]]>

28 Ekim 2010 Perşembe

Yumurtanın üstün tasarımı

Tüm canlıları Allah yaratmıştır. Dünyadaki bütün canlılarda Allah'ın varlığının kesin delillerini görürüz. Müminler, canlılardaki kusursuz yaratılış özelliklerine bakarak Allah'ın üstünlüğünü takdir ederler. Allah Kuran'da şöyle buyurmuştur:




"Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır.'' (Müminun Suresi, 21)


Her varlıkta olduğu gibi kuşlarda da Allah'ın kusursuz yaratmasının sayısız delili vardır. Örneğin, kuş yumurtaları olağanüstü tasarım özelliklerine sahiptir.

Bize çok basit gibi görünen tavuk yumurtasının kabuğunda, golf topu girintilerini andıran 15 bin kadar gözenek bulunur. Bu girintili-çıkıntılı yapılar, kuş yumurtasına büyük bir esneklik kazandırır ve darbelere karşı direncini artırır.

Yumurta tam bir paketleme harikasıdır. Gelişmekte olan civcivin ihtiyacı olan tüm besin ve suyu sağlar. Yumurtanın sarısı, protein, yağ, vitamin ve mineraller içerirken, akı da bir su deposu işlevini görür.

Yumurtanın içinde gelişmekte olan civcivin besine ve suya olduğu kadar oksijen almaya ve karbondioksitini dışarı atmaya da ihtiyacı vardır. Civcivin ayrıca kemiklerinin gelişmesi için kalsiyuma, suyunun korunmasına ve mekanik darbelere karşı bir koruma sistemine gereksinimi vardır. Yumurta kabuğu tüm bu gereksinimleri karşılar. Civciv, kabuk zarlarının iç yüzeyinde bulunan bol damarlı bir katman aracılığıyla oksijen alır ve karbondioksitini atar. Böylece kabuk içindeki civciv kabuktaki küçük gözenekler yoluyla hava alıp vermiş olur.

Yumurta kabukları, şaşırtıcı ölçüde sağlam olmalarına karşın, çok da incedir. Bu özellik, kuluçkadaki ana ya da babanın ısısının, yumurtanın içine kadar kolayca iletilmesini sağlar.

Civcivin yumurtadan çıkarken gagasını kullanarak kendisine bir delik açtığı ilk aşamada, fazla oksijene ve başını oynatacak kadar bir boşluğa gereksinimi vardır. Bu gereksinimler, yumurtadaki suyun büyüme sırasında kullanılması , dolayısıyla yer açılması ve bu açılan yerde daha çok oksijen bulundurulmasıyla karşılanır. Kuluçka dönemi sırasında, yumurtadaki suyun ortalama %16'sı gözeneklerden dışarı buharlaşarak kaybolur.

Yumurtadaki Olağanüstü Dayanıklılık
Bir yumurta kabuğunun gaz, su ve ısı işlemini düzenlemesi gerektiği kadar, sağlam da olması gerekir. Kabuk, gelişen civcivi dış darbelere karşı koruyacak ve kuluçkaya yatan annenin ağırlığını kaldırabilecek kadar dayanıklı olmalıdır.

Nitekim kuş yumurtalarına baktığımızda, son derece dayanıklı olduklarını görürüz. Allah, küçük ve büyük yumurtaları birbirinden farklı şekilde yaratmıştır. Büyük kuşların yumurtaları genellikle sert ve gevrek bir yapıya sahiptir. Daha küçük kuşların yumurtaları ise yumuşak ve esnektir.

Tavuk yumurtalarının kabukları sert ve gevrektir ancak yuvada birbirleri üzerine yuvarlandıklarında kırılmazlar.

Araştırmalar, küçük kuşların yumurtalarının kabuklarının esnek ve dayanıklı olduğunu göstermektedir. Eğer ince kabuklu olan küçük yumurtaların kabukları da gevrek olsaydı çok çabuk kırılırlardı. Olası bir darbede esneyebilmeleri, onları kırılmaktan kurtarır.

Bir kabuğun gevrek ya da esnek yapıda olması, sadece civcivi korumak açısından değil, onun dünyaya geliş biçimi açısından da belirleyici rol oynar. Sert ve gevrek bir kabuktan çıkacak olan civcivin, kafasını ve bacaklarını çıkarmadan önce yumurtanın basık ucunda sadece bir-iki delik açması yeterlidir. Böylece delikleri birleştiren birtakım çatlaklar oluşur ve civciv şapka biçiminde bir kapağı kaldırmakla özgürlüğüne kavuşabilir. Hepimizin yakından gördüğü kuş yumurtasında da kainattaki her canlıda ve her yerde olduğu gibi Allah'ın delilleri vardır.

Allah Kuran'da şöyle buyurmuştur:

"Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Hadid Suresi,1)



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Özgür olmak, düşüncesiz olmak değildir...


İnsanlar genelde hayatlarının her safhasında özgür ve rahat olmak isterler. Hiçbir disipline, zorlamaya ya da sınırlamaya tabi olmadan istediği zaman istediği şeyi yapabilmek... Canı istediğinde uyuyup canı istediğinde kalkıp, istediğinde işlerini yapıp istemediğinde ertelemek, konuşmak istemezse konuşmamak, düşünmek istemezse düşünmemek, irade göstermek istemezse göstermemek ve bunun gibi her konuda keyfi hareket edebilmek...

