]]>

21 Aralık 2011 Çarşamba

Yaşamın Ritmi: Tiroid Bezleri

Günümüz fabrikalarında ve modern sanayi tesislerinde gündemde tutulan en önemli nokta "verim"dir. Fabrikanın her bölümünün ideal bir hızda çalışması gerekir. Ancak birimlerin hızlı çalışmaları tek başına yeterli değildir. Her birimin bir diğeri ile uyum içinde olması gerekir. Bir birimin diğerlerinden çok daha hızlı çalışması tek başına değerlendirildiğinde ilk anda daha avantajlıymış gibi gelebilir. Ancak genel planlama göz önünde bulundurulduğu zaman bu durumun faydadan çok zarar getirebileceği görülecektir. Bu nedenle fabrikalarda iyi bir planlama ve yüksek verim sağlamak için endüstri mühendisleri, işletmeciler ve çok sayıda uzman personel çalışır.

Şimdi bir kez daha hep birlikte dev bir fabrika hayal edelim:

Bu fabrikada milyonlarca farklı ürün üretilsin. 24 saat hiç ara verilmeksizin fabrika çalışsın. Ve bu fabrikada insanın hayal gücünün ötesinde sayıda işçi çalışsın; 100 trilyon işçi.

Şüphesiz böyle bir fabrikanın üretim planını yapmak, hangi işçi gruplarının hangi hızda en verimli şekilde çalışacaklarını hesaplamak için bir mühendisler ve işletmeciler ordusu gerekecektir.

Böyle bir fabrika ilk anda hayal ürünü gibi gelebilir. Oysa gerçek hayatta böyle bir fabrika vardır. Ancak bu fabrikada işletmeciler ve mühendisler görev yapmaz. Fabrikanın elemanları küçük bir organımızdan ve hormonlardan ibarettir.

Söz konusu fabrika insan vücududur. Bu fabrikanın veriminden sorumlu yönetici tiroid bezidir. Tiroid bezi salgıladığı tiroksin hormonu yardımıyla 100 trilyon hücrenin çalışma ritmini teker teker düzenler, hızlarını ayarlar. Besinlerin hücreler tarafından enerjiye çevirim hızlarını belirler. Bu da yediğimiz besinlerden hangi verimle faydalandığımızı tespit eder.

Örneğin genç insanların, özellikle yetişme çağındaki insanların çoğu oldukça yüksek bir metabolizma hızına sahiplerdir ve yedikleri besinleri hızla enerjiye çevirirler. Bir başka deyişle, yedikleri besinleri kolay yakar ve kilo almazlar.

Yaş ilerledikçe genellikle kişinin iştahında bir farklılık olmaz; ancak aynı miktarda besin yendiği halde gençlik dönemlerine göre kilo alınır. Bunun sebebi, gençlik döneminde vücut hücrelerinin besinlerden daha yüksek bir verimle enerji elde etmeleridir. Yaşlılık dönemine girildiğinde hücrelerin besin yakma işlemindeki verimleri düşer ve yakılamayan besinler yağ olarak vücutta depolanır.

Hücreler Üzerindeki Sıkı Kontrol

Konunun başında verdiğimiz fabrika örneğini tekrar ele alalım. Eğer bir fabrika sahibi olsaydınız, sizin için çalışan işçilerin en verimli şekilde çalışmalarını, bunu yaparken de kendi sağlık ve güvenliklerine dikkat etmelerini sağlamaya çalışırdınız. Fabrikanızda çalışan işçilerin bir bölümü hiçbir mazeretleri olmadığı halde yavaş çalışsalardı bu, elbette fabrikanın verimi açısından iyi olmazdı. Eğer işçilere hangi işi hangi hızda yapmaları gerektiğini söyleyen bir idareci bulunmazsa, bir süre sonra fabrikanın üretiminde de aksamalar görülürdü.

Aynı şey vücudumuz için de geçerlidir. Eğer hücrelerinize hangi hızda çalışmaları gerektiğini söyleyen bir idareci bulunmazsa, sonuç bedeniniz için iyi olmayacaktır. Bu durumda hücre faaliyeti yavaşlayacak, yediğiniz besinler hızla yağa çevrilecek, kolunuzu kaldıracak haliniz kalmayacaktır ve bütün vücudunuz iflas noktasına gelecektir. Bu durum zeka geriliğine neden olacak rahatsızlıklara kadar varacaktır. Nitekim tiroksin hormonu az salgılandığı zaman "miksödem" isimli bir hastalık ortaya çıkar ve söz konusu belirtiler görülür.

Ancak siz farkında bile değilken tiroid beziniz sizin için çalışır ve tiroksin hormonu salgılar. Bu hormon 100 trilyon hücrenizin her birini teker teker bulur ve tembellik etmelerini engeller. Böylece siz de günlük hayatınızı normal şartlar altında sürdürebilirsiniz.

Tiroksin Hormonunun Vücuttaki Etkileri

Tiroksin hormonu yalnızca hücrelerinizin tembellik etmelerini engellemekle kalmaz, aynı zamanda gereğinden fazla çalışmalarını da engeller. Eğer vücut hücreleri olması gerekenden daha hızlı çalışırsa ne olur?

Bu durum, tiroksin hormonunun fazla salgılandığı "toksik guatr" hastalığında görülür. Vücuttaki organların çalışma hızı artar, vücut ısısı ve kan basıncı yükselir, kilo kaybı gerçekleşir, terleme artar ve kişi genellikle sinirli davranışlar gösterir. İnsanın göz küresi dışarı doğru fırlar. Bu durum ileri vakalarda körlüğe ve hatta kalp yetersizliğinden dolayı ölüme dahi neden olabilir.

Peki bu hormonu üreten tiroid bezi, vücudumuzdaki hücrelerin hangi hızlarda çalışmaları gerektiğini nereden bilmektedir?

İnsanın kendisi dahi vücut hücrelerinin hangi hızda çalışmaları gerektiğini bilmez. Hatta insanların çoğu vücut hücrelerinin bir çalışma hızı olduğundan dahi haberdar değildir. Eğer insan, kendi hücrelerinin çalışma hızlarına müdahale etmek istese, kendi iradesi ile hücrelerine kesinlikle söz geçiremez. Bunun için ya tıbbi bir yardım olması ya da herhangi bir ilaç kullanılması gerekir. Çünkü hücrelerin çalışma hızları insanın kendisinin değil, küçücük bir et parçasının, tiroid bezinin kontrolü altındadır.

Peki tiroid bezi ve tiroksin hormonu bu üstün akla nasıl sahip olmuştur? Hücrenin içinde bulunan ve insanoğlunun halen nasıl çalıştığını araştırdığı yüzlerce farklı sistemin hangi hızda çalışması gerektiğini nereden bilmektedir?

İnsanoğlu bu sistemlerin nasıl çalıştığını daha anlamaya çalışadursun, tiroid hormonu bu sistemin bütün detaylarını ve hatta bu sistemin hızını artırmak için nasıl bir müdahalede bulunulması gerektiğini çok iyi bilmektedir. Buna uygun molekülü üretmekte ve hücrelerin her birine teker teker göndermektedir. Bu durumda tiroid bezini oluşturan ve tiroksin hormonunu üretmekle görevli hücrelerin insandan çok daha üstün bir akla sahip olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Ancak burada unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. Vücuttaki bütün hücreler gibi tiroid bezini oluşturan hücreler de herhangi bir akıl veya şuur sahibi değildirler. Tiroid hormonu da cansız ve şuursuz atomlardan oluşur. Ama bu hormonu salgılayan hücreler, çekirdeklerinde yazılı bulunan ve insan aklının sınırlarını aşan mükemmel bir genetik programa göre hareket ederler. Bu durumda yaratılış mucizesinin büyüklüğü daha da açık bir şekilde ortaya çıkar.

Sonsuz akıl ve ilim sahibi olan Allah, vücut hücrelerini, bu hücrelerin çalışma sistemlerini belirleyen genetik programı en mükemmel şekilde yaratmıştır. Bu genetik programı okuyan ve değerlendiren hücre içi sistemleri yaratan da Allah'tır. Tiroid bezini oluşturan hücrelerin genetik programlarına da diğer hücrelerin çalışma sistemlerini hızlandıracak olan hormonun moleküler formülünü belirleyen de Rabbimiz'dir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Allah, herşeyi gözetleyip denetleyendir." (Ahzab Suresi, 52)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

7 Aralık 2011 Çarşamba

Elektrik Akımı Üreten Hücreler

İnsan vücudundaki bir çok mucizevi yapıdan biri de sindirim sistemidir. Sistem içindeki organellerin olağanüstü özellikleri vardır. Sindirim sisteminin diğer sistemlerle olan uyumu, birbirleri arasında kurmuş oldukları iletişim bunlardan biridir. Örneğin sindirim sistemi, dolaşım sistemi ile tam bir uyum içinde olmak zorundadır, çünkü sindirilen besinlerin kan yoluyla, hücrelere taşınması gerekir. Sindirim sistemi ayrıca hormonlarla da çok iyi iletişim halindedir. Vücuda hangi maddelerin gerektiği beyin tarafından belirlenir ve sindirim sistemine ne yapması gerektiği hormonlarla bildirilir. Bu iletişim sisteminin kusursuz işlemesi için, hormonların nereye hangi emri ulaştırmaları gerektiğini akıl etmeleri, sindirim sisteminin de hormonların dilinden anlaması ve verilen emre göre organize olmaları gerekir.

Sindirim sistemi birçok bölümden oluşur ve bu bölümlerin hepsinin çok farklı mekanizmaları vardır. Besinlerin sindirim kanalı boyunca ilerlemesini sağlayan mekanizmalar buna bir örnektir. İstem dışı düz kasların ritmik kasılmaları sayesinde besinler tek yönlü bir hareketle ileriye doğru giderler. Ancak burada merak konusu olan, besinlerin neden hep ileriye doğru hareket ettikleridir. Kanada'daki MakMaster Üniversitesi'nden bir ekip, bu tek yönlü hareketi sağlayan hücreleri araştırdılar. Çalışmalarında sindirim kanalı boyunca yerleştirdikleri mikroelektrodları kullandılar. Bu mikroelektrodlar "Cajal Hücreleri" adını verdikleri bazı hücrelerin sürekli ve düzenli bir elektrik akımı oluşturduğunu saptadı. İşte bağırsak çeperindeki halka biçimli kasların peşpeşe kasılmasını sağlayan, bu tek yönlü hücrelerin oluşturduğu elektrik akımıydı. Ancak bu mekanizmanın kusursuz işlemesi için sadece elektrik akımının oluşturulması da yeterli değildir. Aynı zamanda akımın hatasız bir ritmle oluşturulması da gerekir. Bu hücreler, bu nedenle bağırsaklarda bir ağ oluşturmuşlardır. Bu ağ onların aynı ritmle elektrik akımını boşaltmalarını sağlar. (Science et Vie, Eylül 1998)

İşte bu kusursuz mekanizma sayesinde yediklerimiz midemizde kalır ve vücudumuz için faydalı hale dönüştürülür. Eğer tek yönlü hareket sağlayan hücrelerin oluşturduğu ritmik elektriksel akımlar olmasaydı, bağırsaklardaki kaslar uyumlu bir şekilde kasılmazdı. Bu da yediğimiz besinlerin ileriye doğru hareket etmek yerine tekrar ağzımıza geri gelmelerine neden olabilirdi. Ancak biz hastalık durumu haricinde böyle sıkıntı verici bir durumu hiçbir zaman yaşamayız. Hatta böyle bir ihtimal olabileceği aklımıza dahi gelmez. Bu örnekte de görüldüğü gibi Allah'ın vücudumuzda yarattığı sistem her yönden kusursuzdur. Bu nimet sayesinde rahatlıkla yaşantımızı sürdürebiliriz.

