]]>

19 Ocak 2011 Çarşamba

Doğumunun 200. Yılında Darwin'i Yıkan On Beş Kanıt

Darwin’in doğumunun 200. yıldönümünde, Nature dergisi, Darwin’in köhne teorisini tekrar gündeme getirebilme ve yüzyılımızda yerle bir olmuş bu teoriyi yeniden canlandırabilme ümidiyle bir yazı yayınladı. Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi, Nature’de çıkan bu haberi, "Darwin’i Doğrulayan On Beş Kanıt" başlığı altında verdi. Amacı ise Darwinist Nature dergisi ile aynıydı. Yıkılmış, yerle bir olmuş, dünya nüfusunun %80’i tarafından reddedilmiş olan evrim teorisini yeniden eski ününe kavuşturabilmek...

Fakat Darwinistler her ne kadar çaba gösterseler de gerçek değişmeyecektir, Darwinizm çürüyüp yok olmuştur. Dünyada gerçek anlamda evrİmİ savunan tek bİr kİşİ bİle KALMAMIŞTIR.

Darwİnİstlerİn YILLARDIR SAKLADIKLARI 100 milyon fosİl ortaya ÇIKARILMIŞTIR. Ve görülmüştür ki, tek bİr tane bİle ara fosİl yok! Darwinizm savunucuları bir anda Darwin’in 150 yıl önceki kehanetinin gerçekleştiğini anlamışlardır. Çünkü Darwin, 150 yıl önce Türlerin Kökeni kitabında şu tespitte bulunmuştur:

Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde?

Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280)

Darwin’in söylediği doğrulanmış, yeraltından bİr tane bİle ara fosİl çIkmamIştIr. Ve bu gerçek başlıbaşına Darwİnİzm’İ yerle bİr etmİştİr.

Ardından canlılardaki moleküler yapıların olağanüstü kompleksliği tüm detaylarıyla ortaya çıkmış, bir proteinin tesadüfen meydana gelmesinin imkansız olduğu anlaşılmış, tek bir DNA sarmalının 1 milyon sayfalık bir ansiklopediye eşdeğer bilgi barındırdığı tespit edilmiştir. Yani Darwinistlerin yaşamın kökeni konusuna da, türlerin kökeni konusuna da hiçbir açıklama ve delil getiremedikleri ortaya çıkmıştır.

Darwinist aldatmaca artık tüm dünya tarafından bilinmektedir. Ve Darwinistler de bunun farkındadırlar. Son olarak Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi’nde yer alan tipik evrim propagandası da, dikkatlice bakıldığında Darwin’in evrim teorisinin yıkımını ilan etmek dışında bir amaca hizmet edememektedir. İşte bu nedenle söz konusu dergide belirtilen iddiaları, Darwin’İ yIkan 15 İddİa başlığı altında incelemek yerinde olacaktır:

1. Balinaların Karada Yaşayan Atası Aldatmacası:

Balinaların hayali atası konusu, Darwinistler için büyük bir utanç vesilesidir. Çağımız Darwinistleri, Darwin’in “deniz kıyısında balık avlayan ayılar zamanla balina oldu” izahını örtbas edebilmek, bu utancı ortadan kaldırabilmek için uzun zaman uğraşmışlardır. Fakat bu masala onların getirdiği öneriler de Darwin’inkinden pek farklı olmamıştır. Darwinistler çaresizlikten, rakun büyüklüğündeki bir canlının kulak ve diş yapısını bu imkansız ve hayali geçişe delil sunmaya çalışmaktadırlar. Oysa bu, klasik Darwinist taktiktir. Darwinistler canlıların anatomik benzerliklerini öne sürerek, birbiriyle hiçbir alakası olmayan bir kara canlısı ile deniz memelisini birbirine akraba göstermeye çalışmışlardır. Ancak bu iddia için asıl göstermeleri gereken deliller, yani bu hayali geçişi kanıtlayacak olan ara fosiller konusuna değinmemişlerdir bile. Değinemezler, çünkü diğer iddialarında olduğu gibi Darwinistlerin bu iddiaları da büyük bir yalandır ve bunu kanıtlayan tek bİr tane bİle ara fosİl bulunmamaktadIr.