Oysa ki özgürlük de ancak belirli sınırlar içerisinde yaşandığında güzeldir. Yoksa ‘özgürlük’ demek; düşüncesiz, umursuz, lakayt ya da aksi olmak demek değildir. Aynı şekilde, bir insanın birlikte yaşadığı insanlar için fedakarlıkta bulunması, başkalarını düşünerek hareket etmesi, önceliği ihtiyaç olan konulara vermesi bu kişinin ‘özgürlüğünün kısıtlanmış olması’ da değildir. İnsanın güzel ahlak göstermesi onu kısıtlayan değil, onu güzelleştiren, yücelten bir özelliktir.

Yoksa insan yanında uyuyan birileri varken, “özgürlüğümü kısıtlayamam, mühim olan benim ne istediğim, benim rahat etmem” diyerek, bağırıp çağırarak konuşan,müziğin ya da televizyonun sesini sonuna kadar açan birisini düşünün. Ya da alt kattaki komşularını hiç düşünmeden geceyarısında evde gürültü yapan birilerini...

Hiç kimse bu tarz düşüncesiz insanlarla muhattap olmak, onların etraflarına verdiği rahatsızlıklarla karşılaşmak istemez. Ama kimi insanlar kendileri için böyle düşündükleri halde, kendileri başkalarına aynı tavırları çok rahatlıkla uygulayabilirler.

İnsanlardaki bu davranış bozuklukluğunu gidermenin tek bir yolu vardır, o da Kuran ahlakına uymaktır. ‘Kuran, hem insanlara aradıkları ‘özgürlüğü’ en mükemmel şekilde yaşatır, hem de bu özgürlük kimseyi rahatsız edecek boyutlara ulaşmaz. Dolayısıyla mümin, -Allah'ın belirlediği ahlak sınırları içerisinde- alabildiğine özgür bir hayat yaşayabilme konforuna sahiptir.


Müslüman olmak demek, vicdan kullanmak demektir.
İrade kullanmak, akıl kullanmak, nefsi zorlamak, nefse karşı galip gelmek demektir. Bu nedenle mümin dünyanın en özgür en rahat insanı olmasına rağmen, hayatı boyunca yaşadığı her an tercihlerini vicdanına göre belirler. Canı istediğinde uyuyup, canı istediğinde yemek yiyip, canı istediğinde dinlenip, canı istediğinde çalışmak gibi bir ahlak tarzı yoktur. Asıl ölçüsü, “Allah'ın rızasının en çoğunu kazanabilmek”tir. Her an aklıyla ve vicdanıyla çevresinde olup biten olayları değerlendirir ve aralarından en hayırlı, en hikmetli, en faydalı ve en aciliyetli olduğunu düşündüğü konuya yönelir.

Dolayısıyla bir insan gerektiğinde bir başkasının ihtiyaçlarını kendininkilerden önde tutmakla kendi özgürlüğünden ödün verir belki ama, insanı asıl mutlu edecek özgürlük şekli de budur zaten. Yoksa insan bir başkasına rahatsızlık verdiğini bilerek, kendi isteklerini elde ettiğinde mutlu olamaz. Ancak vicdanına uygun hareket ederse gerçekten özgür olur ve ancak bu onu mutlu eder.

Çünkü özgürlük, yaygın olarak zannedildiği gibi, sadece insanın fiziksel olarak özgür olmasıyla yaşabilecek bir duygu değildir. Asıl önemli olan manevi anlamda özgür olabilmektir. Asıl özgürlük, Allah'ın insanın ruhuna ve kalbine hissettirdiği genişlik, ferahlık, güven ve huzur duygularının bir bütünüdür. Bu da kişinin imanı, takvası, tevekkülü ve teslimiyeti ile doğrudan bağlantılıdır.

Dolayısıyla asıl özgürlük ve mutluluk, insanın canı ne isterse onu yapmasında değil; Allah'ın rızasına en uygun olan ahlakı yaşamasındadır. Bu ahlakın kazandıracağı manevi özgürlük, insanın’ düşünmeden yaşadığı sınırsız bir fiziksel özgürlük’ ile asla kıyaslanmayacak kadar büyük bir nimettir. Ve Allah bu nimeti yalnızca müminlere lütfetmiştir.

Allah Kuran'da gerçek mutluluğun yolunu şöyle bildirmiştir:


... Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.
(Rad Suresi, 28)




sitemiz kez ziyaret edilmiştir.




http://haberanatomi.blogspot.com/

26 Ekim 2010 Salı

İNSAN YÜZÜNDE DOĞUŞTAN BARKOD SİSTEMİ VAR !

Etrafımıza baktığımızda, birçok yüz görürüz. Tanıdığımız birinin yüzünü ise; ne kadar kalabalık bir ortam olursa olsun fark etmemiz sadece birkaç saniye alır... Beyindeki yüz tanıma sürecinin nasıl gerçekleştiğini araştıran bilim adamları, oldukça şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır.

Yapılan araştırmalarda, yüzün beyin tarafından okunabilen bir barkod sistemine sahip olduğu keşfedilmiştir.

PEKİ, BEYİNDEKİ YÜZ TANIMA SÜRECİ NASIL GERÇEKLEŞİR?

Bu, beyinde görsel kortekste gerçekleşen oldukça kompleks bir süreçtir:


* İlk önce kaşlar, gözler, dudaklar gibi yatay çizgi oluşturan özelliklerin beyin tarafından algılanmasından sonra, bu çizgilerin siyah ve beyaz renklerde kodlandığı belirlenmiştir.

* Cilt ve yanaklar parlaklıkları nedeniyle beyaz olarak, dudaklarımız kaşlarımız ve göz çukurlarımızın da gölgelikleri nedeniyle siyah olarak kodlandığı tespit edilmiştir.

Araştırmayı yürüten Dr. Dakin “Bu şekildeki yatay bilgi çizgileri, süpermarket barkodlarını anımsatmaktadır” diyerek bu kod sistemine dikkat çekmiştir.