İnsan vücudunda hormonlar nereye hangi emri ulaştırmaları gerektiğini bilir, sindirim sistemi de hormonların kendilerine emirleri ilettiği dili bilir. Bu konu bile bize, insanın tesadüfler sonucu oluşamayacağını açıkça kanıtlar.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

3 Aralık 2011 Cumartesi

Gaflet Halinden Kaçınmak

Gaflet hali, kişinin, Allah'ın ve ahiretin varlığından habersiz olması ya da haberi olduğu halde bu bilginin gerektirdiği bilinç ve sorumluluğu, davranış şeklini göstermeyerek, kayıtsız ve umursuz bir tutum içinde bulunmasıdır. Gaflet hali kimi zaman iman eden bir kimse için kısa süreli, geçici bir unutkanlık ya da dalgınlık şeklinde olabildiği gibi kimi zaman da Allah'a iman etmeyen ya da O'na ortak koşanlarda olduğu gibi tüm yaşamlarını ve yaşamlarının her ayrıntısını kaplayacak derecede derin olabilir.

Dünya üzerinde pek çok insan, yaratılış amacını düşünmeden, nefsinin arzularıyla oyalanıp boş ve yararsız işlerle uğraşarak şuursuzca yaşamını sürdürür. "Gününü gün etme" mantığıyla, sadece dünyadaki nimetlerin en iyisine ve en fazlasına sahip olmayı hedefler. Onun için önemli olan, "dünyaya bir daha mı geleceğiz" düşüncesiyle bu zamanı en iyi şekilde değerlendirmektir. Bu yüzden de yaşadığı zaman dilimine sadece, kendince en fazla zevki ve eğlenceyi sığdırmaya çalışır. Öleceğini bilir, ancak öldükten sonra kendisini bekleyen ebedi azaptan habersizdir ya da Allah'ın üstün gücünü kavrayamadığı için bu azabın şiddetini düşünmez. Oysa bu azabın şiddeti Kuran'ın pek çok ayetinde tarif edilmektedir.
Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

"... O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi." (Bakara Suresi, 165)

"Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz." (Fecr Suresi, 25-26)

Gaflet içindeki insanların çoğu Allah'ın varlığını bilir, ancak O'na kesin bir bilgiyle iman etmez, teslim olmazlar. Bu nedenle de hayatlarındaki her zorlu ve sıkıntılı olayda, tevekkülsüzlüklerinden dolayı derin bir acı ve üzüntü duyarlar. En küçük sıkıntıların bile, hayatlarını alt üst etmeye yettiği bu kimseler toplumda karamsar, mutsuz ve bunalım içindeki insan tiplerini oluştururlar.

Oldukça boş ve yararsız işlerle geçirdikleri uzun zamanları "yoğunluk", "meşguliyet" olarak nitelendirirler. Bu "boş yoğunlukları" nedeniyle de kendilerini önemli ve yeterli hissederler. Oysa bu yoğunluk, gaflet içindeki insanın şuursuzluğunu körükleyen boş bir oyalanmadan başka bir şey değildir. İnkar edenlerin boş oyalanmalarını Allah ayetlerde şöyle tarif eder:

"O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir." (Hicr Suresi, 2-3)

Gaflet, Allah'ı ve ahiret gününü unutmuş insanları çepeçevre sarmış sinsi bir hastalık gibidir. Bu, insanın zihnini uyuşturan, aklını örten bir hastalıktır. Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz. Bu nedenle gaflet halindeki insanlar görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir. Çünkü kendilerini saran gaflet akıllarını örtmüştür. Gaflet içindeki insanlar tüm zamanlarını nefislerinin sınırsız isteklerini tatmin etmek için sarf ederler, başka bir şey düşünmezler. İstek ve tutkularını, tüm benliklerini adadıkları birer ilah edinmişlerdir. Onların durumunu Allah Kuran'da şöyle bildirir:

"Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar." (Furkan Suresi, 43-44)

Gafletin önemli özelliklerinden biri de kişinin gerçeklerden uzaklaşıp hayal dünyasında yaşamasıdır. Örneğin gençler, sürekli gelecekle ilgili hayaller kurarlar ve zihinlerini yalnızca bununla meşgul ederler. Kurulan hayaller sonucunda da sanki bu hayaller gerçekmiş gibi mutluluk duyarlar. İleriki yaşlarda ise insanlar daha sınırlı hayaller kurarak, daha çok hatıralarıyla zaman geçirir ve bunlarla yaşarlar. Çok kısa bir zaman içinde yakınlarına anlatacak pek çok anı bulabilir ve bunları dile getirirken o anki heyecan veya hüznü adeta yeniden duyarlar.

Görüldüğü gibi gaflet içindeki insanların zihinleri, hayaller ve hatıralarla yoğun bir şekilde meşguldür. Ama asıl düşünülmesi gereken ahiret günü, cennet ve cehennem gibi gerçekleri göz ardı ederler. Bu insanlar ne fikirlerinde ne de kalplerinde Allah ile bağlantı halinde değildirler. Gafil insan, gerçekleri, hayaller ve hatıralar arasında yalnızca istenmeyen, puslu ve karanlık bir kare olarak algılar ve gerçekler bir an aklına geldiğinde bunları düşünmekten vazgeçip hemen kendince toz pembe düşlerine geri döner.

Gaflet, gözleri bozuk olan bir insanın, nesneleri ve insanları yalnızca puslu ya da karmaşık şekillerden ibaret görmesi gibidir. Bu durumdaki insan, gördükleri hakkında detaylı bir bilgiye sahip olamaz. Ancak gözlük taktığında, görüntü netleşir ve herşeyi en ince ayrıntısına kadar görebilir. Artık görüntüdeki netlik sayesinde, gözlükler olmadığında ne kadar az gördüğünün, hatta göremediğinin tam olarak farkına varacaktır.

Gaflet içindeki bir insan için de benzer -ancak çok daha ciddi ve önemli- bir algı eksikliği söz konusudur. Gaflet içindeyken insanın Allah'ın varlığını, üstün izzet ve şerefini gereği gibi takdir edebilmesi mümkün değildir. Ancak samimi bir şekilde kalben Allah'a yöneldiği, dua ettiği, tefekkür ettiği ve Allah'ın sınırlarına riayet ettiği zaman içinde bulunduğu gafletin boyutlarının farkına varacaktır. Bunun sonucunda ise, gafletin neden olduğu kavrama bozukluğu Allah'ın izniyle kalkacak, gerçekleri açık ve net bir biçimde görüp kavrayacaktır.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

30 Kasım 2011 Çarşamba

Ağaçlardaki Mühendislik Harikası


Ağaçlar ihtiyaçları olan suyu kökleri aracılığı ile topraktan alırlar. Metrelerce uzunluktaki ağaçların en uç dallarındaki yapraklara kadar suyun nasıl ulaştığını, o yüksekliğe hiçbir pompa veya hidrofor sistemi olmadan nasıl çıktığını hiç düşünmüş müydünüz?

Suyun En Uçtaki Yaprağa Taşınması


Ağaçlar ihtiyaçları olan suyu topraktan alarak en uçtaki yapraklarına kadar dışardan hiçbir müdahale olmadan büyük bir başarı ile taşırlar. Bu mükemmel işlemin gerçekleşmesi için ağaçta çok detaylı bir sistem bulunmaktadır. Ağacın köklerinden gövdesine ve dallarına doğru uzanan ve "odunsu doku" olarak adlandırılan ince borulardan oluşan bir sistem, suyu taşır. Ancak suyun, ağaç içine yerleştirilen bu su borularından bir şekilde yukarıya doğru çekilmesi gerekmektedir. Bu işlem ise, fizik kurallarının kusursuz uyumu sayesinde gerçekleşir.

Her yaprakta karbondioksitin girip suyun buharlaştığı küçük gözenekler bulunur. Su molekülleri yapıları gereği birbirlerine yapışmaya eğilimlidirler ve su yapraktan buharlaşırken, yapraktaki su altta kalan suyu "çeker". Bu şekilde topraktan ağacın dallarına kadar uzanan bir "yukarıya doğru çekme hareketi" oluşur. Su yaprağa ve sonra havaya doğru hareket ettikçe, odunsu dokuda bir gerilim meydana gelerek köklerden daha fazla su çekilir.

Suyun Taşınmasındaki Mucizevi Sistemler

Tek bir gözenek, ağacın içinde bulunan suya sadece çok az bir çekme kuvveti uygulayabilir. Ancak ağacın tüm yapraklarının üzerinde bulunan çok sayıda gözenek bir araya geldiğinde, büyük bir ağaçta bir gün içinde 400 litreden fazla su çekebilecek bir güç oluştururlar. Bu tasarımın en muhteşem özelliklerinden biri ise, ağacın bu hidrolik taşıma sisteminin çalışması için bir çaba harcamamasıdır. Daha kuru olan hava, suyu ağaçtan daha güçlü bir biçimde dışarı çeker. Buharlaşma suyu yukarıya doğru çekerken, su moleküllerinin birbirlerini çekmeleri nedeniyle biraz direnç meydana gelir ve su lastik bir bant gibi esner. Bu işlemin sonucunda su kolonunda bir boşluk oluşur ve bir hava kabarcığı şeklini alır. Hava kabarcığının oluşturduğu boşluk giderilmeden, ağaç köklerinden yukarıya su çekilemez.

Buna karşın, ağaçlar su kolonlarının bu tür hareket etmesini önleyecek bir uyuma sahiptirler. Suyun gözenekleri terk ederken oluşturduğu gerilim belirli bir seviyeyi aşarsa, bazı yaprakların üzerinde bulunan delikler hemen kapanırlar ve buharlaşmanın çekim etkisini azaltırlar. Böylece hava kabarcığı oluşması engellenir ve dolayısıyla ağacın dallarının ve yapraklarının susuz kalması ve ağacın ölmesinin önüne geçilmiş olur.

Bu Karmaşık Sistem Tesadüfen Oluşamaz

Her gün defalarca önlerinden geçip gittiğimiz ağaçlarda böylesine mükemmel bir sistem yer almaktadır. Dahası, burada anlatılanlar, ağaçların sahip olduğu kusursuz tasarımın sadece küçük bir parçasıdır. Sadece suyun ağacın her noktasına ulaşması için, ağaçların yapısında fizik kuralları ve mühendislik bilgileri bir arada kullanılmış ve kusursuz bir denge ve tasarım oluşmuştur.

Evrimciler, tüm bu kusursuzluğun tesadüfen geliştiğini iddia ederler. Evrimcilere göre tesadüfler önce su moleküllerinin birbirini çekmesi, buharlaşma, gerilim vs. gibi fizik kurallarını ağaçlarda kullanmışlardır. Sonra bir mühendis gibi düşünmüşler ve ağaçların içine su borularını döşeyerek, böyle mühendislik harikası bir sistem meydana getirmişlerdir.

Elbette ki bu açıklama tamamen bir kandırmacadan ibarettir. Yeryüzünde var olan binlerce tür bitkideki karmaşık sistemlerin yaratıcısı göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Yüce Allah'tır. Ağaçlardaki bu mükemmel sistem, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ın varlığının ve büyüklüğünün sonsuz sayıdaki delillerinden yalnızca biridir. (Harun Yahya, Tohum Mucizesi)

Yapraklar Sonbaharda Neden Dökülür?

Sonbahar yaklaşıp günler kısalmaya başladığında, yaprak hücreleri sonbaharın gelmek üzere olduğunu anlar. Bunun üzerine ilk olarak yaprağın büyüme hormonu, üreme oranını düşürmeye başlar. Bu işlemin ardından, yaprak sapının dala bağlandığı noktada yeni hücreler ürer. Bu hücreler, sanki biri kendilerine ne yapmaları gerektiğini bildirmiş gibi bu bağlantı noktasının üzerinde mantardan bir yatak oluştururlar. Bu noktaya "Apsis noktası" denir. Bu mantardan yatak, yaprağın dala olan bağlantısını oldukça zayıflatır.

Tam bu sırada, yaprak hücreleri bu sefer "etilen" olarak bilinen yeni bir hormon üretmeye başlarlar. Bu gaz biçimindeki hormon yaprağın dala bağlantısının zayıflatılması işlemini daha da hızlandırır. Bağlantının zayıflamasıyla yaprak en ufak bir esintide dahi daldan düşecek duruma gelir.

