eden kişilerin açıklamaları basında yer almamalı. Medyanın, ırkçılığa ve fanatizme destek olması engellenmeli, fanatik ve ırkçı tavırlar sergileyenlere gerekli hukuki cezalar ve para cezaları verilmelidir ancak asıl olarak halledilmesi gereken konular var. 

Irkçı ve holigan düşünceler daha oluşmadan önlem alınması, yani ciddi bir eğitim politikasıyla ırkçılık ve holiganlığın temelinin yok edilmesi gerekiyor. Zira futboldaki şiddetin, ırkçılığın ardında yatan sevgisizlik ve temelindeki materyalist düşünce ancak eğitimle yok edilebilir. İnsanları sevgisizliğe, kavgaya, başıbozukluğa, bencilliğe ve ahlaksızlığa yönelten materyalizm zihinlerden giderilmedikçe dostluk ve kardeşliği tesis etmek mümkün olmayacaktır.

Irkçılık ve kafeslere kapatılan insanlar arasındaki bağlantı
“Spor dallarındaki bu ırkçı yaklaşımın temeli nereye dayanıyor olabilir?” diye düşünüldüğünde karşımıza oldukça düşündürücü bir tablo çıkıyor:

Belçika’da çok uzak bir tarihte değil, 1958’de Afrikalı siyahiler kafesler içine konularak ziyaretçilere sergilenmişti. Aynı şekilde Fransa, Almanya, İtalya, Polonya ve İspanya’da da “Human Zoo” adı verilen bu yerlerde Avusturalya, Afrika ve Amerika yerlilerine, insanlık onurları kırılacak şekilde kafeslerde gösteri hayvanı gibi davranılmıştı. 

İşte bütün bu kötü örneklerin yaşanmasına neden olan, eğitim sistemindeki yanlışlardır. İnsanın bir hayvan türü olduğu yanılgısıyla eğitilmiş, manevi değerlerden haberdar olmayan kişilerin bu özelliklerinden kurtulmaları ise yine ciddi bir eğitim politikasıyla sağlanabilir.

Eğitim sadece teknik konuları nakletmek olarak anlaşılmamalıdır. Bu bir sevgi eğitimi olmalı, manevi eğitim de içermelidir. İnsanın insan olarak yaratıldığı, ruh sahibi bir varlık olduğu, dolayısıyla her bireyin ayrı ayrı çok değerli olduğu öğretilmelidir. Irkın, deri renginin, maddi özelliklerin değil asıl olarak ahlakın önemli olduğu ortaya konmalı, böylelikle insanların birbirlerine sevgi ve saygı duymaları sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde ırkçılığın önü alınabilir ve sorun kökten çözümlenebilir. Dünya çapında büyük kitlelerce takip edilen futbolun sevgi ve kardeşlik ortamına dönüşmesi de ancak bu eğitimle mümkün olacaktır.   

Weekly Blitz'de yayınlanan makale:

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.

http://umutmustafa.blogspot.com/

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Caniler Okullarda mı Yetiştiriliyor?

Eric David Harris ve Dylan Klebold, Amerika Birleşik Devletleri'nin Colorado eyaletindeki Columbine Lisesi’de düzenledikleri silahlı baskında 13 kişiyi katlettiler.

Pekka-Eric Auvinen, Finlandiya’nın Tuusula kentindeki Jokela Lisesi’ne yaptığı silahlı baskında 6 öğrenci ve 2 okul yetkilisini katletti,

Seung-Hui Cho, ABD'de Virginia Teknik Üniversitesi kampüsünde düzenlediği silahlı baskında 32 kişinin ölümüne yol açtı,

Anders Behring Breivik, Norveç’teki Ütoya Adası’nda düzenlediği saldırıda 69 kişiyi katletti. Breivik adadaki katliamdan hemen önce Oslo’da düzenlediği bombalı saldırıda 8 kişiyi öldürmüştü.

dylan+klebold+eric+david+harris+.20140214125209.jpg

Eric Harris ve Dylan Klebold, okulda okudukları Evrim Teori'nin de etkisiyle yaşamın bir çatışmadan ibaret olduğuna inanıyor ve bunun için sık sık silahlı eğitim yapıyorlardı. Yukarıdaki fotoğraf videoya aldıkları bir eğitimden alınmış.

Bu toplu katliamların nedeni pek çok kişinin sandığı gibi salt davranış bozuklukları değil. Bahsi geçen katliamların ardında bambaşka bir etken daha var: Hayatın, güçlü ile zayıfın mücadelesi olduğunu iddia eden Evrim Teorisi.