Süpermarket barkodları, bilgi sağlamanın etkin bir yoludur. Düz, tek boyutlu çizgiler sayı gibi 2 boyutlu karakterlerin algılanmasından çok daha kolaydır.

Çiçekler, manzaralar gibi farklı doğa görüntülerini inceleyen araştırmacılar, bu “barkoda elverişli sistemin” sadece yüzde olduğunu fark etmiştir.


Barkod, motif olarak, beynin görsel kısmında tanınması açısından çok daha elverişli bir modeldir. Birden fazla görüntünün beynin görsel korteksinde işlendiği durumlarda, farklı görüntüler içerisinden barkodu ayırt etmek daha kolaydır ve bu sayede de yüzün görüntüsünün beyinde değişmemesini sağlar.

Bu nedenle de, ne kadar hızlı hareket ederse etsin ya da ne kadar fazla görsel öğenin bulunduğu bir yerde bulunursa bulunsun, yüz her zaman tanınır.

Yüksek hızda hareket eden cisimlerin bulunduğu alanlarda, fotoğraf makineleri çektikleri görüntüyü aktarırken görüntünün arkasından uzayan bulanık yansıma görüntüler göze çarpar ve görüntünün kalitesi bozulur. Ancak yüz ne kadar çok sayıda hızlı hareket eden cisimlerin bulunduğu ortamda olursa olsun, her zaman tanınabilir.


* Barkod Sistemi Vesilesi ile Yaşanacak Önemli Bilimsel Gelişmeler:

Bilim adamları yüzdeki bu barkod sisteminin “daha iyi yüz tanıma yazılımları” geliştirmek açısından çok önemli olduğunu bildirmektedirler. Yüz tanıma programları her ne kadar ilerlemiş olsalar da, kalabalık alanlarda yüzleri tanımada henüz pek başarılı değillerdir. Ancak yüzdeki bu kod sisteminin taklit edilmesi, polislerin havaalanında suçluları tespit etmesine yardımcı olacak CCTV kameralarının gelişmesi sağlanmış olacaktır.

İçinde bulunduğumuz bilgisayar çağında günlük yaşamımızı kolaylaştırmak amacıyla geliştirilen ve ürünlerin alım satımında kolaylık sağlayan barkod sistemi, uzun yıllar eğitim gören bilim adamlarının önemli bir teknolojik buluşu olarak kabul edilir.

Oysa bizlerin yeni kullanmaya başladığı bu sistem, yüzümüzde ilk yaratıldığımız andan beri vardır. Kuşkusuz bu barkod sistemi, bedenimizin her ayrıntısında eksiksiz bir yaratılışın var olduğunu kanıtlar. Bu sistem tüm özellikleriyle akıl, bilgi, ölçme ve değerlendirme gibi kavramlar gerektirdiğinden barkod sistemi gibi düzenli ve kusursuz bir yapının tesadüfen oluştuğu düşünülemez.

Bedenimizdeki her yapı gibi, bu özel sistem de, en üstün özelliklerle yaratılmıştır. Yüce Rabbimiz kusursuz yaratışının delillerini insanlara doğal barkod sistemi gibi çeşitli örneklerle göstermektedir.

*****

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." [Al-i İmran Suresi, 191]

------
KAYNAKLAR:

1) “Natural 'Barcodes' Help Us Recognize Faces”, Science Daily Magazine, Nisan 14, 2009 sayısı

2) Dakin, S. C., & Watt, R. J. “Biological "barcodes" in Human Faces”, Journal of Vision, Nisan 9, 2009 sayısı







sitemiz kez ziyaret edilmiştir.

http://haberanatomi.blogspot.com/

DENİZ ATLARININ İLGİNÇ ÖZELLİKLERİ



Denizatları dış görünümleri ve son derece özel bir tasarıma sahip olan
genel yapıları ile dikkat çekici canlılardır. Boyları 4 ile 30 cm
arasında değişen denizatları genellikle kıyı şeridinde yosunların ve
diğer bitkilerin arasında yaşarlar. Sahip oldukları koruyucu kemiksi
bir zırh bu hayvanları tehlikelerden korur. Zırh o kadar sağlamdır ki,
kurumuş ölü bir denizatını elinizle kırmanız neredeyse imkansızdır.

Denizatının başı, vücuduna dik açı ile yerleştirilmiştir. Başka hiçbir
balıkta bu özelliğin bir eşine rastlamak mümkün değildir. Denizatları
vücutları dik olarak yüzer, başlarını yukarı ve aşağı hareket
ettirebilirler. Ancak başlarını iki yanlarına doğru hareket
ettiremezler. Bu özellik diğer canlılarda olsa görme açısından problem
oluşturabilirdi. Ancak denizatlarının sahip oldukları özel vücut
tasarımı sayesinde böyle bir problem hiç yaşanmaz. Denizatlarının
gözleri birbirinden bağımsız, her yöne serbestçe hareket edebilecek ve
dönerek her tarafı rahatlıkla seyredebilecek şekilde yaratılmıştır. Bu
yüzden kafalarını iki yana çeviremeseler de etraflarını rahatlıkla
görebilirler.