2. Sudan Karaya Geçiş Aldatmacası:

Yıllar boyunca Darwinistler, sudan karaya hayali geçiş hikayelerine ünlü bir balık fosilini örnek gösterdiler. Coelacanth, sudan karaya geçişin sözde mükemmel örneği olarak en ünlü ara fosil ünvanıyla insanlara sunuldu. Darwinist masala göre, bu canlının ayaklara dönüşmüş yüzgeçleri ve gelişmekte olan bir akciğeri vardı. Fakat 1938 yılında Coelacanth, günümüz denizlerinde canlI olarak ele GEÇİRİLDİ. Darwinistler artık Coelacanth hakkında yalan söyleyemiyorlardı. Örneğin Darwinistlerin yıllarca canlının ilkel akciğerleri olarak gösterdikleri yapılar yalnızca birer yağ kesesİydİ. İlkel bacaklar olarak propagandasını yapmış oldukları yapılar ise canlıya ait mükemmel yüzgeçlerdİ. Denizden karaya adım atmak üzere olduğu iddia edilen bu canlı, aslında sığ sulara çıktığı anda bile hemen ölen, ancak 180 m derinlikte yaşayabilen bir dip balIğIydI ve günümüz denizlerinde 300’den fazla kez canlI olarak bulunmuştu.

Darwinistlerin Tiktaalik üzerinde yaptıkları spekülasyonlar da Coelacanth hakkında yapılanlardan farklı değildir. Mozaik yapıya sahip (çeşitli canlıların mükemmel ve farklı yapılarını barındıran kompleks) bir canlı olan Tiktaalik, iyi korunmuş fosilleriyle son derece kompleks bir canlıdır. Canlıya ait özelliklerin hiçbiri ara form özelliği göstermemektedir. Her biri, mozaik canlılarda bulunduğu şekilde (günümüzde Platypus gibi) tam gelişmiş, muhteşem yapılardır. Darwinistlerin bu canlıyı spekülasyon malzemesi yapmalarının tek nedeni, soyu tükenmiş mozaik bir canlının fosilini, kendi önyargılarına göre yorumluyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Tıpkı Coelacanth örneğinde olduğu gibi.

Sudan karaya geçiş hikayesinde tek bir tane bile ara form olmadığı gibi, sudan karaya geçişin anatomik ve fizyolojik olarak imkansızlığı da bu konudaki iddiaları baştan yerle bir etmektedir.

3. Tüylerin Evrimleştiği Aldatmacası:

Darwinistler, karadan havaya geçiş masalını savunurlarken önemli bir gerçeği ihmal ederler. Yıllarca sakladıkları 100 milyon fosil artık deşifre olmuştur ve bunların arasında Archaeopteryx döneminde yaşamış olan mükemmel uçucu kuşlar bulunmaktadır. 125 milyon yıllık LIAONINGORNIS fosilini ve 120 milyon yıllık CONFUCIUSORNIS fosilini insanlar kendi elleriyle incelemişlerdir. İşte bu nedenle “Archaeopteryx ara fosildi”, “Sonradan bulunan Epidexipteryx kuşların atasıydı” gibi aldatmacalara artık gülüp geçmektedirler.

Archaeopteryx ile ilgili iddialar uzun zaman önce çürütülmüştür. Bu canlının mükemmel şekilde uçucu bir kuş olduğu anlaşılmış, diş ve pençelerinin günümüzde yaşayan başka kuşlarda da bulunan tipik bir yapı olduğu ortaya çıkmıştır.