Hücrelerin görevi, yaprağın düşmesi ile tamamlanmaz. Bu defa hücreler, apsis noktasında, yaprağın kopmasından meydana gelen yaranın üzerini hemen bir mantar tabakası ile kaplar ve böylece yarayı tedavi ederler.

Her sonbahar yerde gördüğünüz yapraklar, burada kısaca anlatılan biyokimyasal olaylardan geçerek dökülürler.

Belki bugüne kadar varlığını hiç düşünmediğimiz bu ağaç hücreleri, ardı ardına gerçekleştirdikleri işlemlerle adeta akıl ve bilinç gösterisi yapmaktadırlar. Bir düşünelim:


Ağaç hücreleri, sonbaharın gelmek üzere olduğunu nasıl anlayabilmektedir?


Sonbaharın yaklaştığını anladığında hangi irade, akıl ve bilinçle yaprakları üzerinden atmak için hazırlık yapmaya başlamaktadır?


Bu hücreler, büyüme hormonu, mantar, etilen gibi kompleks kimyasal maddeleri üretmeyi, bunların formüllerini, etkilerini, faydalarını nereden bilmektedirler?


Aynı hücreler, ağacın yarası olduğunu nasıl fark edip, bu yaranın mantarla tedavi olacağını nasıl bilmektedirler?


Bunların dışında bu hücreler, aynı hormonları neden yazın veya ilkbaharda değil de, sadece sonbaharda üretmektedirler? Onlara bu emri veren, bu yolu gösteren kimdir?


Bilinç, akıl ve bilgi sahibi olmayan atomların birleşip, bu kadar kapsamlı ve organize bir olayı, yüz milyonlarca yıldır, dünyanın her köşesinde, trilyonlarca ağaçta, hiçbir zaman aksatmadan ve şaşırmadan sürdürmeleri kesinlikle imkansızdır.

Tüm ağaç hücrelerine yaptıkları işleri ilham eden, onlara emriyle istediklerini yaptırtan elbette ki sonsuz kudret, akıl ve bilgi sahibi olan Rabbimiz Allah'tır.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

26 Kasım 2011 Cumartesi

Beyni Koruyan Kafatası

Kafatası beyni çevreleyen ve son derece güçlü bir koruma sağlayan kemikten bir zırhtır. 8 ayrı kemiğin birleşmesiyle oluşan kafatasında kendine özgü bir tasarım söz konusudur.

Kafatasında yer alan kemiklerin birleşim noktaları, diğer kemiklerden daha farklı olarak girintili çıkıntılı bir yapıya sahiptir. Çünkü kafatası kemiklerinin birleşim noktaları birbirlerine oturabilecek şekilde tasarlanmıştır.

Yetişkin bir insanda oldukça sert ve güçlü bir yapıya sahip olan kafatası, yeni doğmuş bir bebekte çok farklı bir yapıya sahip olarak karşımıza çıkmaktadır. Anne karnından çıkan bir bebeğin kafatası henüz kemik halini almamış, yumuşak bir yapıdadır. Ayrıca kafatasını oluşturan 8 kemik birbirlerine tam oturmamıştır. Kemiklerin birleşim noktaları arasında boşluklar vardır. İlk bakışta bebeğin sağlığı açısından bir dezavantaj gibi görünen bu durum, aslında doğum sırasında bebeğin hayatını kurtaran önemli bir özelliktir. Eğer kafatası tam olarak kemiksi sert bir yapıda olsaydı ve arada boşluklar olmasaydı, doğum anında bebeğin kafasının ezilme ihtimali çok yüksek olacaktı. Fakat bebeklerde kafatası kemiklerini oluşturan kıkırdaksı yumuşak yapıdan dolayı kemikler bir esneklik kazanarak, eğilme ve bükülme özelliği taşımaktadırlar. Ancak sadece esneme tabii ki yetersizdir.

Kafatasının esneyebilmesi için bir de alana ihtiyaç vardır. İşte bu alan da doğum sırasında henüz tam olarak kapanmamış olan kafatası aralığıdır. Kafatası kemikleri sıkışarak aradaki bu boşluğu doldurur, hatta birbirlerinin üzerine doğru çıkarlar ve kafanın hacmi küçülür. Böylece bebek, baş hacminin yarısı kadar olan doğum kanalından geçerek sağlıklı doğar.

Ya bunlardan biri olmasaydı? Mesela kafatası kemikleri yine esnek olsaydı da arada boşluk olmasaydı?... Ya da tam tersi olsaydı, yani kemiklerin arasında boşluk olsaydı, ancak kemikler esnek olmasaydı?. Her iki durumda da bebeğin beyni büyük hasar görürdü. Yani doğum anında bu iki özelliğin de birarada bulunması şarttır. Fakat burada unutulmaması gereken çok önemli bir detay daha vardır: Anne vücudundaki leğen kemikleri.

Hamile kadınlarda leğen kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer ve birbirlerinden biraz ayrılır. Bu son derece önemli bir ayrıntıdır, çünkü bu gevşeme sayesinde bebek, başı ezilmeden doğabilir.

İnsan vücudundaki her özellik insanın sağlığını korumak ve zarar görmesini engellemek için tasarlanmıştır. Burada da açıkça görülen planın ve bu plan dahilinde gerçekleşen tasarımın nasıl ortaya çıktığı sorusunun tek bir cevabı vardır: Bu benzersiz tasarım evrendeki herşeyi yaratmış ve belirli bir düzene koymuş olan Allah'a aittir.

Allah çok üstün bir aklın sahibidir. Allah'ın sonsuz aklını görebilen ve bundan sonuç çıkarabilen kimseler gerçek kurtuluşa ulaşacaklardır. İnsana düşen Allah'ın yarattığı bu gibi nimetleri görebilmek ve buna şükretmektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan (fazl) sahibidir, ancak onların çoğu şükretmezler." (Yunus Suresi, 60)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

22 Kasım 2011 Salı

Bukalemundaki Harika Tasarım

Bukalemunların bulundukları ortama göre renk değiştirebilmeleri görülmeye değer bir olaydır. Zira bukalemun öylesine üstün bir kamuflaj yeteneğine sahiptir ki, bu işi yapmaktaki çabukluğu ile insanı hayrete düşürür.

Bukalemun, derisinin altındaki kırmızı ve sarı renk taşıyıcıları, mavi ve beyaz yansıtıcı tabakayı ve en önemlisi de rengini koyulaştıran "kramotofor" hücrelerini büyük bir ustalıkla kullanabilir. Örneğin bir bukalemunu sapsarı bir ortama koyduğunuzda vücudunun renginin de hızla sarı renge dönüştüğünü ve ortama uyum sağladığını görürsünüz. Üstelik bukalemun sadece tek bir renge değil alacalı renklere de tam bir uyum gösterebilmektedir. Bunu başarabilmesinin sırrı ise bu usta kamuflajcının derisinin altındaki renk hücrelerinin boyutça büyümeleri ve hızla yer değiştirerek bulundukları yere uyum göstermeleridir. Bugün bilim adamları bukalemunlara bakarak renk değiştirebilen ürünler tasarlamaya çalışmaktadırlar.

Peki bukalemun bu son derece mükemmel değişimi kendi kendine yapmış olabilir mi?

Böyle bir işlemi bukalemunun kendi iradesiyle yaptığını iddia etmek elbette ki akıl dışı olacaktır.Çünkü bir sürüngenin kendi bedeninin görünümünü belirlemesi, hatta görünümünü değiştirecek bir sistemi vücudunun içine yerleştirmesi elbette ki mümkün değildir. Böyle üstün bir yeteneğin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek de tamamen tutarsız ve anlamsız bir iddiadır. Doğadaki hiçbir mekanizma böyle kusursuz bir yeteneği oluşturma ve ihtiyacı olan canlıya verme gücüne sahip değildir. Çünkü bu canlının vücudundaki hücrelere, atomlara hakim olan ve bunlar üzerinde dilediği ayarlamayı yapan bir mekanizma doğada mevcut değildir.

Bukalemunları da yeryüzündeki diğer tüm canlılar gibi Allah yaratmıştır. Allah yaratma sanatındaki benzersizliğini bize bukalemunda da göstermektedir. Allah üstün ve güçlü olandır.

"Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir." (Hadid Suresi, 1-2)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

21 Kasım 2011 Pazartesi

Kalbin Kendini Onarma Özelliğini Ortaya Çıkaran Protein: Timosin Beta 4

Kalp, bedendeki tüm mucizevi sistemlerden ayrı olarak, tek başına, kusursuz yaratılışın en güzel örneklerinden biridir. “İnsanı yaşatabilecek” benzer bir mekanizma tüm bilimsel gelişmelere rağmen asla yapılamamıştır. Kalp; kendisini oluşturan hücreleri, özel kapakçık sistemleri ve bunların açılma ve kapanma düzenleri ile son derece kompleks ve özel sistemlere sahip bir organdır. Yaptığı işin benzerini yapabilecek bir organ yoktur.


*Bu organın işleyişinde herhangi bir bozukluk olursa ne olur?


*Kalp krizi sonrasında kalp kendini tekrar nasıl onarabilir?


*Timosin Beta-4 (TB4) molekülünün kalbin onarılmasındaki işlevi nedir?

Henüz yaratılışı üzerinden 22 gün geçmiş olmasına rağmen, ceninin sol yanında küçük bir hücre topluluğu hareket etmeye başlar. Artık bu hücre topluluğu uzunca bir süre hiç durmayacaktır. Asla yorulmayacaktır. Dakikada yaklaşık 70 kere, bir yılda yaklaşık 35 milyon kere, ortalama bir ömür boyunca ise 2 trilyon kere atacaktır. Tüm hayatı boyunca yaklaşık 227 milyon litre kan pompalayacaktır. Hiç yorulmadan kan damarları aracılığı ile tüm organları besleyecektir. Kalp, Allah dilediği için her bedende görevini mükemmel bir şekilde yerine getirir, her an, her yaptığı işte Rabbimiz’in gözetimi altındadır. İnsan vücudunda detay sanatını sergileyen Allah bir ayetinde bu gerçeği şu şekilde bildirir:

“Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi.” (Nahl Suresi, 78)

Yaşamın temeli olan bu organ aynı zamanda kendisini beslemek için de kan kullanır. Ancak, Rabbimiz, insanlara acizliklerini hatırlatmak için bazen kalbi besleyen damarları; kolesterol (kan yağları), diğer yağlar, kalsiyum ve kandaki bazı maddelerin birleşerek oluşturdukları tabakalar (plaklar) gibi sebeplerle daraltabilir. Bu durumda kalbin kendini besleyen damarları (koroner arterler) dolaşım bozukluğuna neden olur ve koroner yetersizlik meydana gelir. Damarların daralmaları zaman içinde tam bir tıkanıklığa dönüştüğünde ise şiddetli göğüs ağrısıyla birlikte kalp krizi oluşur. Bu rahatsızlık büyük çoğunlukla ölümle sonuçlanır, ancak bazen kriz geçiren kişi kurtulur. Fakat kalp geçirdiği bu rahatsızlık nedeniyle zarar görür.

Son yıllarda yapılan çalışmalar Yüce Allah’ın kulları üzerindeki rahmetini ve şefkatini bir kez daha göstermiştir. Çünkü kalbin çocuklardaki gelişim sürecinde ürettiği bir protein, zarar görmüş kalp hücrelerinin onarılmasını ve kalbi besleyen damarların sayısının artmasını sağlamaktadır.

Kalbin Onarıcı Gücü: Timosin Beta-4

Kalp krizi esnasında kalbe kan akışının aniden durmasıyla kalp hücreleri ölür ve kalpte onarılması mümkün olmayan zararlar meydana gelir. Kalpte ortaya çıkan bu tahribatla, hasta bundan sonraki hayatına yaşam kalitesi düşmüş olarak devam eder.