Denizatlarının yüzmeleri de çok özel bir sistem sayesinde gerçekleşir.
Yüzme keselerinde bulunan bir tür gazın miktarında gereken
değişiklikleri yaparak suda rahatlıkla yükselip alçalırlar. Denizatı,
eğer bu kesesi zarar görürse ve az miktar da olsa gaz kaybederse
denizin dibine batar. Bu durum ise denizatı için ölüm demektir. Burada
hemen dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Yüzme
kesesindeki gazın miktarı çok hassas ayarlanmıştır. İşte bu yüzden
herhangi bir değişiklik hayvanın ölümüne neden olmaktadır. Bu hassas
ayarın bize gösterdiği gerçek ise çok önemlidir. Bir denizatı ancak bu
hassas ayarla yaşayabilir. Yani bir denizatı ancak bu özelliğiyle
birlikte tek bir anda ortaya çıktığı için varlığını sürdürmektedir. Bu
durum denizatının zaman içinde bu özellikleri kazanmasının mümkün
olmadığını, yani evrimcilerin iddia ettiği gibi evrimin bir ürünü
olmadığını gösterir. Evrendeki her varlık gibi onlar da bütün
özellikleriyle birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır.

Bu canlıların en şaşırtıcı yönü ise erkek denizatının doğum
yapmasıdır. Erkek denizatı karnının alt kısmında, zırh tabakasının
olmadığı bölgede, geniş bir keseye ve bunun üzerinde de yarığa benzer
bir açıklığa sahiptir. Dişi, yumurtalarını doğrudan bu keseye
yerleştirir. Erkek ise burada biriken yumurtaları döller. Yumurtaların
bırakıldığı kesenin iç kısmındaki deri bir süre sonra sünger gibi olur
ve yumurtaların beslenmelerinde önemli bir rol oynayan kan
damarlarıyla dolar. 1 ya da 2 ay sonra denizatının kopyaları olan
yavrular keseden çıkar.

Denizaltındaki çok sayıdaki canlı türünden yalnızca bir tanesi olan
denizatları pek çok yönden benzersiz özelliklere sahiptirler.
Denizatlarındaki tasarım Allah'ın sınırsız gücünün, sonsuz ilminin
örneklerindendir:

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin
olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.
(Bakara Suresi, 117)






sitemiz kez ziyaret edilmiştir.


http://haberanatomi.blogspot.com/

24 Ekim 2010 Pazar

Yatağında Rüya Gören Biri Gibi, Hayatınızı Bambaşka Bir Yerde İzliyor Olabilirsiniz

Rüyasında çorba içen bir insan, çorbanın tuzunu, kıvamını, içindeki malzemelerin tadını, gerçekten çorba içiyormuş gibi hisseder. Ancak ortada ne çorba, ne de yemek vardır. Ne var ki, rüyasında çorba içen bir insana biri gelip, "şu anda rüyadasın ve bu çorba aslında bir görüntü" dese, hemen itiraz eder. "Görüntü olur mu? Bak sıcaklığını hissediyorum. Birden içince dilim yanıyor. Hatta çorbayı içince karnım doydu. Görüntü olsa karnım doyar mıydı?" der. İçtiğini sandığı çorbanın aslında beyninde oluşan bir görüntü olduğunu, yemek yerken hissettiği sıcaklık, tokluk gibi hislerin de yine beyninde oluşan algılar olduğunu ancak uykusundan uyandıktan sonra anlar.

Rüyalarımızda yaşadıklarımızla, gerçek hayatta yaşadıklarımız aynı mantıkla oluşur. Rüyalarımız nasıl zihnimizde yaşanıyor ise, gerçek hayatımız da zihnimizde yaşanır. Rüyalarımıza "hayal" dememizin tek nedeni, sabah uyandığımızda bedenimizi yatağımızda bulmamız ve "demek ki ben yatıyordum ve bunları rüyamda gördüm" sonucuna varmamızdır.^

Peki rüyanızdan hiç uyanmadan yaşamaya devam etseniz, rüya içinde yaşadığınızın, gördüklerinizin hiçbirinin aslı ile muhatap olmadığınızın farkına varabilir misiniz?

Kesinlikle hayır. Uyanıp, kendinizi yatağınızda uyuyorken bulmadığınız sürece, hiçbir zaman rüyada olduğunuzu anlayamazsınız ve koskoca bir ömrü gerçek hayatınızı yaşadığınızı zannederek geçirirsiniz.

Öyle ise, gerçek hayat dediğimiz hayatımızın da bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Bir gün bu gördüğümüz hayattan çıkıp kendimizi bambaşka bir yerde, bu hayatımıza dair görüntüleri izlerken bulmayacağımıza dair bir bilgimiz var mıdır?

İnsanlık tarihinin en büyük mucizelerinden biri olan bu olağanüstü gerçek üzerinde mutlaka düşünün.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Sadırganlığın Fikri Temeli: Sosyal Darwinizm

Şiddete dayalı kültürün temelinde insanı bir hayvan türü olarak gören Darwinizm ideolojisi vardır. Güçlülerin zayıf olanları ezmesi, yaşam mücadelesi, türler arasında, insanlar arasında ve medeniyetler arasında çatışmaya yönlendiren ırkçı yaklaşım bu fikrin dayanak noktalarıdır.

Şiddeti, savaşçılığı yücelten, güzel ahlakı, sevgiyi, barış ve huzuru ise göz ardı eden bu düşünce yapısının yayılması için şimdiye dek çalışmış olan ideologların büyük çoğunluğunun din ahlakından uzak kimseler olması en dikkat çeken ortak yönleridir. Bugün de bütün dünyaya filmler, romanlar, resimli romanlar aracılığıyla söz konusu Darwinist düşünce yapısı telkin edilmeye çalışılmaktadır. Bu propaganda ile kan dökücü saldırgan karakter, "gözü pek, bileği ve yüreği güçlü" gibi sahte tanımlamalar altında kendine meşru bir zemin bulmaktadır.