4. Dişlerin Evrimi Aldatmacası:

Nature dergisinin ve onun takipçisi olan Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinin dişlerin evrimleştiği iddiasını ortaya atabilmesi ve bunun için de farelerin azı dişleri üzerinde yapılmış bir çalışmayı örnek gösterebilmesi hayret vericidir. Her canlının kendisine ait özel bir anatomisi vardır. Dolayısıyla her canlının sahip olduğu anatomik yapılar birbirinden farklıdır. Farelerin gen diziliminin, diğer kemirgenlerden farklı olması da son derece doğaldır. Bu durum, evrimleştiklerini değil, söz konusu canlıların bulundukları ortama ve yaşam koşullarına göre özel olarak yaratıldıklarını gösteren bir delildir. Her canlı, Allah’ın dilemesiyle en mükemmel donanımlara ve yapılara sahip olmuştur. Darwinistlerin bunu evrime delil olarak sunabilmeleri için bu yapıların hayali gelişimini ortaya koyan ara fosilleri göstermeleri gerekmektedir. Fakat tek bir tane bile ara fosil yoktur. Dolayısıyla bu iddia da Darwinist demagojiden ibarettir.

5. Omurgalı İskeletinin Evrimleştiği Aldatmacası:

Yazıda yer alan açıklama aynen şu şekildedir: "Varlığı sadece embriyolarda bilinen nöral krest, omurgalıların niçin farklı kafa ve yüz yapısına sahip olduklarını açıklamakta. Fakat nöral krestin evrimsel geçmişini fosil kayıtlarıyla göstermek embriyonik verilerin eksikliği yüzünden olanaksız gibidir."

Yazıda açıkça itiraf edilen ve fosil kayıtlarında delili bulunmayan bir şeyin nasıl olup da hayali evrime delil gösterilebildiği anlaşılmazdır. İnsan embriyosundaki nöral crest muhteşem bir yapıdır. Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi, burada söz konusu yapının mükemmelliğini anlatmakla yetinmiş ve üstelik bunun hayali evrimsel izlerinin fosil kayıtlarında bulunamayacağını da belirtmek zorunda kalmıştır. Bu, açıkça, evrimin gerçekleşmediğinin ve canlıların mükemmel yapılarla yoktan yaratıldıklarının itirafıdır.

6. Türleşme Aldatmacası:

Doğada her zaman bir tür, türdeşi ile çiftleşir. Ve türdeşinde çevresel faktörlerle meydana gelen ve genlerinde var olan çeşitli özellikler, sonraki nesillerde baskın hale gelebilir. Tıpkı uzun boylu bir insan ile kısa boylu bir insanın çocuklarında uzun boyun baskın gelebilmesi gibi. Ancak sonraki nesillerde meydana gelen bu değişim, canlıyı farklı bir türe dönüştüremez. Darwin’in ispinozlarının gagaları uzamış veya kısalmıştır, fakat bu canlılar başka canlı halini almamışlardır. Tavuğa veya yarasaya dönüşmemişlerdir. Buradaki örnekte de dikenli balıklar birbirleriyle çiftleşerek yeni bir tür meydana getirmemişlerdir. Dikenli balıklar yine dikenli balıktır, kendi genlerinde meydana gelen özellikler dışında yeni bir özellik hiçbir şekilde kazanmamışlardır. Ve Darwinistler her ne kadar varyasyonları kullanarak insanları aldatmaya çalışsalar da, bu durum kesin olarak evrim teorisinin delili değildir.

7. Doğal Ayıklanmanın Evrimleşme Olduğu Aldatmacası:

Doğal ayıklanma, Darwin döneminden beri Darwinistlerin en gözde sözde evrimleştirme mekanizması olarak tanıtılmaktadır. Oysa bu büyük bir yalandır. Bir canlının çevresel etkenler nedeniyle genlerinde mevcut olan bilgiler dahilinde anatomisinde çeşitli değişimler meydana gelebilir. Fakat bu değişiklikler canlıyı hiçbir zaman başka bir canlıya dönüştürmeyecektir. Ona yeni bir organ ve yapı eklemeyecektir. Dolayısıyla kertenkelelerin çevresel etmenler nedeniyle kuyruklarının kısalması da evrime bir delil değildir.