Eric Harris, baskın esnasında, üstüne “doğal seleksiyon” isimli tişört giyerek uyguladığı şiddetin kökenini belli etmiştir. Columbine’de öldürülen altı çocuğun ailesinin avukatlığını yapan Barry Arrington, Eric Haris’in ve arkadaşının Darwin’e adeta taptıklarını tespit etmiştir. Dahası Darwin’in önerilerine uymaları neticesinde okullarında yozlaştıklarını düşündükleri insan ırkı örneklerini ortadan kaldırmayı amaçladıklarını ortaya çıkarmıştır. Nitekim Harris zayıfları ortadan kaldırmak yoluyla doğal seleksiyon sürecini anlattığı bir videoda, sınıf arkadaşlarından daha yüksek bir seviyeye evrimleştiğini açıkça söylemişti.(1)

 eric-harris.20140214130353.png  Eric David Harris 13 kişinin ölümüyle sonuçlanan düzenlediği okul baskını esnasında, üstüne "doğal seleksiyon" isimli tişört giymişti. Bu tercih uyguladığı şiddetin kökenin Evrim Teorisi olduğuna işaret ediyordu.

8 kişinin katili Pekka-Eric Auvinen’in ise Darwin'in evrim teorisinden esinlenilerek kurulan "Doğal Seleksiyon Ordusu" isimli internet sitesinin müdavimlerinden olduğu biliniyor. Auvinen daha sonra Darwin teorisinden ilham alarak katliamı gerçekleştirdiğini itiraf da etmiş ve kendini “Sosyal Darwinist” olarak nitelemiştir.(2) 

pekka-eric-auvinen.20140214131350.png8 kişiyi katleden Pekka Eric Auvinen Darwin'in Evrim Teorisi'nden esinlenilerek kurulan "Doğal Seleksiyon
Ordusu" isimli internet sitesinin
müdavimlerindendi. Auvinen'in poz verdiği bu fotoğrafta giysinin üzerinde insanlığın bir öneminin olmadığını ima eden bir yazı bulunuyor.

2007 yılında Pennsylvania'da okulda katliama hazırlanırken yakalanan bir öğrencinin de “Natural Selection's Army - Doğal Seleksiyon Ordusu” isimli bir internet sitesini sıkça ziyaret ettiğinin ortaya çıkması, bu sapık yaklaşımın saldırılarda önemli bir etken olduğunu ortaya koymuştur.(3)    

Seung-Hui Cho, katliamı yapmadan önce bıraktığı notlarda arkadaşlarını küçük gördüğünü ve zayıf olanların ölmesi gerektiğini söylemişti.(4)      

Oslo’daki bombalamanın ve Ütoya Adası’ndaki büyük katliamın faili Norveçli Anders Behring Breivik, "Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi" adlı kitabının 1518'inci sayfasında, kendisini bilimsel dünya görüşünün ve modern biyolojinin şampiyonu olarak gördüğünü ifade etmiştir. En"önem verdiği" kitaplar sıralamasında ise Charles Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabı yer almaktadır.(5)     

Breivik'e göre, “kusursuz Avrupa” Sosyal Darwinizm kurallarını içermelidir. Breivik kitabının 1202'nci sayfasında Darwin'in "soykırım ve doğal seleksiyon el ele gider" argümanını benimsediğini şöyle dile getirmiştir:"ikinci ve üçüncü dünya ülkeleri, insan nüfusundaki artışı frenleyemezlerse, doğa, yaşanacak kıtlıkla onların bu hatalarını düzeltecektir." (6)      

breivik_katliamlar.jpg

Anders Behring Breivik, Norveç’teki Ütoya Adası’nda 69 kişiyi katlederken evrim teorisinin gereğini yerine getirdiğini düşünüyordu. Fotoğraf katliam sırasında kayıttaki bir kameradan alınmış. Fotoğrafta Breivik katlettiği gençlerin arasında silahları ile görülüyor. Anders Behring Breivik, Norveç’teki Ütoya Adası’nda 69 kişiyi katletmeden önce Oslo’da düzenliği bombalı saldırı ile 8 kişinin neden olmuştu.

Şüphesiz Darwinist öğretimin olumsuz etkisi sadece okul çağındaki gençlerin üzerinde değil. Okulda Darwinist eğitim alan her kişi cani olmasa da, okul sonrasında Darwinizm'in bu kişiler üzerindeki etkisi farklı şekillerde devam ediyor. ABD’deki Tuskegee (Taskici) Projesi bunun örneklerinden biri.