Kuşkusuz bu tehlikeli bir düşünce yapısıdır. Bu tehlikenin farkında olmak, söz konusu teori ve bu teoriye dayalı ideolojilere karşı gerekli fikri önlemlerin alınması açısından son derece önemlidir. Unutmamak gerekir ki, Darwinizm ve Darwinizm'i temel alan tüm toplum modelleri insanlığı büyük felaketlere sürükleyecek modellerdir.

Mutlak barış ve huzur çağı ancak şiddete dayalı bu sistemin fikren ortadan kaldırılmasıyla oluşabilir. Öncelikle bu saldırgan sistemin Darwinizm gibi temelleri fikren mücadele edilerek yok edilmeli, daha sonra bu fikrin hayat sahası olan konular ortadan kaldırılmalıdır. Dünya üzerindeki bu şebekenin çözülmesi, hem toplumlar arasında hem de insanlar arasında gerçek huzurun yaşanmasına vesile olacaktır. Şiddete, gurura, nefrete dayalı olan bu sisteme karşı beklenen karşı çözümün tamamen bu yapının dışında olması, sevgiye, adalete, fedakarlığa, alçakgönüllülüğe, merhamete dayalı olması şarttır.

Allah'ın insanlara emrettiği ve Kuran'da bildirilen ahlak, toplumları her zaman için refaha, huzura ve barışa götürecek bir ahlaktır. Bunların dışında yapay çözümlere, geçici tedbirlere sarılmak sonuç vermeyecektir. Ahlaken güçlü, manevi değerlerine sahip çıkan, vicdan ve sağduyu sahibi, kişilikli insanların sayısının çoğalması bu kişilerin hayat sahalarının sona ermesi anlamına gelecektir. Bu ise ancak din ahlakının yaygınlaşması ile mümkün olur. İyilerin biraraya gelmeleri ve birlikte davranmaları ile kötülerin ittifakı dağılacak, kötülükleri eriyip yok olacaktır.






sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

13 Ekim 2010 Çarşamba

Gölgede Kalan Bitkiler Güneşin Yönünü Nasıl Tespit Ederler?

Kendilerinden daha büyük bitkilerin gölgesinde kalan bitkiler gölgeden kaçıp güneşe ulaşabilmek için boylarını adeta güneşe doğru uzatırlar. Üstelik bunu çok özel bir yöntemle gerçekleştirirler.

Herkes bir bitkinin büyüyebilmesinin ilk aşamasının tohumun içinden filizin çıkması ile başladığını bilir. Bazı insanların alışkanlık gözüyle baktığı bu olay, aslında büyük bir mucizedir. Çünkü filizin toprağın yüzeyine doğru ilerlemesi çok büyük bir kuvvet gerektirmektedir. Bu kuvvetin büyüklüğü, filizlerin asfalt kaldırımların kenarlarını çatlatarak çıktıkları düşünüldüğünde çok daha iyi anlaşılmaktadır. Bu etkili gücün kaynağı her bitkiyi oluşturan hücrelerin içinde bulunan hidrolik basınçtır. Bitkinin büyümesi için mutlaka gerekli olan bu basınç hücre duvarını esnetip, genişletme özelliğine sahiptir. Eğer bu özellik olmasaydı bitkilerdeki hücre büyümesi gerçekleşemezdi, yani tohum filizlenemezdi.

Büyük bir güç kullanarak topraktan çıkmaya çalışan filizin bir başka mucizevî özelliği ise hep yukarıya yani ışığın ve güneşin bulunduğu tarafa yönelmesidir. Yerin karanlıklarında bulunan, gözü olmayan, ışığı daha önce hiç tanımamış ve karanlık ortamda neresinin toprağın yüzeyi olduğunu bilemeyen bir tohumun yönünü hiçbir zaman şaşırmadan daima doğru olarak bulabilmesi de elbette büyük bir mucizedir. Yüce Allah bir ayette tohumu yaratanın da, toprağın içine düştüğünde onu yarıp içinden yeni bir bitkiyi çıkaranın da Zatı olduğunu şöyle haber verir:

“Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah’tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?” (En’am Suresi, 95)

Toprağın Yüzeyine Çıkan Bitkinin Işığa Ulaşma Yöntemi

Güneş ışığını engelleyecek bir cismin altında kalması durumunda, bitkinin fotosentez yapması zorlaşacaktır. Bu da bitkinin büyüyememesi demektir. Bu nedenle toprağın altından çıkan her filiz, yeryüzüne ulaştığında hemen ışık kaynağına doğru büyüme yönünü değiştirir. Bitkilerde bulunan, ışığa duyarlı bu yön tayin sistemine “fototropizm” denir.

Evinizdeki bitkileri daha karanlık ya da güneşi doğrudan almayan bir yere koyduğunuzda bir süre sonra bu bitkilerin güneşin geldiği yöne doğru döndüklerini görürsünüz. Bunun için kimi zaman yapraklarının boylarını uzattıklarına ve yapraklarının yönlerini değiştirdiklerine kimi zaman da kıvrıldıklarına şahit olursunuz. Bir filizin, toprağın altından çıkar çıkmaz ya da karanlık bir yere konulduğunda hemen güneşin geldiği yönü tespit edebilmesi ve bilinçli bir şekilde o yöne yönelebilmesi üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konudur. Bitkiler ışığa ve yerçekimine dayalı kusursuz yön tayin sistemleri sayesinde bu işlemi başarıyla gerçekleştirirler. Hayvanlarla ve insanlarla karşılaştırdığımızda bitkiler, ışığı algılama konusunda daha avantajlı durumdadırlar. Çünkü hayvanlar ve insanlar sadece gözleriyle ışığı algılayabilirler. Bitkilerdeki yön tayin sistemleri ise son derece keskindir. Bu yüzden hiçbir zaman yönlerini şaşırmazlar. Bitkilerin sahip oldukları bu sistem, elbette Yüce Allah’ın ilhamıdır. Rabbimiz Kuran’da bu gerçeği şöyle bildirir:

“Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız.” (Vakıa Suresi, 63–65)

Şimdi bitkilerin bu yön tayin sisteminin nasıl çalıştığını inceleyelim.