8. Birlikte Evrimleşme Aldatmacası:

Birlikte evrimleşme Darwinistlerin kullandıkları aldatma yöntemlerinden bir diğeridir. Söz konusu yazıda da aynı yöntem izlenerek bakteriler ve konakçılarının sözde evrimleşmelerine dair bir senaryo oluşturulmuştur. Fakat ilginçtir ki, 3.6 milyar yıl önce bile var olan bakteriler günümüzde hala bakteri, onların konakçıları da günümüzde hala aynı konakçılardır. Bu sözde evrim içinde her nedense söz konusu canlılar üzerinde bir değişiklik olmamış, bir evrimleşme meydana gelmemiştir. Gelişip balığa, bir memeliye, hatta Darwinist iddialara göre bir insana dönüşmesi gereken bu tek hücreliler, bakteri olarak varlıklarını 3.5 milyar yıl önceki halleriyle devam ettirmektedirler. Çünkü bu canlılar da tüm diğer canlılar gibi Allah’ın müstakil yarattığı, yoktan var ettiği canlılardır. 3.5 milyar yıl önce yoktan yaratıldıkları gibi, bugün de aynı görünümleriyle yoktan yaratılmaktadırlar.

9. Evrimsel Farklılaşma Aldatmacası:

Darwinistlerin çeşitli isimlerle, farklı örneklerle evrime delil olarak sunmak istedikleri konu hep aynıdır: Varyasyonlar. Darwinistler, türlerin kendi içinde çeşitlenmelerini evirip çevirip bir türleşme örneği gibi sunmaya çalışırlar. Oysa bu bir yalandır. Yazıda konu edilen Baştankara kuşlarının, aynı koruluğun farklı bölgelerinde farklı yapısal özelliklere sahip olmaları da yine evrim teorisine bir fayda sağlamamaktadır. Evrime delil olabilmesi için söz konusu kuşlarda kol veya yüzgeç gibi bu canlılara ait olmayan yeni yapıların ortaya çıkması gerekir ki, böyle bir şey olması mümkün değildir. Bu canlılar kendi genlerindeki bilgiler dahilinde değişime uğrarlar, nitekim yazıda verilen örnekte de bu şekilde olmuştur. Dolayısıyla canlıların aynı gen yapıları içinde, bazı genlerinin baskın çıkması tür içinde çeşitlenmeden öte bir şey değildir ve evrime hiçbir fayda sağlamaz.

10. Doğal Ayıklanmayla Hayatta Kalan Lepisteslerin Evrimleştikleri Aldatmacası:

Yazıda konu edilen Lepisteslerin bazılarının farklı renkleri nedeniyle doğal ayıklanmaya uğrayarak hayatta kalmaları da evrimin bir kanıtı değildir. Bir canlının doğal ayıklanma yöntemiyle hayatta kalması, o canlıyı hiçbir şekilde evrimleştirmemektedir. Dolayısıyla farklı renklerdeki lepisteslerin zaman içinde elenmesi bu canlılara yeni bir özellik eklememiştir. Canlıların farklı fiziksel özelliklerinden dolayı elenmeleri, farklı renkteki lepisteslerin çoğalmasından ve diğerlerinin azalmasından başka bir sonuç vermeyecektir. Milyonlarca yıl geçse de bu böyle olacaktır. Doğal ayıklanmanın bir evrim mekanizması olduğu iddiası tümüyle bir aldatmacadır.