ABD’de 1932′den 1972 yılına kadar Amerikan Sağlık Örgütü, 399 frengi hastası siyahi Afro-Amerikan üzerinde deneyler yaptı. Araştırmalar otopsi yapılınca daha iyi sonuç verdiğinden genelde deneklerin ölü olması örgütün işine geliyordu ve bu yüzden onların sağlığını bozabilecek her türlü tıbbi desteği verdiler. Frengi teşhisi konulmuş ancak hastalıkları kendilerine bildirilmemiş yüzlerce siyah erkek tedavi edilmek yerine hastalığın seyrini ve belirtilerini izlemek amacıyla kobay olarak kullanıldı. Sonuçta hepsi frengiden ölen bu insanların ailelerine onların aslında tedavi edilebilecekleri asla söylenmedi. Örgüt 1972 yılında Washington Star tarafından kapatıldı. (7)       

Bu ölümcül projede deneklerin tamamının siyahi olması sadece bir tesadüf değil. Tuskegee projesi, okul yıllarında Darwinist eğitim alan ve bu yüzden siyahileri henüz insanlığını tamamlamamış yarı hayvan olarak gören hekim ve devlet yetkililerinin bir ürünüdür.

tuskegee_projesi.jpg

Tuskegee projesi’ni okul yıllarında Darwinist eğitim alan hekim ve devlet yetkilileri  organize etmiştir. Projede ve bu yüzden siyahileri henüz insanlığını tamamlamamış  yarı hayvan olarak görülen Amerikalı siyahinin 399 ölümü ile sonuçlanmıştır.

Günümüzde Tuskegee projesine benzer faaliyetler bugün Ortadoğu’da yürütülüyor. Afganistan’da, Irak’ta siyahlar değil, yerel Müslüman halklar henüz insanlığını tamamlamamış yarı hayvan olarak görülüyor. Ayrıca gün geçmiyor ki yeni bir okul katliamı haberi ekranlara yansımasın. Tüm bunların nedeni dünyanın dört bir yanında verilen Darwinist eğitim.

Darwinizmin reddedilmez bilimsel bir gerçek olduğunun benimsetildiği eğitim sistemi insanların savaşı bir yaşam şekli haline getirmesine yol açmaktadır. Çünkü Darwinizm eğitim kurumlarındaki gencecik insanları aşama aşama şiddete alıştırmaktadır.  Darwinist-materyalist eğitim şu şekilde gelişir:

  1. AŞAMA: Evrim teorisi kaynak alınarak, her şeyin tesadüfler sonucu var olduğu telkin edilir.

  2. AŞAMA: Evrim teorisinden yola çıkarak, insanların atalarının hayvan olduğu yalanı söylenir.

  3. AŞAMA: Evrim teorisi dayanak olarak gösterilerek, insanlar arasında üstün ırk ile ilkel ırk diye bir fark olduğu iddiası öğretilir.

  4. AŞAMA: Evrim teorisi temel alınarak, insanların hiç kimseye karşı sorumlu olmadıkları safsatası aşılanır.

  5. AŞAMA: Evrim teorisine göre ayakta kalabilmek için zayıfları, sakatları, hastaları yok etmenin meşru olduğu öne sürülür.

Bu aşamalar, evrim teorisinin benimsenmesinin sosyal hayatta çok büyük bir tahribata yol açtığını açıkça gözler önüne sermektedir.

Önemle belirtmek gerekir ki (tüm canlılığın tesadüfler sonucunda ortaya çıktığını öne süren) bu teori insanlara, güya bir hayvandan türemiş oldukları gibi son derece çarpık bir anlayışı aşılamaktadır.

Teorinin çarpık mantık örgüsü, çocuklarımıza “sözde ata”ları olarak gösterilen hayvanlar gibi bir “yaşam savaşı” vermeleri gerektiği, “güçlünün güçsüzü ezmesinin bir doğa kanunu olduğu” gibi son derece ilkel ve bir o kadar da tehlikeli bir zihniyeti telkin etmektedir. Kuşkusuz, daha küçük yaşlardan itibaren bu telkinlerin etkisinde kalan çocuklarımızın iyi ahlaklı, vatanına milletine bağlı, sağduyulu bireyler olarak topluma kazandırılabileceklerini düşünmek gerçekçi olmayacaktır.

Nitekim tarih; evrim teorisine inanan, Sosyal Darwinist zihniyetli kişilerin neden olduğu savaşlar, katliamlar, soykırımlar ile doludur. Hitler, Mussolini, Stalin, Lenin, Mao, Pol Pot gibi zorba diktatörler evrim teorisini benimsemişler ve bu teorinin çarpık mantıklarını toplumlara da uyarlamaya kalkışarak milyonlarca insanın acımasızca katledilmesine sebep olmuşlardır.