Bitkilerin Işık Yön Tayin Sistemi

Yeryüzünün en uygun şekilde ısınması ve bitkilerin fotosentez yapabilmesi için tek kaynak güneş ışığıdır. Bu ışınların dalga boyları ve frekansları birbirinden farklıdır. En kısa dalga boyu, en uzun dalga boyundan tam 1025 kat daha küçüktür. İşte, 1025‘lik elektromanyetik yelpazeden güneşin yansıttığı bu bir birimlik ışın aralığının büyük bir kısmı “görülebilir ışık” olarak adlandırılır. Bu birimin hemen altındaki ve üstündeki aralıkta yer alan ışınlar da yeryüzüne kızıl ötesi ve mor ötesi ışınlar olarak ulaşır. Bitkiler çevrelerindeki diğer bitkilerin varlığını bizlerin çıplak gözle göremeyeceğimiz bu kızıl ötesi ışınlar yardımıyla algılayıp tepki verebilirler. Çünkü gölge yapan büyük bitki önce bu kızıl ışınları emer, daha sonra dışarıya yansıtır. İşte gölgede kalan bitkiler bu yansıyan kızıl ötesi ışınları algılayarak, kendilerine gölge yapan bitkiyi hissederler ve güneş gören bir yere ulaşabilmek için genişlemek, yaprak ve yeni tohumlar üretmek yerine gövdelerini uzatırlar. Eğer bitki yine de güneşe uzanamazsa o zaman gelecek mevsimde daha iyi büyüme koşullarına sahip olması için yeni tohumlar üretirler.

Bilim adamları bitkilerin gölge ortamında büyümelerini ve çiçeklenmelerini sağlayan özel bir gen yapılarının olduğunu bulmuşlardır. Yanlarındaki komşularının gölgelerinden çıkmalarını ve böylece güneşe ulaşmalarını sağlayarak büyümelerini kontrol eden bu gen “auxin” adlı bir hormonu sentezletir. Bitkiler üç aşamadan oluşan auxin sentezlenmesinde ilk reaksiyonu kolaylaştırmak için tıpkı bir kimya laboratuvarı gibi çalışarak bir dizi karmaşık işlem gerçekleştirir. Bu amaçla çok çeşitli amino asitler kullanarak “triptofan aminotransferaz” adı verilen yeni bir enzim oluştururlar. İşte gölgeden korunmayı sağlayan en büyük ışık reseptörü (ışık algılayıcı sinir) komşu bitkileri tespit ettiği zaman aminotransferaz salgılar. Bu da bitki gövdesinin uzamasına neden olan auxin’in hızla yükselmesine neden olur. Bu şekilde bitki, gölgeden uzaklaşarak güneşe doğru uzamış olur.

Gözleri Olmayan Bir Bitkinin Güneş Işınlarını Tespit Etmesi Muazzam Bir Yaratılış Mucizesidir

Toprağın derinliklerinde yetişen bir tohumun büyük bir güç harcayarak, yüzeye çıkmak için daima doğru yönü bulması, yüzeye çıkan bitkinin fotosentez yapabilmek için ışığa ihtiyacı olduğunu bilerek güneşe yönelmesi, kendisini engelleyen bir bitki olduğu zaman gözü olmadığı halde uzak kızıl ötesi ışınları algılayarak ışığa yönelmek için boyunu uzatma yönünde bir çaba harcaması, boylarının uzaması için auxin adlı bir hormonu sentezlemeleri ve bu işlemin çok karmaşık kimyasal olaylarla gerçekleşmesi elbette aklı ve şuuru olmayan bir bitkinin yapabileceği işler değildir. Bitkilerin yaşamının her kademesinde görülen bu akıl, onların üstün güç sahibi olan Yüce Allah tarafından yaratılmış olduklarının açık bir delilidir. Bu gerçek ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

“Sizin için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır.” (Nahl Suresi, 10–11)

Yeryüzündeki canlı yaşamında çok önemli bir yeri olan bitkilerdeki sistemlerin en dikkat çekicilerinden biri tepki mekanizmalarıdır. Dışarıdan bakınca ne ağzı, ne gözü, ne de bir sinir sistemi olan bitkiler, bu tepki mekanizmaları sayesinde çoğu zaman insanlardan bile hassas olabilmektedirler.

Bitkilerin Tatma Duyusu

Bitkiler sadece güneş ışığıyla yaşayamazlar; topraktan bazı besinleri de almaları gerekir. Tat duyusu, topraktan mineral ve besinleri alan bitki kökleri için çok önemlidir. Arabidopsis (tere otu) adlı bitkide yapılan araştırmalarda, bir genin nitrat ve amonyum tuzlarının bol olarak bulunduğu yerleri tespit ettiği ortaya çıkarılmıştır. Bu gen sayesinde kökler gelişigüzel değil, besin yönünde gelişerek bilinçli bir hareket sergilemektedir. Nitratları tespit eden bu gen ANR1’dir.