11. Yaratılış Delillerini Evrime Delil Olarak Sunma Aldatmacası:

Darwinistlerin bir yöntemi vardır: Canlılardaki muhteşem özellikleri bir bir anlatır sonra bunun hayali evrimin sözde mucizesi olduğunu iddia ederler. Murana yılanbalığının muazzam avlanma özelliklerinin anlatıldığı bu maddede de yine aynı yöntem izlenmiştir. Canlının mükemmel anatomik yapısı, ince bedenine uygun, kusursuz avlanma sistemi anlatılmış ve bu özellikleri, delilsiz ve gerekçesiz olarak, anlaşılmaz şekilde, hayali evrime bağlanmıştır. Oysa bu kusursuz yapı, canlının söz konusu özelliklerle yoktan yaratılmış olduğunu kanıtlamaktadır. Üstelik balığın bu üstün niteliklerle yoktan yaratıldığı ve milyonlarca yıl boyunca değişmediğini gösteren fosil kayıtları mevcuttur. 95 milyon yıllık yılanbalığı fosilleri, tüm evrimci iddiaları yerle bir eder. Bu açık kanıtın üzerine Darwinistlerin kanıttan yoksun demagojik açıklamaları yalnızca onları küçük düşürmektedir.

12. İspinoz Gagalarındaki Varyasyonu Darwin’den Beri Evrime Delil Gösterme Aldatmacası:

İspinoz gagaları aynı tür içinde değişik şekillerde olabilir. Bu durum başka canlılarda da söz konusu olabilir. Ancak burada önemli olan –daha önce de belirttiğimiz gibi– tür içindeki bu değişikliklerin genlerde zaten var olmasıdır. Bu canlılar, yaratıldıkları andan itibaren bu bilgiyle var olmuşlardır. Onlardaki gaga farklılıkları, sonradan genlerine eklenmiş bir bilgi sonucunda gerçekleşmemiştir. Nitekim ispinozlar, genlerinde var olan farklılıklar oranında varyasyona uğrayacaklardır. Gagaların, ispinozların genlerinde var olmayan farklı bir şekli alması veya başka bir organa dönüşmesi kesin olarak mümkün değildir.

Darwinistlerin türleşme olarak vermiş oldukları tüm örnekler birer aldatmacadır. İspinozların hiçbiri kartala veya bir memeli olan yarasaya dönüşmemiştir. Hiçbirinin gagaları bir kara memelisinin burnuna dönüşmemiştir. Bu canlılar evrimsel hiçbir değişim geçirmemişlerdir. Gagalardaki farklılıkların genlere eklenen bilgi olduğu iddiası bir yalandır. Canlıların genlerine tesadüfi süreçlerle yeni bir bilgi eklenip bunun canlıya fayda sağlayacak yepyeni bir organa dönüşmesi iddiası şimdiye kadar hiçbir şekilde gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmesi de imkansızdır.

13. Mikroevrim ve Makroevrim İddiaları Birer Aldatmacadır:

Evrimciler türler içindeki çeşitliliği, yani varyasyonu "mikro evrim", yeni türlerin oluşması varsayımını ise "makro evrim" dedikleri hayali süreçlerle adlandırırlar. Oysa bu bir yalandır.

1) Canlılarda mikroevrim denen hayali süreç gerçekleşmemiştir. Darwinistlerin mikroevrim iddiasına kanıt göstermeye çalıştıkları tüm örnekler, türler içinde gerçekleşen varyasyonlardır. Varyasyonlar ise evrim değildir. Bir böceğin ilaca direnç göstermesi, ispinoz gagalarının farklı şekiller alması, farklı kıtalarda yaşayan ineklerin az tüylü veya çok tüylü olması bu canlıların genlerinde yaratılmış olan mükemmel sistemlerin sonucudur. Bu canlılar yoktan bir özellik elde etmemiş, evrimleşmemişlerdir.