İnsanı bir hayvan türü olarak kabul eden, sadece maddeye inanan ve çatışmanın değişmez bir doğa yasası olduğunu düşünen bu felsefenin, zalim bireyler ve toplumlar oluşturması kaçınılmazdır.

Darwinizm, her türlü insanlık dışı cinayeti gözünü kırpmadan işleyen, şiddeti, vahşeti, tecavüzü, hırsızlığı, katliamı, kundaklamayı meşru gören eli kanlı robotlar ortaya çıkarmıştır.

Gençlerini bu Darwinist-materyalist eğitimle belaya sürükleyen dünya ülkelerinin bu beladan kurtulmalarının yolu, öğrencilere Darwinizmi tek bilimsel gerçekmiş gibi öğretmekten vazgeçmektir. Ülkeler, evrim teorisinin açmazlarına; 450 milyon fosilde türler arası geçişe dair izlerin hiç olmadığı, aksine tüm türlerin yeryüzü katmanlarında birden bire hiçbir atası olmadan ortaya çıktığı, tek bir proteinin bile tesadüfen oluşamayacağı, bir proteinin olması için 60 ayrı proteinin de aynı anda varolması gerektiği... gibi yaratılışın tüm bilimsel delillerine, okullarındaki eğitim müfredatlarında ve okul kitaplarında yer vermelidir.

 

Referanslar:

(1) http://www.amnation.com/vfr/archives/014745.html

(2) Habertürk Gazetesi, 09.11.2009

(3) A.g.e

(4) A.g.e

(5) http://www.darwinthenandnow.com/2011/07/breivik-a-darwinist/?cb=09394448816310614

(6) Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1386

(7) The Tuskegee Syphilis Study, 1932 to 1972: implications for HIV education and AIDS risk education programs in the black community. Am J Public Health 1991, 81:1498–505.


3 Şubat 2014 Pazartesi

EVRENDEKİ İNCE AYAR

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?" (Nuh Suresi, 15)

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

Gök cisimleri arasındaki mesafeler:
Gök cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşluklar Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi için zorunludur. Gök cisimleri arasındaki mesafeler Dünya'daki yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap içinde düzenlenmiştir. Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) isimli kitabında süpernovalar ve yıldızlar arasındaki mesafedeki dengeleri şöyle açıklamaktadır:
Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur. Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekan olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır. Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır.


Yerçekimi:
- Eğer daha güçlü olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşam için çok olumsuz olurdu.
- Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı.

Güneş'e uzaklık:
- Eğer daha fazla olsaydı: Gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi.
- Eğer daha yakın olsaydı: Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkansızlaşırdı.

Yerkabuğunun kalınlığı:
- Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi.
- Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkansız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.

Dünya'nın kendi çevresindeki dönme hızı:
- Eğer daha yavaş olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu.
- Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgarları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkansızlaştırırdı.

Dünya'nın manyetik alanı:
- Eğer daha güçlü olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu.
- Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş rüzgarı denilen ve Güneş'ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya'nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkansız olurdu.

Albedo etkisi: (Yeryüzü tarafından emilemeden geri yansıyan güneş ışığı)
- Eğer daha fazla olsaydı: Hızla buzul çağına girilirdi.
- Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu.

Atmosferdeki oksijen ve azot oranı:
- Eğer daha fazla olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı.
- Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı.
Atmosferdeki karbondioksit ve su oranı:
- Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı.
- Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi.

Ozon tabakasının kalınlığı:
- Eğer daha fazla olsaydı: Yeryüzü ısısı çok düşerdi.
- Eğer daha az olsaydı: Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş'ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı.

Sismik (deprem) hareketleri:
- Eğer daha fazla olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu.
- Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi.
Dünya'nın ekseninin eğikliği:
   Dünyanın ekseni yörüngesine 23 derecelik bir açıyla eğim yapar. Mevsimler bu eğim sayesinde oluşur. Bu eğim şimdiki değerinden daha fazla ya da daha az olsaydı, mevsimler arasındaki sıcaklık farkı aşırı boyutlara ulaşacağından yeryüzü üzerinde dayanılmaz sıcaklıkta yazlar ve aşırı soğuk kışlar yaşanırdı.

Güneş'in büyüklüğü:
   Güneş'in yerinde daha küçük bir yıldızın var olması, Dünya'nın aşırı derecede soğumasına, büyük bir yıldızın var olması ise Dünya'nın sıcaktan kavrulmasına neden olurdu.