Kısa bir süre öncesine kadar, diğer organların aksine kalbin kendisini yenileme yeteneğine sahip olmadığı zannediliyordu. Ancak, günümüzde, bu zararın aslında vücut tarafından telafi edilebileceği anlaşılmıştır. Çocuklarda kalbin gelişiminde anahtar rol oynayan timosin beta 4 (TB4) adlı protein, yetişkinlerin kalbinde ‘’uykudaki’’ kök hücreleri uyandırır. Birçok canlının dokularında bulunan α 1 ve β 4 olmak üzere iki tipi bulunan timosin adlı bu küçük proteinler vücuttaki hücreleri yeniden programlama özelliğine sahiptirler. Günümüzde ilaç olarak verilen bu protein, kök hücrelere kalbin onarılmasıyla ilgili bir kod yollar. Böylece başka tedaviye gerek kalmadan kalp kendi kendini tedavi eder. İlaç şeklinde verilen bu protein, kök hücrelerinin kalp ve damar hücrelerine dönüşmesini sağlayarak kalbin performansını %25’e varan oranda arttırır, zarar görmüş kalp hücrelerini onarır ve kalbi besleyen damarların artmasını, kasların da kendi kendilerini onarmasını sağlar.

Herşeyin Yaratıcısı Olan Allah Çok Yücedir

Vücudumuzda farkına varmadığımız, çoğu zaman da varlığından bile haberdar olmadığımız olaylar, büyük bir düzen içerisinde meydana gelir. Hayatımız için vazgeçilmez olan kalbin atışı kendi irademizle başlattığımız ve devam ettirdiğimiz bir hareket değildir. Kalbimiz Rabbimiz’in mucize olarak yarattığı organlardan biridir. Bu organ, insan henüz anne karnında küçük bir hücre topluluğu iken atmaya başlar ve hayatı sona erene kadar kusursuzca görevini yerine getirir.

Son yıllarda yapılan araştırmalar, bu mükemmel işleyen organda herhangi bir aksaklık olduğunda bazı proteinlerin devreye girerek kalbi onardığını ortaya koymuştur. Ancak elbette tıp bilgileri olmayan proteinlerin kalpte oluşan zararı tespit edecek, buna karşı tedbir geliştirecek ve bu tedbir ile hayat kurtaracak bir bilinçleri yoktur. Fakat, yeryüzündeki tüm insanlarda, aynı görevi yerine getirmek için hazır bulunmaktadırlar. Bu üstün özelliklere sahip protein ne bir insan aklının ne de hayali evrim sürecinin bir eseri değildir. Bu, yarattığı herşeye bir düzen, intizam ve kusursuzluk veren Allah’ın yaratmasıdır. Allah, varlığı yaratılan her varlığın bütün ihtiyaçlarına yeten (Kafi), kuşatan (Muhit) ve istediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten (Kadir)’dir. Ancak Kendisi’ne şükredilen, bütün varlığın diliyle yegane övülen (Hamid)’dir. O, örneksiz olarak yaratan (Bedi)’dir. Kuran’da bu gerçek şu şekilde belirtilir:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

Kalp, Yüce Allah’ın Yarattığı Mükemmel Bir Organdır


*Kanı Rahatlıkla Pompalar: Kalp, su, yağ ve proteinin biraraya gelmesiyle oluşan, yumruk büyüklüğünde bir et parçasıdır. Bu et parçası, dünyadaki tüm uzmanların biraraya gelerek bilgisayarlar ile meydana getirecekleri en teknolojik pompadan bile daha mükemmel ve kusursuz bir sisteme sahiptir. Bu benzersiz et parçası, kanı 3 metre kadar yukarı fırlatabilecek muazzam bir güce sahiptir.


*Oksijen İhtiyacını Tespit Eder: Kalp vücudun gereksinim duyduğu oranda kanı tespit edip ihtiyaç oranında kan pompalar. Bu muazzam organ, dinlenme halindeki bir kişide dakikada yalnızca 4-6 litre kan pompalar. Bu miktar o anda bu kişi için yeterlidir. Çünkü vücuttaki hücrelerin bu aşamada fazla miktarda oksijene ihtiyaçları yoktur. Ancak egzersiz yapan bir kişide oksijen ihtiyacı artar. Hücrelere oksijenin daha hızlı biçimde iletilmesi gerekir. Kalp hemen bu ihtiyacı tespit eder ve daha hızlı atmaya başlar. Egzersiz sırasında kalbin dakikada pompaladığı kan miktarı dört ila yedi kat kadar artar.


*Yorulan Kasları Destekler: Kalbin çalışması hiç durmadığı gibi, bazı zamanlarda kalp çalışmasını artırır. Koşarken kalp, kan pompalama miktarını saatte 2270 litreye çıkarabilir. Yorulan kaslarımızın ihtiyacı olan miktarda oksijeni sağlamak için çalışma temposunu dakikada 70’den 180 defaya çıkarabilir. Dokulara sağladığı kanı 5 katına yükseltebilir. Diğer kaslarımız yorucu bir hareket yaptığında kalp, daha da hızlanarak bu kaslara destek vermektedir.


*Karıncık ve Kulakçıkları Koordine Eder: Kalbin, zamanlaması kusursuz olan bir düzeni vardır. Bu da kalbi oluşturan hücreler arasındaki koordinasyon ve haberleşme ile sağlanır. Burada elbette ilk dikkati çeken Allah’ın ilhamıyla hareket eden hücrelerdeki “akıl”dır. Kalbi oluşturan bu hücreler akımı, kalbin diğer tarafına doğru saniyede yaklaşık 60 cm hızla gönderirler. Sinyal, S.A yumrusu adı verilen bölgeden gönderilmiştir. S.A yumrusunu oluşturan hücrelerin sinyali ürettikleri süre ise saniyenin 14’de biri kadardır. Burada ikinci akımı üreten hücreler bulunur ve A.V. yumrusu adını alırlar. Akım, hızla ilerlerken sırayla iki kulakçığı harekete geçirir ve kan toplamak için bunların kasılmalarını sağlar. Hala ilerlemekte olan elektrik akımı tam karıncık kaslarına ulaşacakken, sağ kulakçık ile sağ karıncık arasındaki kas dokusunda bulunan özel ipliksi hücreler tarafından durdurulurlar. Bu durum, akımın karıncığa ulaşırken gecikmesine neden olur. Akım, saniyede 20 cm hıza düşer ve saniyenin 16’da biri gibi bir sürede iletilmeye başlar. Bu gecikme son derece önemlidir. Bu gecikme nedeni ile karıncıklar kasılmadan, kulakçıklar kendi içlerini kanla doldurmuş ve pompalamak için hazırlanacak fırsat bulabilmişlerdir. Kalbin senkronize hareketinin sırrı budur.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

20 Kasım 2011 Pazar

Ahir Zaman Teknolojisi

İçinde yaşadığımız yüzyıl, özellikle de son çeyreği, teknolojinin gelişimi
açısından dünya tarihinde görülmemiş bir hıza sahne olmuştur. Bundan 100 sene önce ismi bile bilinmeyen pek çok teknolojik araç hayatımızın vazgeçilmez parçaları haline gelmiştir. Hatta bundan 10 sene önceki teknoloji ile günümüzdeki teknoloji arasındaki fark, hayal edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır.Kuşkusuz bu durum Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhurunu müjdelemekte ve gelecekte Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın manevi liderliğindeki Altınçağ’da yaşanacak teknolojik gelişmelere de işaret etmektedir.

Ulaşım Araçlarındaki Teknolojik Gelişmeler

Alman bilim adamları beyin gücüyle kontrol edilebilen bir otomobil geliştirdi.

İlk denemelerinin Berlin’deki Tempelhof Havaalanı’nda gerçekleştiği projeye katkıda bulunan Volkswagen’in 24 yaşındaki çalışanı Henrik Matzke ellerini kullanmadan arabayı hareket ettirdi.Gerekli yerlerde aracın yönünü değiştirip frene bastı. Saatte 23 kilometre hız sınırı konulan arabada kafasına özel bir sistem takılan sürücü ağzını bile açmadan ilk denemede başarılı oldu. Matzke’nin kafasına beyin dalgalarını ve hareketlerini algılayabilen kulaklık benzeri bir alet takıldı. Kişinin kafatasını boydan boya saran cihaz istenilen düşünceyi algılayıp ona göre
arabaya komut verme özelliğine sahip. Konsantrasyonla çalışan araçta her komutun karşılığında özel bir simge olduğunu dile getiren uzmanlar “Sağa dönüş için tavşan düşünmek yeterli olur. Sürücü tavşan düşündüğü zaman yazılım arabayı sağa döndürür” dedi.

Telepatik otomobil şöyle çalışıyor:

*Sürücü bilgisayar sisteminde her komut için bir sembol belirler.
*Kafayı boydan boya saran kask beyin dalgasının hareketlerini
algılar.
*Bilgisayar arabaya “sağa dön” emri vererek direksiyonu yönlendirir, motor
dönüşe göre hızını yavaşlatır.
*Bilgisayar sistemi düşünülen imgeyle araba arasında bağlantı oluşturur.
Mesela tavşan düşününce arabanın sağa dönmesini ister.
*Her komutun bir simgeye karşılık geldiği yazılımda, beyin hareketini
algılayan sistem sadece bir saniye içinde arabayı yönlendirebiliyor.

Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Mehdi (a.s.)'ın zuhur ettiği ahir zamanda
kullanılacak teknolojiyi şöyle tarif etmektedir:


ONUN İÇİN (HZ.MEHDİ (AS) İÇİN), DÜNYANIN YÜKSEK YERLERİ ALÇAK OLACAK VE DÜNYANIN YÜZEYİ İSE AVUCUNUN İÇİ KONUMUNDA BULUNACAKTIR.
(Tefsir-i Ali bin Ibrahim Kummi Cilt:2 Sayfa 253 ve Bihar Cilt:7 Sayfa 326)

Tarım Alanındaki Teknolojik Gelişmeler

Güneş ışığı yerine LED aydınlatma teknolojisini kullanan Hollandalı bilim adamları, sebze yetiştirmeyi başardı.

Araştırma firması PlantLab'daki biyomühendisler, laboratuvardaki güneşsiz ortamda 1 kilo domates yetiştirmek için 1 litre su harcadı. Sıradan bir çiftlikte ise bu miktarda ürün elde edebilmek için 60 litre su kullanılması gerekiyor.

İletişim Araçlarında Yaşanan Gelişmeler

Cep telefonları yüz tanıyacak Birkaç yıl önce vizyona giren ve Tom Cruise’un başrolünde oynadığı Minority Report filmi cep telefonları için gerçek oluyor.

Viewdle tarafından Dünya GSM Birliği (GSMA) Mobil Dünya Kongresi'nde tanıtılan yeni
yazılım ile cep telefonlarına tanımlanmış yüzler bir sonraki sefer cep kamerasının açısına girdiğinde tanınıyor ve isimlendiriliyor. Kullanıcı isterse resmin otomatik olarak Facebook gibi sosyal ağlarda paylaşılmasını sağlayabiliyor. Bu yazılım ile birlikte daha önce masaüstü bilgisayarlarda kullanılan teknoloji cebe girmiş oldu.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

17 Kasım 2011 Perşembe

Bir Ayet Bir Açıklama: Bakara Suresi, 264

Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.(Bakara Suresi, 264)

Sonsuz ilim, akıl ve hikmet sahibi olan Yüce Allah, Kuran'da insanların kavrayabileceği en güzel örnekleri, en çarpıcı benzetmelerle bildirmiştir. Kuran'ın benzersiz üslubuyla zenginleşen, düşünen ve iman eden insanların öğüt alabilecekleri bu güzel örnekler, Allah'ın sonsuz ilmini ve muhteşem yaratışını bizlere gösteren delillerdendir. Allah bu ayetinde malını insanlara gösteriş olsun diye isteksizce harcayan ve bununla minnet ve eziyet eden inkarcıların yaptıklarının ahirette kendilerine bir yarar sağlamayacağını çıplak kalan kaya örneği ile hikmetli bir biçimde açıklamaktadır. Bakara Suresindeki ayette, bu kimselerin samimiyetsiz şekilde infak etmelerinin ve kazandıkları paranın hiçbir şeye güç yetiremeyeceği ve bu kişilerin de hidayet bulamayacakları haber verilmektedir.