Bu gen dışında, Teksas Üniversitesi’nde yapılan başka bir araştırmada “apiraz” adlı bir enzim daha keşfedilmiştir. Kök yüzeyinde bulunan bu enzim, mantar gibi toprağa karışmış mikroorganizmaların ürettiği ATP’yi (adenozin trifosfat) tadabilmektedir. ATP molekülü doğada her zaman hazır olan kısa süreli bir enerji rezervidir. Apiraz, bitkinin bu molekülü alıp besine dönüştürmesini daha sonra da emmesini sağlar. Bitkilerin hücre dışındaki ATP’yi toplayıp kullanılır hale getirmesi yeni keşfedilmiş bir mucizedir.





sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

10 Ekim 2010 Pazar

DEMİRDEKİ SIR

DEMİRDEKİ SIR

Demir, Kuran'da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kuran'ın "Hadid", yani "Demir" adlı Suresi'nde şöyle buyrulur:

... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik... (Hadid Suresi, 25)

Demir dünya üzerinde üçüncü en yaygın elementtir ve yer kabuğunun yüzde beşini oluşturur. Demir elementi, Dünya'da bu kadar fazla miktarda bulunmasına karşın, demirin oluşumu Dünya dışında gerçekleşmiştir. Modern astronomik bulgular, Dünya'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.1

Kuran'da bu bilimsel gerçek mucizevi bir şekilde bildirilmektedir.

Hadid Suresi'nin 25. ayetinde, demir için kullanılan "enzelna" yani "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, yağmur ve güneş ışınları için kullanılan "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin yukarıda ifade ettiğimiz bu önemli bilimsel gerçeğe işaret ettiği görülmektedir. Sadece Dünya'daki değil, tüm Güneş Sistemi'ndeki demir, dış uzaydan elde edilmiştir. Çünkü Güneş'in sıcaklığı demir elementinin meydana gelmesi için yeterli değildir. Güneş'in 6000 0C'lık bir yüzey ısısı ve 20 milyon 0C'lik bir çekirdek ısısı vardır. Demir ancak Güneş'ten çok daha büyük yıldızlarda, birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir. Nova veya Süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Demirin uzaya dağılması işte bu patlamalar sonucunda mümkün olur.2

Bilimsel bir kaynakta bu konu ile ilgili olarak şu bilgiler yer almaktadır:

Daha yaşlı Süpernova olaylarını gösteren deliller de vardır: Deniz tabanında biriken demir-60 yaklaşık 5 milyon yıl önce Güneş'ten 90 ışık yılı uzaklıkta meydana gelen bir Süpernova patlamasının delili olarak yorumlanmıştır. Süpernova patlamasında oluşan demir-60, 1.5 milyon yıl yarılanma ömrü olan radyoaktif bir izotoptur. Dünya'nın yer altı katmanlarında bulunan demir-60 izotopu, yakın uzayda bulunan elementlerin nükleosentez geçirip, önce Dünya atmosferine oradan da yer altı katmanlarına saplanması sonucu oluşmuştur.3

Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi demir madeni Dünya'da oluşmamış, Süpernovalardan taşınarak, aynı ayette bildirildiği şekilde "indirilmiştir". Bu bilginin Kuran'ın indirilmiş olduğu 7. yüzyılda bilimsel olarak tespit edilemeyeceği ise açıktır. Ancak bu gerçek, herşeyi sonsuz bilgisiyle kuşatan Allah'ın sözü olan Kuran'da yer almaktadır.

Günümüz astronomi bilgileri bize diğer elementlerin de Dünya'nın dışında oluştuğunu göstermektedir. Ayetteki "demiri de indirdik" ifadesinde geçen "de" vurgusu bu gerçeğe dikkat çekiyor olabilir. Ancak ayette, demire özellikle dikkat çekilmesi ise, 20. yüzyılın sonlarında elde edilen bilgiler dikkate alındığında son derece düşündürücüdür. Ünlü mikrobiyolog Micheal Denton, Nature's Destiny (Doğa'nın Kaderi) adlı kitabında demirin önemini şu sözleriyle vurgulamıştır:

Tüm metaller içinde demirden daha çok hayati önem taşıyanı yoktur. Bir yıldızın çekirdeğinde demirin birikmesi süpernova patlamasını tetikler ve böylece hayat için gerekli olan atomların tüm evrene yayılmasına imkan verir. Demir atomlarının Dünya'nın ilk aşamalarında çekirdekte oluşturduğu yerçekimiyle üretilen ısı, Dünya'nın başlangıçtaki kimyasal farklılıklarına neden olmuş ve atmosferin oluşumu ile sonuçta hidrosferin meydana gelmesini sağlamıştır. Dünya'nın merkezinde bulunan erimiş demir, dev bir mıknatıs görevi yapar ve dünyanın manyetik alanını oluşturur. Bu alan sayesinde Dünya'nın yüzeyini yüksek enerjili yıkıcı kozmik radyasyondan koruyan Van Allen radyasyon kuşakları oluşur ve hayati önem taşıyan ozon tabakasını kozmik ışın yıkımından korur.

Demir atomu olmaksızın evrende karbona bağlı yaşam olması mümkün olmazdı; süpernovalar olmaz, Dünya'nın ilk dönemlerinde ısınması gerçekleşmez, atmosfer ya da hidrosfer olmazdı. Koruyucu manyetik alan olmaz, Van Allen radyasyon kuşakları oluşmaz, ozon tabakası olmaz, (insan kanında) hemoglobini meydana getirecek hiçbir metal bulunmaz, oksijenin reaktifliğini yatıştıracak metal oluşmaz ve oksidasyona dayanan bir metabolizma meydana gelmezdi.