Ay ile Dünya arasındaki çekim etkisi:
- Eğer daha fazla olsaydı: Ay'ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu.
- Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu.

Ay ile Dünya arasındaki mesafe:
- Eğer biraz daha yakın olsaydı, Ay Dünya'ya çarpardı.
- Eğer biraz daha uzak olsaydı Ay uzayda kaybolur giderdi.
- Eğer biraz daha az yakın olsaydı, Ay'ın Dünya üzerinde meydana getirdiği gel-gitler tehlikeli boyutlarda büyürdü. Okyanus dalgaları, kıtaların alçak yerlerini kaplardı. Bunun sonucunda ortaya çıkan sürtünme okyanusların ısısını artırır ve Dünya'da yaşam için gerekli olan hassas ısı dengesi yok olurdu.
- Eğer biraz daha az uzakta olsaydı, gelgit olayları azalırdı ve bu da okyanusların daha hareketsiz olmasına neden olurdu. Durgun su denizdeki hayatı tehlikeye sokar, bununla birlikte soluduğumuz havadaki oksijen oranı tehlikeye girerdi.16

Dünya'nın ısısı ve karbon temelli yaşam:
Yaşamın temeli olan karbon elementinin varlığı belli sınırlarda kalan sıcaklığa bağlıdır. Karbon, aminoasit, nükleik asit ve proteinler gibi yaşamı oluşturan temel organik moleküller için gereken bir maddedir. Dolayısıyla hayat, ancak karbon temelli olarak var olabilir ve bunun için de mevcut sıcaklığın en az -20 0C en çok +120 0C olması gerekmektedir. Nitekim Dünya'nın ısısı tam bu aralıktadır.
Burada sayılanlar Dünya'da yaşamın oluşabilmesi ve canlılığın devam edebilmesi için gereken, son derece hassas dengelerden sadece birkaçıdır. Yalnızca burada sayılanlar bile evrenin ve Dünya'nın tesadüfler sonucunda, rastgele olayların ardı ardına gelmesiyle oluşamayacağını kesin olarak ortaya koymak için yeterlidir. 20. yüzyılda kullanılmaya başlayan "ince ayar", "insani ilke" kavramları, Kuran'da yüzyıllar evvelinden bildirilen "uyum ve ölçü ile yaratılış"ı tasdik etmektedir. 