İnfak bir insanın sahip olduğu malını ve imkanlarını Yüce Allah'ın yolunda kullanması demektir. Bu nedenle tüm ibadetlerde olduğu gibi, infak ederken de, bu ibadetin hikmetinin akılda tutulması çok önemlidir. Çünkü infak müminler için manevi bir arınma ve temizlenme vesilesidir.

İman etmeyenler mallarına çok değer verir ve büyük bir sevgi ve tutkuyla bağlanırlar. Oysa bunlar müminler için sadece kendilerine Allah'ın rızasını kazandırmasını umdukları birer vesiledir. Müminler her şeyin gerçek sahibinin Yüce Allah olduğunu bildikleri için, infak ibadetini çok büyük bir istekle yerine getirirler. Tüm nimetleri sadece Allah'ın rızasını kazanmak için büyük bir şevkle kullanmaları ve infak etmeyi Allah'a yakınlaşmaya bir vesile olarak görmeleri, müminlerin Rabbimiz’e olan sadakatlerini, O'nun rahmet ve hoşnutluğunu dünyadaki hiçbir şeye değişmeyeceklerini, bu uğurda her şeyi feda edebileceklerini en güzel şekilde ortaya koyar. Kuran’da malını Allah yolunda, sadece O'nun rızasını kazanmak amacıyla harcayan müminlerin mallarında bir eksilme olmayacağı ve kazançlarının daima bereketli olacağı da müjdelenmektedir.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

15 Kasım 2011 Salı

Hücreler arasındaki sistem

Hücreler arasında kurulu haberleşme sistemi birçok açıdan insanların kullandıkları haberleşme sistemlerine benzer. Örneğin hücrelerin zarları üzerinde kendilerine ulaşan mesajları algılamalarını sağlayan "antenler" bulunmaktadır. Bu antenlerin hemen altında ise hücreye ulaşan mesajın kodunu çözen "santraller" bulunur.

Sözü edilen antenler kalınlığı milimetrenin yüz binde biri kadar olan ve hücreyi çepeçevre saran hücre zarında yer alırlar. "Tirozin kinaz" reseptörü olarak isimlendirilen bu alıcı; anten gövde ve kuyruk olmak üzere üç temel bölümden meydana gelir. Antenin hücre zarının dışında kalan parçasının şekli uydu yayınlarını toplamakta kullanılan çanak antene benzer. Her çanak antenin belirli bir uydunun yayınını almaya yönelik olması gibi değişik hormon moleküllerinin taşıdığı mesajların dilinden anlayan farklı antenler vardır.

Diğer hücrelerden gelen mesajlar -hormonlar- hücre zarındaki antenlere temas eder. Ancak her anten yalnızca tek bir mesajı algılayacak şekilde tasarlanmıştır. Bu çok özel bir tasarımın eseridir. Böylece gönderilen mesaj yanlışlıkla bir başka hücreyi harekete geçirmez.

Hormon ve anten birbirlerine öylesine uygun yaratılmışlardır ki bu benzerlik hemen hemen bütün biyoloji kaynaklarında anahtar-kilit uyumuna benzetilir. Yalnızca doğru anahtar kilidi açabilir yani yalnızca doğru hücre gönderilen mesajla muhatap olur diğer hücreler için bu mesajlar hiçbir şey ifade etmez.

Hormon hücreye ulaştığı andan itibaren hücre içinde bir sistem devreye girer. Hücreye gelen mesaj çok özel haberleşme sistemleri tarafından hücrenin DNA'sına ulaştırılır ve hücrenin bu mesaj doğrultusunda hareket etmesi sağlanır.

Şimdi genel olarak tasvir edilen bu olayın aslında ne büyük bir mucize olduğunu anlamak için günlük yaşamda herkesin karşılaşabileceği sıradan bir örnek üzerinde düşünelim.

Bilgisayar ağına bağlı kişisel bir bilgisayara internet aracılığıyla bir dizi bilgi gönderilebilir. Bilgisayar kendisine gönderilen bilgileri bir başka üniteye örneğin bilgisayar yazıcısına iletir ve yazıcı bilgiyi kağıt üzerine döker. Bu hemen her ofiste rastlanabilecek türden ve insanlar için sıradan görülen bir olaydır. Çünkü 80'li yıllardan itibaren bilgisayarlar kullanılmaya başlanmış bilgisayar evlere işyerlerine girmiş 90'lı yılların ikinci yarısından itibaren de internet insan yaşamının bir parçası olmuştur. Bu yüzden yukarıdaki paragrafta insanı şaşırtacak bir yön yoktur.

Eğer bir gün gazetede gözle görülemeyecek kadar küçük bir bilgisayar yapıldığı bu bilgisayarın diğer bilgisayarlarla haberleştiği yolunda bir haber okursanız şüphesiz tepkiniz çok daha farklı olur. Belki de bu teknolojinin bu kadar küçük bir boyuta sığdırıldığına inanamazsınız. Oysa gerçek hayatta bundan çok daha ileri teknolojiye sahip bir haberleşme sistemi gözle göremeyeceğiniz kadar küçük bir bölgenin içinde her an çalışmaktadır.

Hücrenin antenlerine gelen bir mesajın büyük bir hızla hücrenin çekirdeğine iletilmesi üstelik bu haberleşme sırasında çok üstün bir teknoloji kullanılmış olması gözle görülmeyen bir bilgisayarın yapılmış olmasından çok daha büyük bir mucizedir. Çünkü hücre bir et parçasıdır ve sizin bu yazıyı okuduğunuz gözlerinizden ellerinize kadar bütün vücudunuz hücrelerin biraraya gelmeleri ile oluşmuştur. Vücudumuzda her birinin içinde çok ileri bir haberleşme sistemi olan 100 trilyon küçük canlı bulunmaktadır. Şüphesiz bu çok büyük bir mucizedir.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

14 Kasım 2011 Pazartesi

Hücrelerdeki Özel Haberciler

Çevrenizdeki insanlara içinde bulunduğumuz çağın en önemli iletişim olayının ne olduğunu sorsanız verilen yanıtlar arasında ilk sırayı kuvvetli bir ihtimalle "internet" alırdı. Bu yanıtı verenlere neden böyle düşündüklerine dair ikinci bir soru yöneltin: Size internet teknolojisinin küçük bir zaman diliminde büyük oranlarda bilgiyi dünyanın bir ucundan diğer ucuna transfer etmeye olanak sağladığını söyleyeceklerdir. Kimileri bunun haberleşmede bir devrim olduğunu kimileri de hayret verici bir gelişme olduğunu belirtecektir. Elbette internet teknolojisi insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden birisidir. Ancak şurası da bir gerçektir ki internet vasıtası ile sağlanan bilgi transferinin hız ve kapasitesi hücreler arasındaki bilgi transferi ile karşılaştırıldığında oldukça düşük kalır.

Özellikle beyindeki nöronlar yani sinir hücreleri veya göz hücreleri gerek sürat gerek kapasite açısından insanoğlunun bildiği en hızlı bilgi transferi kapasitesine sahiptir.

Söz konusu hücrelerde hızlı ve kusursuz veri transferini mümkün kılan sistemler her an işler durumdadır. Sinir hücrelerinin haberleşme ağı üzerine yapılan son bilimsel araştırmalar göstermiştir ki bazı proteinler "inanılmayacak kadar çok sayıda bağlantı modülüne" sahiptir. Bu proteinler bu sayede haberci protein gruplarını sürekli olarak birarada tutabilmektedir. Sinir hücrelerindeki son derece hızlı iletişim de işte bu özel tasarımdan kaynaklanmaktadır.

PSD-95 Haberci Proteini

Hücreler dünyasının iletişim mekanizmasında yer alan özel proteinlere PSD-95'i örnek olarak verebiliriz. Bu haberci proteinin özellikle öğrenme işlemiyle ilgili nöronlarda faal olduğu düşünülmektedir.

PSD-95 proteininin bağlantı modüllerinin üç tanesi PDZ modülüdür. Bunlardan birincisi reseptörün sitoplazma içindeki kuyruğuna bağlanır ikincisi hücre zarının iyon kanalını kontrol eder üçüncüsü de sitoplazmadaki haberci proteinleri yakalar. Diğer bir ifadeyle PSD-95 proteininin yapısındaki bağlantı modülleri ona birçok haberleşme unsurunu aynı anda koordine etme imkanı sağlar.

Bu harika haberleşme sistemleri sadece sinir hücreleriyle sınırlı değildir. Gözlerimizde de benzer sistemler bulunur. Hemen hatırlatalım ki elinizdeki bu kitabı okumanız önemli ölçüde göz hücrelerinizdeki hızlı haberleşme sisteminden kaynaklanmaktadır. Böylesi bir sürat olmasaydı belki de bu satırlara baktığınız anda birkaç sayfa önce okuduklarınızı algılıyor olacaktınız.

Sözü edilen muhteşem mekanizmalar hayvanların gözlerinde de bulunmaktadır. Meyve sineği üzerinde yapılan çalışmalar bu canlının çok sayıdaki küçük gözden oluşan göz modelinde de özel haberleşme modüllerinin varlığını ortaya çıkarmıştır.

Sonuç olarak buraya kadar anlatılan gerçekleri göz önüne alalım ve kendi kendimize şu soruları soralım: Nasıl olmuş da proteinler böylesine akılcı ve özel iletişim sistemlerini kurmuşlardır? Nasıl olmuş da proteinler 100 trilyon hücrenin farklı ihtiyaçlarına anında cevap verecek haberleşme ağlarını inşa etmişlerdir? Ve yine nasıl olmuş da tasarım harikası modüler sistemleri kendi aralarında anlaşarak dizayn etmişlerdir?…

Bu soruların cevabını teknolojik gelişmelerden bir örnekle birlikte verelim:

Hücreler dünyasındaki modüler sistemlere en yakın örnek olarak halen yapımı devam eden Uluslararası Uzay İstasyonu'nu verebiliriz. Bu istasyon insanlık tarihinin en büyük mühendislik başarılarından birisi olarak kabul edilmektedir ve modüler sisteme göre yapılmaktadır. Hiç kimse bu uzay istasyonunun atomların moleküllerin rüzgarların yıldırımların güneş enerjisinin bir araya gelmesiyle tesadüfen ortaya çıktığını iddia edemez. Gerçek olan şudur ki bu uzay aracı dünyanın değişik ülkelerinden birçok bilim adamının uzun yıllara dayanan bilgi birikiminin ve çok detaylı mühendislik hesaplarının sonucunda inşa edilmektedir.

Bu durumda hücrenin içinde görev yapan ve bilim adamlarının tam olarak sırlarını çözemedikleri ileri bir teknolojiye sahip olan haberleşme modüllerinin bir yaratıcısı olduğu kesindir. Haberci proteinleri de ve bunlardan oluşan harika iletişim sistemlerini de "herşeyi yaratan" (Enam Suresi 101) ve "her işi evirip düzene koyan" (Secde Suresi 5) Allah yaratmış ve kusursuz bir şekilde düzenlemiştir.

Haberci bir molekül hücreye ulaştığı zaman hücre zarında bulunan antene bağlanır. Bu bağlanma sırasında taşıdığı mesajı antene aktarır. Antenden aldığı mesajı hücrenin iç bölümünde bulunan kuyruğuna iletir. Bunun üzerine başlangıçta tek başına duran antenler ikili gruplar halinde biraraya gelirler. Gövde bölümündeki enzimlerin kuyruk bölümüne fosfat eklemeleriyle kuyruk bölümünün şekli değişir. Bu işlemler hücre içinde bulunan haberleşme modüllerine bir çağrı niteliğindedir.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

13 Kasım 2011 Pazar

Elementler Ve Teknoloji

Arabalar, bilgisayarlar, televizyonlar, evlerimizdeki fırınlar, kullandığımız telefonlar...