Hayat ve demir ile kanın kırmızı rengiyle uzaktaki bir yıldızın ölümü arasındaki bu gizemli ve yakın ilişki sadece metallerin biyoloji açısından önemli olduğunu göstermekle kalmaz, aynı zamanda evrenin biyolojik yönden önemini vurgular.4

El-Hadid Suresi Kuran'ın 57. suresidir, El-Hadid kelimesinin Arapça'daki sayısal değeri ise 57'dir. Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır. Yandaki periyodik cetvelde de görüldüğü gibi 26 sayısı demirin atom numarasıdır. Üstün kudret sahibi olan Allah, Hadid Suresi'nde indirdiği ayetle hem demirin nasıl oluştuğuna dikkat çekmekte hem de ayetin içerdiği matematiksel şifreler ile bilimsel bir mucizeyi bize göstermektedir.

Demir atomunun önemi, bu açıklamalarla rahatlıkla anlaşılmaktadır. Kuran'da özellikle demire dikkat çekilmesi de bu madenin önemini vurgulamaktadır. Peygamberimiz (sav) döneminde demir kullanılıyor ve çeşitli aletler imal ediliyordu; ancak demirin insan hayatındaki önemi hakkındaki bilgiler çok yetersizdi. Dünyanın çekirdeğinde demir bulunduğu, insanın kanında demir olduğu ve demirin canlılık için hayati önemi, 20. yüzyıla kadar henüz bilinmeyen gerçeklerdi. Tüm bunların yanı sıra Kuran'da demirin önemine dikkat çeken bir sır daha vardır.

İçinde demirden bahsedilen Hadid Suresi'nin 25. ayeti iki matematiksel şifre içermektedir:

"El-Hadid", Kuran'ın 57. suresidir. "El-hadid" kelimesinin Arapçadaki sayısal değeri, yani ebcedi hesaplandığında karşımıza çıkan rakam da aynıdır: "57". (Ebced hesapları ile ilgili bilgi için bkz. Kuran'da Ebced Hesabı bölümü)

Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır. 26 sayısı ise demirin atom numarasıdır.

Öte yandan 2004 yılında gerçekleştirilen bir kanser tedavisinde demir oksit tanecikleri kullanıldı ve olumlu gelişmeler kaydedildi. Almanya'daki dünyaca ünlü Charite Hastanesi'nde doktor Andreas Jordan başkanlığındaki ekip, kanser hastalığının tedavisi için geliştirdiği yeni bir yöntemle -manyetik likid hipertermia (yüksek ısılı manyetik sıvı)- kanser hücrelerini yok etmeyi başardı. Hastanede ilk kez 26 yaşındaki Nikolaus H. adlı bir öğrenciye uygulanan bu yöntem sonucunda, bu kişide üç aydır yeni kanser hücrelerine rastlanılmadı.

Kullanılan bu tedavi şekli özetle şu şekildedir:

1- İçinde demir oksit tanecikleri bulunan sıvı, özel bir şırıngayla tümörün içine gönderiliyor. Bu tanecikler, tümör hücrelerine dağılıyor. Bu sıvının 1cm3'ünde demir oksitten oluşan ve alyuvarlardan 1.000 kat daha küçük milyonlarca parçacık bulunmakta ve bunlar kolaylıkla kan damarlarında dolaşabilmektedir.5

2- Hasta, daha sonra güçlü manyetik etkisi olan bir aletin altına yatırılıyor.

3- Dışarıdan uygulanan bu manyetik akım, tümörün içindeki demir taneciklerini hareketlendirmeye başlıyor. Bu esnada demir oksit tanecikleri içeren tümördeki ısı artı 45 0C'ye kadar çıkıyor.

4- Sıcağa karşı kendini koruyamayan kanser hücreleri birkaç dakika içinde zayıflatılıyor ya da yok ediliyor. Daha sonra yapılan kemoterapiyle tümör tamamen kaybolabiliyor.6

Bu tedavide sadece kanserli hücreler, demir oksit parçacıkları içerdikleri için, sağlıklı hücreler manyetik akımdan olumsuz etkilenmemektedir. Bu yöntemin yaygınlaştırılması, ölümcül olabilen bu hastalığın tedavisi açısından çok büyük bir gelişmedir. Kanser gibi yaygın bir hastalığın tedavisinde, Kuran'daki ifadeyle "insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demir"in kullanılması son derece dikkat çekicidir. (Hadid Suresi, 25) Nitekim Kuran'da bu ayetle demirin insan sağlığı açısından bu yöndeki faydalarına da işaret ediliyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

1. Dr. Mazhar, U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur'an, Crescent Publishing House, New York, 1997,
ss. 110-111; http://www.wamy.co.uk/announcements3.html; Prof. Zighloul Raghib El-Naggar'ın konuþmasından.
2. Dr. Mazhar, U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur'an, Crescent Publishing House, New York, 1997, ss. 110-111; http://www.wamy.co.uk/announcements3.html
3. http://www.istanbul.edu.tr/fen/astronomy/populer/cevre/cevresi.htm; Yard. Doç. Dr. Yüksel Karataþ, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü, Popüler Bilim (Popular Science Magazine), no. 92, 2001, ss. 38-43, [American Scientist, c. 88, s. 1].
4. Michael J. Denton, Nature's Destiny, The Free Press, 1998, s. 198.
5. http://www.inm-gmbh.de/cgi-bin/frame/frameloader.pl?sprache=en&url=http://www.inm-gmbh.de/htdocs/technologien/highlights/highlights_en.htm
6. "Nanotechnology successfully helps cancer therapies", IIC Fast Track, Nanotech News from Eastern Germany,
Industrial Investment Council, Ekim 2003; www.iic.de/uploads/media/NANO_FT_Nov2003_01.pdf
sitemiz kez ziyaret edilmiştir.

http://haberanatomi.blogspot.com/

9 Ekim 2010 Cumartesi

Büyük Türkiye' ye doğru




kez ziyaret edilmiştir.

http://haberanatomi.blogspot.com/