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

21 Ocak 2014 Salı

Bağnazlar öğretilerini nesilden nesile aktarırlar

Kimi insanlar bağnazlığın, körü körüne ve bilinçsizce uygulandığını zannederler. Oysa çoğunlukla durum böyle değildir. Bazı koşullarda cahillik ve eğitim yetersizliği sonucu benimsenen bağnazlık, bazen de yıllar süren bir eğitimle özel olarak öğrenilip uygulanmaktadır. Dolayısıyla bu eğitimi alan bağnazlar, öğretilerinin, hayatın en doğru yorumu olduğuna kesin olarak inanır ve bu fikirlerini bilerek ve isteyerek savunurlar. Kısacası bağnaz düşünce, zannedildiği gibi her zaman eğitimsizlikten kaynaklanmamakta, bilinçli tercihe dayalı bir eğitimle de elde edilebilmektedir.
Bağnazlığı hayat felsefesi edinmiş kişiler, bu geleneklerini gerek aile içi eğitim, gerekse okul eğitimiyle disiplinli bir şekilde nesilden nesle aktarırlar. Hurafelere dayalı bağnaz düşünce, küçük yaşlardan itibaren ciddi ve kapsamlı bir kitap okuma eğitimine tabi tutulan çocuklara sistematik bir çalışmayla öğretilir.
Ebeveynler de aynı eğitim sürecinden geçmiş olduklarından, çocukların okulda ve aile ortamında edindikleri bilgilerle paralellik gösterirler. Bu da, çocukların, bulundukları her ortamda aynı bağnaz telkinleri almalarına yol açar. Dolayısıyla bağnaz bir ailede yetişen çocuk, genellikle anne-babasından farklı bir bakış açısı geliştirme imkanı bulamaz.
Bağnazların başlıca özelliklerinden biri İslam dininin yegane kaynağı olan Kuran-ı Kerim’i -haşa- yetersiz görmeleridir. Bir kişinin Kuran’ı kendi başına okuyarak anlamasının mümkün olmayacağını, dinin yalnızca geleneksel alimlerden ve onların eserlerinden öğrenilebileceğini ileri sürerler. Bu doğrultuda bağnazlığı savunan alimlerin kitapları dışında hiçbir kitap tavsiye edilmez, hatta tamamen yasaklanır. Kuran’ı –haşa- yetersiz gören bu sapkın düşünceyle insanların Kuran’a dayalı gerçek bilgilere ulaşmaları engellenmiş olur.
Bağnazlığın bir diğer özelliği de detaycılıktır. Kuran’da yalnızca tek bir ayet ile anlatılan bir konu, bağnaz öğretilerin yer aldığı kitaplarda yüzlerce sayfa ile anlatılır. Bağnazlar detaya girdikçe dinin gerçeğinden uzaklaşır, ama bunun farkına varmazlar. Ve böylece Kuran'da olmayan batıl bilgiler içinde kaybolur; Kuran’ın insanın içini açan, akılcı ruhundan uzaklaşarak hurafelerle dolu bağnazlığı yaşamaya başlarlar.
İnsanları bu karanlık hayat felsefesinden kurtarmanın en iyi yolu, sistemli ve doğru şekilde yürütülecek bir eğitim programıdır. Müslüman ülkelerde din eğitiminin yalnızca Kuran esas alınarak yapılması elzemdir. Yeni nesiller dini bağnaz kitaplardan değil, bizzat Kuran’dan öğrenmelidir.
Çocuklara anlatılması gereken önemli bir konu da, bilimsel bulguların Kuran ayetleri ile tam bir uyum içinde olduğu gerçeğidir. Zira bağnaz düşüncede pek çok bilimsel bulgu gündeme getirilmemekte ve önemli görülmemektedir. Müzik, resim, heykel, mimari gibi sanat dalları ise şeytan işi olarak nitelendirilerek yasaklanmaktadır. Halbuki Kuran’ın pek çok ayetinde sanat ve estetiğin güzelliğine ve gerekliliğine vurgu vardır.
Açıkça görülmektedir ki bağnazlık insanları dinden ve din ahlakından uzaklaştıran en temel sorunlardan biridir. İslam ülkelerini dört bir taraftan saran çatışmaların, şiddet ve terörün ardında da yine bu sorun yer almaktadır. Bu ülkelerin bağnazlık yerine, Kuran'ında tavsiye edilen modern, sanata ve estetiğe önem veren, demokrat yaşam modelini benimsemeleri durumunda, aralarındaki hoşgörüsüz, katı, çatışmacı anlayışın ve bunun yol açtığı acıların ortadan kalkacağı ve tüm İslam aleminin huzur ve sevgi ortamına kavuşacağı açık bir gerçektir.
Bölgesel değil, global bir sorun
Buraya kadar anlatılan, İslam adı altında dini özünden uzaklaştırmış olan bağnazlık modelidir. Bunun çözümü, İslam dünyasında Kuran’a dayalı eğitim ile insanlara hurafelerin yanlışlığının gösterilmesidir.
Ancak fanatizm olarak da adlandırılan ve insanları karanlığa sürükleyen bağnaz zihniyete yalnızca İslam aleminde değil, Hıristiyan ve Musevi toplumlarında ya da ateist, Marksist, faşist veya batıl daha pek çok inanç içerisinde de rastlamak mümkündür. Dolayısıyla bağnazlık sadece İslam ülkeleri için değil, tüm insanlık adına ciddi bir tehdittir. Bunun da sebebi, kendi düşüncelerine aşırı şekilde bağlanıp, başka bir fikri asla kabul etmeyen bağnazların, gerekli gördüklerinde şiddet politikalarını rahatça hayata geçirebilmeleridir. Doğrulara karşı körleştiklerinden, farklı fikirlere saldırganlıkla karşılık vermekte hiçbir beis görmezler. Bu nedenle günümüzde dünya insanları, şiddeti hayat felsefesi edinmiş binlerce fırkaya ayrılmıştır ve her biri sadece kendini doğru yolda görmekte ve farklı görüştekilere yaşam hakkı tanımamaktadır. Bunun da neticesinde savaşlar, çatışmalar, katliamlar bir türlü son bulmamaktadır.
Tüm bu kargaşanın bir an önce sona ermesi ise, dünya genelinde eğitim alanında çok ciddi adımların atılmasıyla mümkün olacaktır. Müslüman ülkeler gerçek Kuran ahlakını benimsedikleri; dostluk, kardeşlik, saygı ve hoşgörüyle tüm insanları kucakladıkları takdirde, hem kendi aralarındaki parçalanmışlık ortadan kalkacak hem de sevgiyi, barışı, kardeşliği ve düşünce hürriyetini öne çıkaran, adil ve demokrat tavırlarıyla tüm dünyaya örnek teşkil etmiş olacaklardır.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/