Bu ürünlerin hepsi, demir, bakır, çinko, alüminyum gibi metallerden ve petrolün bir yan ürünü olan plastikten oluşur. Yani bu hammaddeler, özellikle de metaller dünya üzerinde bulunmasaydı ya da insanoğlunun bu maddeleri kullanma imkanı olmasaydı, hayatımızı bu denli kolaylaştıran teknolojiden söz etmek de mümkün olmayacaktı.

Teknoloji, insanoğlunun yeryüzünde bulunan elementleri belirli bir amaca göre şekillendirmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu elementlerden sadece birkaçını incelediğimizde bile, varlığına çok alıştığımız bu cevherlerin aslında ne kadar mucizevi bir yapı taşıdıklarını görürüz. Bunlardan biri de hem teknoloji hem de yaşam için son derece gerekli olan 'demir' elementidir.

Demir Elementinin Canlı Yaşamındaki Önemi

Demir yeryüzünde en yaygın olarak bulunan elementlerden biridir ve yerkabuğunun yaklaşık % 5'ini oluşturur. Bu element, üzerinde yaşadığımız dünyanın en temel fiziksel dengelerinden nefes aldığımız havayı kullanabilmemize kadar, yaşamın her aşamasında çok büyük bir rol oynar.

Demir, bizim solunum sistemimiz için de büyük bir önem taşır. Bu madde, insan kanında bulunan hemoglobin içinde oksijenle hassas bir bileşim oluşturur. Bu sayede, son derece yakıcı olan oksijen atomları kontrol altına girer. Demir, çok değerli bir enerji kaynağı olan oksijeni, hücrenin solunum mekanizmasına yönlendirir. Yani nefes alabilmemiz bile vücudumuzdaki demir miktarıyla ilgilidir.

Bir an için demir atomunun olmadığını düşünelim:

* O zaman hem yaşam mümkün olmayacak hem de üzerinde yaşadığımız gezegen yaşama uygun hale gelmeyecekti.

* Dünya, oluştuğu ilk dönemlerde ısınamayacak ve dolayısıyla atmosfer ve hidrosfer de oluşmayacaktı.

* Dünyayı göktaşlarından koruyan manyetik alan oluşmayacak; radyasyon kuşakları, ozon tabakası olmayacaktı. Yani Dünya, ölü bir gezegen
olacaktı.

* Demir, insanların kurdukları medeniyetlerin de en önemli maddi temelidir. Çünkü sanayi, çelik sayesinde vardır; çelik de demirin karbonla birleşiminden oluşur. Bugün hayatımızı kolaylaştıran ve kalitesini artıran yüksek teknoloji ürünlerinin tümü, sanayinin yansımalarıdır. Eğer demir olmasaydı, dünya üzerindeki teknolojik düzey de, basit tahta araçların ötesine geçemeyecekti.

Cıva ve Geniş Kullanım Alanı

Hava, su ve toprakta bulunabilen bir element olan cıva, bu ortamlarda birkaç şekilde bulunur: Metalik cıva, inorganik ve organik cıva bileşikleri. Bu cıva bileşikleri;

Termometre, barometre, vakum tulumbaları, cıva buharlı ve floresan lambalar ve redresörlerde;

Aynaların sırlanmasında, altın ve gümüş üretiminde;

Bazı elektrik devre anahtarlarında;

Altın üretiminde, altın ile amalgam oluşturmak suretiyle altının kazanılmasında;

Pigment üretiminde, pillerde, diş dolgularında katalizör üretiminde ve aşılarda;

Tıpta tedavi maddesi olarak; örneğin bazı deri kremlerinde ve eczacılıkta, antiseptiklerde ve dezenfektanlarda kullanılmaktadır.

Karbon ve Bileşikleri

Karbon, canlılar için en hayati elementtir. Çünkü bütün canlı maddeler karbon bileşiklerinden oluşmuşlardır.

Hücre zarından ağaç kabuğuna, göz merceğinden bir geyiğin boynuzlarına, yumurta beyazından yılan zehirine kadar son derece farklı organik yapıların hepsi, karbon temelli bileşiklerden oluşur.

Karbon; hidrojen, oksijen ve azot atomlarıyla çok farklı geometrik şekil ve sıralamalarda birleşerek, son derece farklı maddeler meydana getirir.

Peki karbonun yaklaşık olarak 1.7 milyon kadar bileşik yapabilmesinin sebebi nedir?

Karbonun en önemli özelliklerinden biri, birbiri ardınca dizilerek çok kolay zincir oluşturabilmesidir. En kısa karbon zinciri 2 karbon atomundan oluşur. En uzun zincirin kaç karbon atomundan oluştuğu konusunda ise kesin bir rakam verilememekle birlikte, yaklaşık olarak 70 halkalı bir zincirden bahsedilebilir.

İngiliz kimyager Nevil Sidgwick, Chemical Elements and Their Compounds (Kimyasal Elementler ve Bileşikleri) adlı kitabında, karbonun canlılar için ne denli önemli bir element olduğunu şöyle vurgular:

"Karbon, yapabildiği bileşiklerin sayısı ve çeşitliliği yönünden, diğer elementlerden tamamen farklı, özgün bir yapıdadır. Şimdiye dek karbonun yarım milyonun üzerinde farklı bileşiği ayrılmış ve tanımlanmıştır. Ama bu bile karbonun güçleri hakkında çok yetersiz bir bilgi verir, çünkü karbon tüm canlı maddelerin temelini oluşturur."

Yukarıdaki sözünde kimyager Sidwick'in de belirttiği gibi, içinde sadece 6 proton, 6 nötron ve 6 elektron bulunduran bu atomun gücünü tam anlayabilme konusunda insan aklı yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla bu atomun canlılık için önemli olan herhangi bir özelliğinin dahi evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen oluşması imkansızdır. Kısacası diğer herşey gibi karbon atomu da Allah tarafından, canlıların bedenlerine uygun bir biçimde yaratılmıştır. Rabbimiz'in yaratma sanatı bir ayette şöyle bildirilmiştir:

"Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır." (Nisa Suresi, 126)
sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

12 Kasım 2011 Cumartesi

İki Yol, İki Amaç, Nasıl Bir Dost?

Biz ona 'iki yol-iki amaç' gösterdik. (Beled Suresi,10)

Her insan "yakın bir dost" arayışı içerisindedir. Mutluluklarını paylaşacak, zor anlarında kendisine destek olacak, çözümsüz kaldığı konularda çözüm yolları gösterecek, kendisini kayıtsız şartsız sevecek, sadakat gösterecek, koruyup kollayacak, hatalarına şefkatle yaklaşacak, sağlığında olduğu kadar hastalıklarında ya da yaşlılığında da kendisini yalnız bırakmayacak insanlar arar.

Ancak insanın böyle bir dost bulabilmesi için önünde iki farklı yol vardır. Bunların bir tanesi yalnız Allah rızasını gözeten müminlerin tercih ettiği Kuran ahlakının gerektirdiği Rahmani yoldur. Diğeri ise dünya menfaatini amaçlayan ve çıkara dayalı dostlukların yoludur. İki farklı durumun sebeplerini incelediğimiz bu yazımızda müminlerin arasındaki güçlü bağın ve iman etmeyen insanlar arasındaki dünyevi menfaatlere dayanan ilişkilerin açık farklarını ortaya koyacağız.

Ahlaka Önem Verilen Dostluk: "Gerçek dost" olabilmek için bir insanı, "sadece güzel ahlakı için sevebilmek" gereklidir. Bunlar, bir kişinin "Allah korkusu ve sevgisi, imanı, samimiyeti ve takvası"dır. Ancak bu değerler üzerine kurulan dostluklar kalıcıdır. Böyle yüksek bir ahlaka sahip kişilerin dostluğu sarsılmaz bir özellik kazanır.

Bitmeyen Bir Dostluk: Kuşkusuz her insanın ihtiyacını hissedip aradığı "gerçek dostluk" çok büyük bir nimettir. Gerçek bir dost, insanın iyi gününde de kötü gününde de yanında olan, kendisi için ne istiyorsa arkadaşları için de hiç tereddütsüz aynısını isteyen, onun mutlu olmasını, iyi olmasını en az kendisi kadar arzu eden insandır. Kıskançlık, çekememezlik, rekabet gibi düşüncelere kapılmadan karşısındaki insanı samimiyetle seven ve onun her zaman iyiliğini isteyen insandır. Kuran ahlakından kaynaklanan böyle sağlam bir dostluğu başka hiçbir şekilde elde etmek mümkün değildir.

Ahireti Hedefleyen Dostluk: Gerçek dost olmanın şartı, o kişinin dünyada ve ahirette mutlu olmasını hedeflemektir. Gerektiğinde dürüst ve açık konuşup, varsa ona imani yönden eksik olan yönlerini anlatmak, şefkatle bunları telafi etmesinin yollarını göstermek de önemli bir dostluk vasfıdır. Bu tür bir davranışı ancak gerçekten seven ve gerçekten dost olan bir insan yapar.

Saygı ve Sevgiye Dayanan Dostluk: Kuran ahlakının yaşandığı bir ortamda, Allah korkusu ve iman, insanların birbirlerine gerçek anlamda sevgi ve saygı duymalarını sağlayacak değerlerdir. İman edenlerin birbirlerine karşı duydukları sevgi, güven ve sadakat tamamen onların Allah yolunda gösterdikleri çabaya göre şekillenmektedir. Allah'ın rızasını kazanabilmek için sahip olduğu herşeyini hayır için kullanan, bu yolda 'dosdoğru' bir istikamet tutturan bir mümin, diğer Müslüman kardeşlerinin sevgisini kazanacak ve onlara en güzel şekilde örnek olacaktır. Aralarındaki güçlü sadakatleri, birbirlerine karşı olan sevgi, bağlılık ve güvenlerinin de artmasına neden olacaktır. Dolayısıyla dostluk ve yakınlık, kişilerin Allah korkuları, imanları ve güzel ahlakları üzerine kurulmuş ise, hastalık ya da yaşlılık nedeniyle oluşan fiziki değişiklikler bu dostluğa kesinlikle etki edemez. Aksine bu durumdaki bir mümine daha da fazla şefkat ve merhamet duyulur.

Dürüstlüğe Dayanan Dostluk: Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde ne hissediyor, ne yaşıyorsa dışarıya da bunu yansıtmasıdır. Son derece dürüst, açık ve net olması, gerçek düşüncelerini, duygularını hiç saklamadan, hiç hesap yapmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan, gerçek karakterini açıkça ortaya koymasıdır. Kuran ahlakına göre bir insan samimiyeti ölçüsünde değer kazanır; yakınları ve sevdikleri ona samimi olduğunu bildikleri için güven ve sevgi duyarlar.

"Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir." (Maide Suresi, 55)

Yalnızlığa Mahkum Bir Dostluk: Kuran ahlakını kendilerine rehber edinmeyen insanlar, tüm isteklerine rağmen gerçek bir yakın dostu asla bulamazlar. Bu nedenle birçok insanın bu konudaki "Çok yalnızım", "Tek bir dostum bile yok", "Hepsi zor günümde yalnız bıraktılar, meğer hepsi de iyi gün dostuymuş" gibi yorumlarına sıkça rastlanır.

İtibara ve Makama Dayalı Dostluk: Bazı insanların zenginlik, güzellik, itibar, makam ya da sosyal statü gibi değerlere göre kurdukları dostluklar hiçbir zaman için uzun süreli olmaz. Çünkü dostluğun dayandığı bu değerlerde bir değişiklik olduğu anda, dostluk da biter. Örneğin bu ahlaka sahip bir insan, çok güzel ve gösterişli olduğu için arkadaş olduğu bir kişinin, bir anda bir kaza sonucu tanınmayacak kadar kusurlu ve aynı zamanda da bakıma muhtaç, aciz bir duruma gelmesiyle birlikte bu kişiye olan tüm ilgisini, yakınlığını kaybedebilir.

Rekabete Dayalı Dostluk: Rekabet gözüyle bakan, haset eden insanlar çoğu zaman sadece mecbur kaldıklarında başkalarına hatalarını söylerler. Çünkü genellikle başkalarının kendilerinden iyi olmasını istemez veya dostluklarının bozulacağını düşünerek yanlış yönlerini görseler bile "Çok iyisin", "Biz seni böyle, olduğun gibi seviyoruz" gibi sözler söyleyerek çoğu zaman samimiyetsiz yaklaşımlarda bulunurlar.

Çıkarlara Dayanan Bir Dostluk: Çıkarlarına göre yaşayan insanlar, kendileri de yaşamları süresince birtakım maddi manevi iniş ve çıkışlar yaşarlar. Güzelliklerini, gençliklerini, sağlıklarını, sahip oldukları malları, zenginliklerini yitirebilirler. Öncesinde gerçek dost zannettikleri insanların, yaşlılıklarında, düşkün hale geldiklerinde kendilerine değer vermediklerini görürler. İyi günlerinde çok candan, çok yakın davranan, birbirlerine ölümüne sadakat sözleri veren bu insanlar, birbirleriyle konuşmayacak ve hatta birbirlerini tanımazlıktan gelecek kadar uzak bir tavra bürünürler. Bir sorunları olduğunda bunu paylaşacakları, danışacakları, yardım isteyecekleri, güvenebilecekleri kimselerinin olmadığını görürler. "En yakınım" dedikleri insanların bile, menfaatlerini dostluktan öncelikli tuttuklarını anlarlar.

Güvensizliğin Hakim Olduğu Dostluk: Kuran ahlakına göre yaşamayan insanların, birbirlerinin kötü ahlak özelliklerini bilerek birbirlerine gerçek anlamda sevgi, saygı duyabilmeleri, güvenebilmeleri imkansızdır. Bir kişinin yalan söylediğini, ikiyüzlü ve yapmacık bir tavır içerisinde olduğunu bilip, çıkarları için başkalarını kullandığını görüp de ona içten bir sevgi ve saygı duymak mümkün değildir. İnsan, -her ne kadar dostum, yakınım dese de- bu kişinin başkalarına olduğu gibi, kendisine karşı da aynı yaklaşım içerisinde olacağını bilir.

O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: "Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım,"
"Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim."
"Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kur'an'dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız" bırakandır." (Furkan Suresi, 27-29)



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

9 Kasım 2011 Çarşamba

İnkarcılara En Büyük Cezalardan Biri, Dünyada Da Ahirette De Hor Ve Aşağılık Kılınmalarıdır

Bu dünyadaki imtihan ortamında özel olarak yaratılmış bir topluluk vardır. Bu kişiler, hiçbir bilgiye dayanmadan, hiçbir yol göstericileri olmadan Allah’a karşı mücadele içinde olan, müminlere zorluk çıkaran, isyan içinde yaşayan inkarcılardır. Allah onlara dünya hayatında süre tanır. Onlar ise, içinde bulundukları başkaldırıdan dolayı kendilerini güçlü zanneden, şımarıp böbürlenen insanlardır. Kendilerinin müminlerden üstün olduğuna inanır, büyüklük taslarlar. Yüce Allah, onlara bu büyüklenmelerinden ve Allah’a karşı isyanlarından dolayı dünyada da ahirette de en büyük ceza olarak “aşağılanmayı” layık kılmıştır.

Dünyada da ahirette de inkarcılara yönelik oldukça çetin azap çeşitleri vardır. İnkar edenler, içinde bulundukları şımarıklık ve azgınlıktan dolayı çeşitli şekillerde helake uğratılmışlardır. Allah, dünyada onları yıkıma uğrattığı gibi, ahirette de onlara kızgın alevli ateşin azabını tattırmaktadır. Küçük düşürülme ve aşağılanma da, Rabbimiz’in Kuran ayetlerinde bildirdiği inkarcıları azaplandırma şekillerinden biridir. Onlar, yeryüzünde büyük bir şımarıklık ve böbürlenmişlik içinde yaşarlarken, küçük düşürülme, horlanma ve aşağılanma, bu büyüklük hissi içinde olan kişiler için en büyük azaplardan biri olacaktır.

Şeytan da, Allah’a karşı şımarıkça böbürlenmesinin sonucunda, “küçük düşürülmüş” olarak cennetten kovulmuştur:

(Allah:) "Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (Araf Suresi, 13)

Yüce Allah, horlanma ve aşağılanmanın inkarcılara yönelik büyük ve etkili bir azap şekli olduğunu ayetlerinde işaret etmiştir:

Artık Allah, onlara dünya hayatında 'horluğu ve aşağılanmayı' taddırdı. Eğer bilmiş olsalardı, ahiretin azabı gerçekten daha büyüktür. (Zümer Suresi, 26)

Böylece Biz de onlara dünya hayatında aşağılanma azabını taddırmak için, o uğursuz (felaketler yüklü) günlerde üzerlerine 'kulakları patlatan bir kasırga' gönderdik. Ahiret azabı ise daha (büyük) bir aşağılanmadır. Ve onlara yardım edilmeyecektir. (Fussilet Suresi, 16)

O gün, öyle yüzler vardır ki, 'zillet içinde aşağılanmıştır.' (Gaşiye Suresi, 2)

Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir? Onların (durumu) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette büyük bir azap vardır. (Bakara Suresi, 114)

Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar -Allah'ın ipine ve insanların ipine (ahdine) sığınanlar başka- onlara zillet (zorluk damgası) vurulmuştur. Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. (Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır. (Al-i İmran Suresi, 112)

Ey peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 41)

Bilmiyorlar mı, kim Allah'a ve elçisine karşı koymaya çalışırsa, gerçekten onun için, onda ebedi kalmak üzere cehennem ateşi vardır? İşte en büyük aşağılanma budur. (Tevbe Suresi, 63)

Sonra (Allah) kıyamet günü onları aşağılık kılacak ve diyecek ki: "Haklarında (mü'minlere karşı) düşman kesildiğiniz ortaklarım hani nerede?" Kendilerine ilim verilenler, dediler ki: "Bugün, gerçekten aşağılanma ve kötülük kafirlerin üstünedir." (Nahl Suresi, 27)

Eğer Biz onları bundan önceki bir azap ile yıkıma uğratmış olsaydık, şüphesiz diyeceklerdi ki: "Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de, küçülmeden ve aşağılanmadan önce Senin ayetlerine tabi olsaydık." (Taha Suresi, 134)

Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla 'gururla salınıp-kasılarak' (bunu yapar); dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona taddıracağız. (Hac Suresi, 9)

Kıyamet günü, azap ona kat kat artırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır. (Furkan Suresi, 69)

Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)

Allah, kimi saptırırsa, artık bundan sonra onun hiçbir velisi yoktur. Azabı gördükleri zaman, o zalimleri bir görsen; "Geri dönmeye bir yol var mı?" derler. Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azap içindedirler. (Şura Suresi, 44-45)

Horlanıp küçük düşürülme, büyüklük hissi içinde olan, Allah’ı Yaratıcı olarak kabul etmeyip (Allah’ı tenzih ederiz), kendisini ilahlaştırmaya çalışan inkarcılara yönelik çok büyük bir cezadır. Bu, onların haksız büyüklük isteğine tam karşılık gelen, onları aşağılayıp acizliklerini hissettiren bir karşılıktır. İnkarcılar, karşılaştıkları bu büyük aşağılanma ile hüsrana uğrarken Yüce Allah iman edenleri ahirette hiçbir zaman küçük düşürmeyeceğini ayetlerinde bildirmiştir:

Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, herşeye güç yetirensin." (Tahrim Suresi, 8)

İman edenler, dünyada da ahirette de Allah’ın sonsuz nimetine vakıf olacak, sonsuz cennette en mükemmel şekilde mükafatlandırılacaklardır. Allah onları yüceltmiştir. İnkarcılar aşağılık kılındıkça, müminler nimetlerin en güzeline kavuşacak, Allah’tan sonsuz rızıkla ağırlanacaklardır.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

2 Kasım 2011 Çarşamba

Hücre İçi İstihbarat Birimleri

Hücre içinde gerçekleşen bilgi transferi dünyanın en iyi istihbarat servislerinden bile daha hızlı ve daha verimli çalışmaktadır. Teknolojik açıdan hiçbir şekilde taklit edilemeyen bu sistemin en önemli özelliği dokusal organizmalardan oluşmasıdır.

“Allah yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz öğrenmeniz için.” (Talak Suresi 12)

Birçoğumuz yüksek haberleşme kuleleri ile karşılaşmışızdır ya da haberleri seyrederken yeni açılan benzer bir tesisin görüntüleri gözümüze çarpmıştır. Bunların bizlerde bıraktığı ilk izlenim muhtemelen çeşitli gelişmiş antenler ve karmaşık elektronik cihazlarla dolu yapılar olduklarıdır.

Aslında böyle bir görüş hatalı da sayılmaz çünkü bu tesislerdeki teknolojik aletleri iyice tanımak için elektronik ve haberleşme alanında belirli bir uzmanlık veya mühendislik bilgisine sahip olmak gerekir. Bunun yanında hemen hemen hepimizin ortak bir kanaati daha vardır: Dünyanın dört bir yanındaki insanlarla iletişim kurmamıza olanak sağlayan bu tesisler artık insanlık için "olmazsa olmaz" bir konumdadır. Şöyle bir düşünelim: Tüm dünyadaki haberleşme kuleleri santralleri ve istasyonları kısa bir süre için devre dışı kalsa neler olurdu? Açıktır ki böyle bir durum büyük bir kaos ve kargaşaya yol açardı. Ancak meydana gelen zarar maddi olarak ne denli büyük olursa olsun yine de telafii edilebilirdi.

Oysa 100 trilyon hücremizin kendi aralarındaki ve her bir hücrenin kendi içindeki haberleşmenin saniyelerle ölçülecek kadar kısa bir zaman zarfında bile devre dışı kalması ve hücresel mesajların yerine ulaşamaması ölümle sonuçlanmaktadır. Günümüzdeki haberleşme sistemleri en ileri teknolojiye sahip elektronik ve mekanik aygıtlar kullanılarak kurulmuştur.

Oysa insanın sırlarını dahi çözemeyeceği kadar ileri teknolojiye sahip hücre içi haberleşme sistemleri protein yapılı aygıtlar kullanılarak kurulmuştur. Proteinlerin içinde ise modern aygıtlarda olduğu gibi elektronik devreler yarı iletkenler değil; bunların yerine karbon hidrojen oksijen ve azot atomları bulunmaktadır. Hemen belirtelim vücudumuzda 30 bin civarında farklı protein olduğu tahmin edilmektedir ve henüz bunların sadece %2'sinin vücuttaki görevi tam anlamıyla çözülebilmiştir. Birçok proteinin yaptığı görev insanoğlu için halen bir bilinmeyendir.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

1 Kasım 2011 Salı

Çağın En Yaygın Hastalığı: Kalp Krizi ve Korunmanın Yolları

Kalp, dakikada ortalama 70 kere atarak, vücuttaki kanın bir gün içinde 1000 tam devir yapmasını sağlayan hayati bir organımızdır. Bunun anlamı, tüm kanın, vücuttaki her hücreyi 1000 kere ziyaret etmesi, gerekli besinleri onlara iletmesi, oksijeni verip karbondioksiti alması, hasarları tamir etmesi, aksaklıkları gidermesi ve artıkları toplamasıdır. Vücuttaki her hücre, Allah'ın izniyle kalbin bu yorulmak bilmez gayreti sayesinde günde 1000 defa kontrolden geçirilir. Bu şekilde kalp günde 8 bin litre kan pompalar.

Bu kadar hayati öneme sahip bir organ olan kalbimizin çalışmasına engel olan her şeyin hemen fark edilmesi ve hasarları önlemek için tedavi edilmesi gerekir. Günümüzde kalp hastalığı birinci sıradaki ölüm nedenidir ve en belirgin nedeni kalp krizidir. Bu nedenle de kalp krizi belirtilerinin daha iyi tanınması ve tedavi seçeneklerinin artırılması için yoğun çaba harcanmaktadır.