15 Ocak 2014 Çarşamba

Allah Taassuptan Uzak, Kaliteli Bir Müslüman Gençlik İster

• Kaliteli bir insan ne demektir?
• Kaliteli gençliğin sahip olduğu özellikler nelerdir?
• Kaliteli gençliğin olması neden önemlidir?
Kalite kavramı, en kısa ve net anlamıyla bir şeyin iyi ve üstün olma durumunu ve derecesini tanımlar. İyi olma derecesi ne kadar yüksekse o şeye “kaliteli”, ne kadar düşükse de “kalitesiz” tanımını yaparız. Kalite kavramı bir insanı ve onu insan yapan özellikleri tanımlama, tarif etme, ona değer biçme bakımından da çok önemli bir ölçü ve kıyas unsurudur. Kalite ölçüsü içine giren insani özellikler arasında dış görünüş, kılık kıyafet, temizlik, bakım, estetik ve sanat anlayışı, ahlak, kişilik, hal, tavır, davranış, edep, adap, bakış, konuşma, üslup gibi özellikleri sayabiliriz.
Kaliteli Gençliğin Sahip Olduğu Özellikler
Ultra modern, yani giyim, kuşam, yaşam biçimi, estetik, sanat, eğlence ve benzeri birçok açıdan alışılmış modernlik anlayışının da ötesinde, bugüne kadar eşi, benzeri görülmemiş bir modernlik ve çağdaşlık anlayışına sahip olan; 
Ufku geniş, fikir ve düşüncelerini dar ve anlamsız, nereden kaynaklandığı belli olmayan kalıplar, sınırlar içinden kurtaran, taassuptan, bağnazlıktan, ön yargılardan, sabit fikirlerden arınmış hür bir akılla ve temiz bir vicdanla hareket eden;
Bu ufkuyla, insanlara kimsenin o güne kadar hayal edemediği lüks ve konforu, sanat, estetik ve teknolojiyi, mükemmel yaşam standardını ve görkemli bir dünyayı oluşturabilecek potansiyele sahip;
Demokrasi ve fikir özgürlüğünü alabildiğine savunan ve yaşayan, baskı, şiddet, yasakçılık ve dayatmaya karşı olan, herkese, her fikre, her inanca saygılı, herkesi kucaklayan, herkese karşı anlayışlı, nezaketli, ılımlı ve itidalli; 
Sanata, estetiğe değer veren, bunlardan en üst düzeyde zevk alan, bilimi, sanatı ve estetiği teşvik eden ve kendisi de bunlara katkıda bulunan, çevreye duyarlı, gerek dış dünyanın gerekse yaşadığı mekanların, ortamların güzelliğine, dekorasyonuna, estetiğine önem veren; 
Bilim ve teknolojiyi takip eden, gelişmeye ve yeniliğe açık, sürekli olarak hayatı daha kolay, kaliteli ve verimli kılmanın yollarını arayan;
Kültürlü, bilgili, öğrenmekten, kendini yenilemekten, genel kültürünü geliştirmekten geri kalmayan, Allah’ın yaratmasındaki ihtişamı, sırları ve mucizeleri sürekli araştırmaktan ve öğrenmekten zevk duyan;
Güzel ahlaklı, olgun, nezaketli, saygılı, ölçülü, tavır mükemmelliğine sahip, hal ve hareketleriyle, davranışlarıyla, herkesin özendiği, örnek almak istediği, bir ortama girdiğinde herkesin dikkatini çeken, kendine baktıran;
Asil bir kişiliğe sahip, basitlikten şiddetle kaçınan, dejenere olmamış, yozlaşmamış, küçük hesaplar peşinde koşmayan, başkalarının çıkar ve ihtiyaçlarını kendisininkilerden üstün gören, fedakar; 
Akıllı, şuuru açık, dikkati keskin, detayları çok iyi yakalayabilen, sonuç çıkarma, sorunları doğru teşhis etme ve çözme kabiliyetine sahip, pratik zekalı, aklına güvenilen, fikir ve düşüncelerine önem verilen, bunlardan istifade edilen;
Neşeli, sevinçli, renkli, canlı, cıvıl cıvıl, pırıl pırıl, dinamik, özgür, doğaya, yeşile, bitkilere, çiçeklere düşkün, her yeri yeşillikler, ağaçlar, çiçeklerle güzelleştirmeyi amaç edinen; renksiz, gri tonlardan oluşan betonarme ruhundan, etrafı betonlaştırma zihniyetinden uzak. 
Hoş sohbet, sevgi dolu, dost canlısı, herkesin yanında olmak istediği, muhabbetini sevdiği, yanında sıkılma, bıkkınlık hissi hiç oluşmayan, herkes tarafından sevilen ve aranan;
İnsanlara karşı şefkatli ve merhametli, halim, onların sorunlarına hassasiyet gösteren yardımcı olan, herkesin en az kendisi kadar rahat, huzur ve mutluluğunu düşünen ve bunu sağlamaya çalışan;
Ailesine, yakınlarına, çevresine karşı duyarlı, onların sağlığını, sıhhatini, neşesini, mutluluğunu kendisine görev edinen;
İnsanlara olduğu gibi, tüm canlılara da şefkat ve merhametle davranan, başta etrafındaki kedi, köpek, kuşlar için olduğu gibi tüm dünyadaki canlıların rahat, huzur ve mutluluğundan zevk alan bunun için çaba gösteren...
Buraya kadar saydığımız özellikler hepimizin istediği ve beğendiği kaliteli gençlik modelini tanımlayan maddelerden yalnızca birkaçı. Elbette ki bu maddelerin sayısını çoğaltmak, genişletmek ve detaylandırmak mümkün. Dahası bu özelliklerin her birinin kalitesini artırmada da bir sınır yok. İnsan her geçen gün ahlakını, kişiliğini, tavır ve davranışlarını daha da güzelleştirebilir; sevgi, şefkat, merhamet, estetik, sanat anlayışını daha da geliştirebilir, aklını, kültürünü, bilgisini daha fazla artırabilir, düşünce ufkunu daha çok genişletebilir. Bunlar gibi diğer tüm özelliklerini geliştirmesinin, diğer bir deyimle kalitesini artırmasının da bir sınırı yoktur. Her şeyin mutlaka daha iyisi, daha güzeli, daha üstünü vardır. Çünkü her şey Yüce Allah’ın sonsuz sıfatlarının tecellisidir, bu yüzden Allah’ın yarattıkları üzerindeki tecellilerin derecesinin de bir sınırı yoktur.
Kalite taassub2Kalitenin En Güzel Tarifi Yüce Kitabımız Kuran’dadır
Kaliteli insan en net anlamıyla Allah’ın Kuran’da tarif ettiği ideal mümin modelidir. Hz. Adem (a.s.)’dan itibaren sevgili Peygamberimiz (a.s.)’e kadar, kadim İslam ahlakının temsilcisi olan, Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Yakup (a.s.), Hz. İsmail (a.s.), Hz. Davud (a.s.), Hz. Süleyman (a.s.), Hz. İsa (a.s.) gibi tüm peygamberler kendi devirlerinin en kaliteli, en modern, en seçkin insanları olmuşlardır. Allah’a karşı besledikleri içli sevgi, saygı ve heybetin sonucunda edindikleri üstün akıl ile bütün peygamberlerin günümüzde yaşasalardı, dünyanın en kaliteli, en modern insan olacaklarından kuşku yoktur.
Kaliteli insan olmak her şeyden önce Allah’ın Kuran’da bize tarif ettiği yoldur. Allah kaliteyi, güzelliği sever. Cennette her yer, her şey, herkes olabilecek en üst düzey kaliteye sahiptir ve bu kalite durağan değildir. Allah’ın sonsuz sıfatlarının tecellilerinin bir sonucu olarak cennette her an, her gün sürekli artan, katlanan bir kalite ve güzellik ortamı hakimdir. Müminin cennete olan arzusu onu bu dünyayı da cenneti hatırlatan bir kalite düzeyine getirmeye teşvik eder. Kaliteli bir gençlik hedefi gerçekte çok daha büyük bir ideali de içinde barındırır:
Dünyanın geleceği olan gençlerin her yönden en yüksek kaliteye ulaşmasıyla birlikte, yakın zamanda tüm insanlığın da şimdiye kadar görülmemiş bir iyiliğe, güzelliğe ve üstünlüğe yani en yüksek kaliteye kavuşması... İşte bu şekilde tüm insanların güzel ahlaka sahip olmasıyla birlikte, yüksek şuur, olgunluk, hikmet, akıl, güzellik ve estetik duygusu da gelişecek ve muhteşem eserlerle dolu bir dünya meydana gelecektir. Sonuçta da Allah’ın izniyle yeryüzünde bir nevi cennet benzeri bir ortam oluşacaktır.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://umutmustafa.blogspot.com/