Kalp Krizi Nasıl Meydana Gelir?

Kalp krizi kısaca kalbi besleyen atardamarların ani olarak tıkanması sonucu bölgesel olarak kalp dokularının zedelenmesidir. Kalp krizlerinin %90'ında damarları kapatan, damar sertliği yüzünden oluşan tıkaçlardır.

Kalp insan vücudunda kendi kendini besleyen tek organdır. Kalbi besleyen atardamarlar sürekli çalışan kalp kası dokularına yeterli temiz kan sağlarlar.

Kalp kası dokularının beslenmesi genellikle sadece o bölgeye ait damarlarla olur, çoğu zaman beslenmesi bozulan bir bölgeye başka yerden kan gelmez. Bu özellikler kalp damarlarındaki en ufak bir bozukluğun etkilerinin hemen hissedilmesini sağlar.

-Kalp krizinin ilk belirtisi göğüs üzerinde baskı hissi veren, sol kola veya omuza yayılan ağrıdır.

-Kalp atışlarında düzensizlik hissedilir.

-Nabız düşük ve tansiyon düzensizdir.

-Kalp yetmezliği, akciğerlerde su toplanması görülebilir.

-Ciltte morarma ve soğuma görülebilir.
Kalp krizi acilen tedavi edilmesi gereken yaşamsal tehlike meydana getiren bir durumdur. Kalp krizlerinin yarısında ölüm ilk 4-5 saat içinde olmaktadır.

Kalp Krizinin Nedenleri ve Korunma Yolları

Kalp krizinin nedenlerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:

Sigara içme

Yüksek kolesterol (Kandaki "Total Kolesterol" düzeyinin (200 mg/dL'den) yüksek olması, kandaki "HDL Kolesterol" düzeyinin (35 mg/dL'den) düşük olması)

-Stres

-Yüksek tansiyon

-Şeker hastalığı

-Şişmanlık

-Damar sertliği

-Hareketsiz yaşam

-Aşırı alkol ve kahve tüketimi

-Kalıtsal nedenler: ailede kalp krizi geçiren yakınların olması.

Görüldüğü gibi kalıtsal nedenler hariç, kalp krizine neden olan faktörlerin tamamını insanların yaşam tarzlarıyla ilgili konular teşkil eder.

Kalp Krizinden Korunmak için Sağlıklı Yaşam Önerileri

Kolesterolünüzü düşürün:

Her türlü hayvansal gıdada bulunan kolesterol, devekuşu, hindi ve tavukta da vardır. Ancak bu etler daha düşük kolesterol düzeyine sahip oldukları için tercih edilmektedirler. Etin sindirilmesi dahil, ortaya çıkan "üre" gibi yan ürünleri de bedeninize yorgunluk ve bitkinlik vereceğinden her gün et yememenizde fayda vardır. Kabuklu deniz canlıları (midye, istakoz, kalamar) yüksek oranda kolesterol içerirler, bu yüzden balık haricinde başka deniz ürünü tercih edilmemelidir.

Bitkisel sıvı yağ tüketin:

Tereyağı, sade yağ, iç yağları ve yağlı peynirlerdeki hayvansal yağlar çok yüksek oranda kolesterol içerdiklerinden kalp damar hastalıklarına neden olurlar. Bu nedenle, bitkisel sıvı yağlar tercih edilmelidir. Çünkü bitkisel yağlar kolesterol içermezler. Günlük yağ ihtiyacımız kilogram başına 1 gramdır. Bu miktar aşılmamalıdır.


Spor yapmanın önemi:

Spor yapıldıkça yararlı kolesterol (HDL) artar, zararlı kolesterol (LDL) azalır. Kolesterolü dengelemek için diyetin yanı sıra mutlaka hafif spor da yapılmalıdır. Bu amaçla yürümek kalp sağlığınız için en ideal egzersizdir. Her gün en azından yarım saat yürümek ve 30 dakikada yaklaşık 3 km katetmek kalbiniz için yararlı ritmi yakalama açısından yeterli olacaktır.


Kolesterolünüzün Omega yağları ile dengelenmesi:

Bu yağlar karaciğerin ürettiği kolesterolü dengelemektedirler. Omega-3 en fazla balıkta, Omega-6 ise ceviz ve fındıkta bulunur. Kanola yağı da içerdiği Omega-3 yağı ile tanınır olmuştur.


Bol meyve ve sebze tüketilmesi :

Sağlıklı kalmanın en önde gelen kurallarından birisidir. bol miktarda sebze ve meyve yemek, pek çok antioksidanı almanızı sağlayacaktır.


Tuza dikkat!

Yüksek tansiyondan kaçınmak için tuzu azaltın. Yemekleri tuz koymadan pişirin. Sofrada ihtiyacı olan istediği kadarını daha sonra ekleyebilir.


Sık ve az yemek yiyin:

Düzenli beslenmede ana-öğünler arasında 3 saat ara ile ara-öğünler bulunmalıdır. Bu durumda ana öğünler daha hafif yenmelidir.

Bütün bu önlemlerin yanı sıra, stresten uzak huzurlu bir yaşam ruh sağlığının olduğu gibi kalp sağlığının da altın kuralıdır. Allah'a teslim olan, inançlı insanların gerek ruh hastalıkları gerekse stresten kaynaklanan kalp ve damar hastalıklarına daha az yakalandıkları, daha uzun ömürlü oldukları kanıtlanmış birer gerçektir. Yüce Allah, insanlara hem beden hem de ruh sağlıkları için en huzurlu, en sağlıklı ve en güzel yaşamın sırrını Kuran'da şu şekilde bildirmiştir:

"Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur."(Rad Suresi, 28)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

29 Ekim 2011 Cumartesi

Atatürk'ün İleri Görüşlülüğü

Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri, kuşkusuz sahip olduğu ileri görüşlülüktür. Başarılı bir komutan ve devlet adamı olarak ileriyi görme özelliğini kullanan Atatürk, o dönemde pek çok kişinin farkında olmadığı bazı gerçekleri sezmiş, hedeflerini ve tedbirlerini bunlara göre oluşturmuştur. "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır" sözü; onun ileri görüşlü bir lider olma özelliğini layıkıyla taşıdığının bir göstergesidir. Onun bu özelliği, pek çok yabancı devlet adamının da takdirini kazanmış, tarih boyunca, adından övgüyle söz edilmesini sağlamıştır.

ABD eski Başkanı John F. Kennedy'nin, Atatürk için söylediği şu sözler dikkat çekicidir:

"Atatürk adı insana bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk Milletine ilham veren önderliğini, modern dünyayı anlayışındaki ileri görüşlülüğü ve bir askeri önder olarak kudret ve cesaretini hatırlatmaktadır. şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu ve o zamandan beri Atatürk'ün ve Türkiye'nin giriştiği derin ve geniş devrimler kadar bir milletin kendisine olan güvenini daha başarı ile belirten bir başka örnek gösterilemez. ("Atatürk'le Övünüyorum", Hürriyet,10 kasım 1963 )

Türk Milleti'nin Kurtuluşunu Sağlayan Önsezi ve Eylemleri

Çanakkale Savaşı'nın sonunda Albay olan Büyük Önder'in, taarruz gücünü kaybeden düşmanın çekilme niyetinde olduğunu keşfetmesi, ve bütün cephede son ve kesin taarruzun yapılmasını istemesi, bu savaşın kazanılmasında çok önemli bir etkendir. Bu ve bunun gibi pek çok örnek, Milli Mücadele döneminde, Atatürk'ün ileri görüşlülüğü ile aldığı kararların hayati önem taşıdığını göstermektedir. Bu kararlar sayesinde Türk Milleti, Atatürk'ün önderliğinde büyük zaferler kazanmıştır.

Atatürk'ün ileri görüşlülüğü, yalnızca Milli Mücadele döneminde yaşananlardan değil, mücadelenin öncesinde ve sonrasında gerçekleşen olaylardan da rahatlıkla anlaşılabilir.

Atatürk, Birinci Dünya Savaşı ile ilgili önsezileriyle, savaşın aleyhimizde sona ereceğini tahmin etmiş, bu nedenle Türk topraklarının kurtuluşu için alınacak tedbirleri düşünmüştür. O dönemde Atatürk, Suriye cephesinde, Yedinci Ordu Kumandanı'dır. Antep'e gitmekte olan Ali Cenani Bey'e : "... Teşkilatlanın. Milli bir kuvvet meydana getirin, kendinizi savunun, ben istediğiniz silahı veririm" diyerek, alınacak önlemleri belirtmiştir.

Atatürk'ün ileri görüşlülüğünün bir diğer örneği ise, İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vereceği yönündeki açıklamalarıdır. Atatürk, 1932 yılında, ünlü Amerikan generali Mac Arthur ile yaptığı görüşmede; dünyanın, özellikle de Avrupa devletlerinin her an bir savaşın içine girebileceğini belirtirken, "Almanlar kendilerini siyasi bir akıma kaptırırlarsa 1940-1945 yılları arasında savaşırlar. Bu savaş çok kanlı olur, ancak Amerika müdahele ederse biter, bu savaşın esas galibi ise Rusya olur" diyerek görüşünü bildirmiştir.

Söylediklerinin birer birer gerçekleşmiş olması, Atatürk'ün ne kadar iyi bir lider olduğunun göstergesidir. Çünkü o, yalnızca kendi ülkesinin değil tüm ülkelerin siyasi ve askeri durumunu analiz ederek bu sonuçlara ulaşmış; ileri görüşlü olmanın bir lider ve bir komutan için ne kadar önemli bir vasıf olduğunu bizlere göstermiştir. Bu görüşmedeki diğer konuşmalar da dikkat çekicidir:

"... Fransızlar artık güçlü bir orduyu kurmak yeteneğinden yoksundurlar. İngilizler bundan böyle adalarının savunmaları için Fransızlara güvenemezler. İtalyanlar savaşın dışında kalabilecek olsalar, savaş sonrası barışta önemli bir rol oynayabilirler. Ama, Musollini' nin ihtirası yüzünden bunu yapamayacaklardır. Böylece Almanlar, İngiltere ve Rusya dışında bütün Avrupa'yı işgal edeceklerdir."

Ülkemiz’in Karşılaşacağı Sorunlara Karşı Hazırlıklı Olmamızı İstemiştir

Atatürk, ileri görüşlülüğü ile Türkiye'nin gelecekte karşılaşabileceği sorunları görmüş, bu konuda Türk Milleti’ne uyarılarda bulunmuştur. Bunun en güzel örneği, gençliğe seslendiği sözlerinde gizlidir. O,"Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, herşeyden önce Türkiye'nin geleceğine, kendi benliğine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmenin gerekliliği öğretilmelidir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1922, s. 22) diyerek, bağımsızlığımıza göz dikenlerle mücadeleye girişmekten çekinmememiz gerektiğini vurgulamıştır. Atatürk, bu mücadelede, Türk gençliğinin nelere dikkat etmesi gerektiğini şu sözleriyle açıklamıştır:

"Bir gün İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."( Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1922, s. 224)

Atatürk’ün Bir Hayali: Türk Birliği
Türkiye'nin sahip olduğu stratejik miras, 21. yüzyılda, Türk Milletini lider ülkeler sıralamasında ilk sıralara yerleştirecek olan son derece köklü ve şanlı bir mirastır. Tarihsel ve güncel gerçekler, istenilirse ve azmedilirse, Türk'ün dünya liderliğine ulaşmasının mümkün olduğunu göstermektedir. Nitekim Mustafa Kemal ileride Türk aleminin bir bütünlük oluşturup tüm dünya için bir model teşkil edeceğini şöyle belirtmiştir:

"Ben herşeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek." (Atatürk'ün Sofrası, İsmet Bozdağ, Kervan Yayınları, 1975, s. 138-143)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/