2) Canlılarda makroevrim denen hayali süreç de hiçbir şekilde gerçekleşmemiştir. Darwinistler, makroevrime kanıt teşkil eden fosiller bulunduğunu iddia ederek yalan söylerler. Ellerinde tek bir tane bile ara fosil yoktur. Darwinistlere göre, yeryüzünde bu iddiayı kanıtlayacak milyarlarca, hatta trilyonlarca fosil kanıt olması gerekmektedir. Ancak yer altından 100 milyon fosil çıkarılmıştır, bunların her biri tek tek incelenmiştir ve BUNLARIN TEK BİR TANESİ BİLE ARA FOSİL DEĞİLDİR. Darwinistlerin, makroevrime dair kanıtları genlerin yapısında görebildiğimiz iddiası ise ikinci büyük yalandır. Zaten Darwinistler bu sahte iddiaya delil gösteremeyecekleri için “evrimin genler üzerinde büyük etkileri olabilir” şeklinde son derece politik ve demagojik bir ifadeyle buna açıklama sunmaya çalışırlar.

Genler canlılarda yaratıldıkları andan itibaren mükemmel bir nitelik, kusursuzluk ve işleyiş içinde olan, olağanüstü derecede kompleks ve muhteşem yapılardır. Bu yapıların en küçük parçası olan tek bir DNA bile Darwinistler için büyük bir meydan okumadır. Darwinizm, hem moleküler düzeyde hem de paleontoloji alanında tam anlamıyla çökmüş bir teoridir.

14. Zehir Dirençliliğinin Evrime Delil Olduğu Aldatmacası

Canlılar muhteşem özelliklerle birlikte yaratılmışlardır. Bedenlerindeki yapılar ve bu yapılar dahilinde gerçekleşen akıl göz kamaştırıcıdır. Darwinistler ise, genellikle bu muhteşem yapıları alır ve evrim masallarına dahil ederler. Fakat bunu yaparken söz konusu hayali evrimleşmeye delil sunabildikleri tek bİr moleküler bulgu veya tek bİr fosİl KALINTISI BULUNMAMAKTADIR.

Bu maddede örneği verilen deniz tarakları, saksitoksin isimli zehire karşı bağışık yapıları ile bir yaratılış harikasıdırlar. Darwinistlerin, bu olağanüstü sisteme, canlının nasıl sahip olduğuna dair hiçbir açıklamaları yoktur, olması da mümkün değildir. Çünkü bu yapı, canlılara ait tüm diğer yapılar gibi, olağanüstü kompleksliktedir ve evrim teorisini çürütmektedir. Aynı türdeki bir başka canlının zehirsiz bölgede yaşadığı için, bu bağışıklık sisteminden yoksun olması da bir mucizedir. Yüce Allah bu canlıları yaşadıkları ortamlara en uygun şekilde var etmiştir. Darwinistlerin bunu Darwinizm aldatmacasına delil olarak sunabilmeleri için, söz konusu sahte evrim süreçlerinin nasıl geliştiğini, bunun delillerinin neler olduğunu göstermeleri gerekmektedir.

“Deniz tarakları farklı ortamlarda farklı özellikler barındırırlar, bu da evrimle olmuştur” açıklaması ancak ilkokul düzeyindeki çocukları aldatmak içindir. Fakat günümüzde artık ilkokul çocukları da bu yalana kanmamaktadırlar.

15. Evrimsel Direnç Senaryolarıyla Evrim Telkini Vermeye Çalışma Aldatmacası

Evrim teorisi sahte bir teori olduğundan, Darwinistler propagandaları için sürekli olarak taktik geliştirme ihtiyacı duyarlar. Moleküler buluşlar daima evrim teorisini alteder. Fakat Darwinistler evrimin bir aldatmaca olduğunu itiraf edeceklerine, teorilerini yeni buluşlara göre uyarlamaya çalışırlar. Fosil bulguları her zaman evrime karşı deliller sunar. Fakat bu gerçek karşısında pes etmeleri gerekirken, Darwinistler, ara fosil yokluğunu tevil etmeye çalışırlar. Görüldüğü gibi Darwinistlerin yaptıkları şey, açık deliller göstermek değil, evrimi çökerten bulgular karşısında sürekli taktik geliştirmektir. Darwinizm, delil bulma ve delil sunma üzerine değil, taktik geliştirme ve demagoji yapma üzerine kuruludur. Demagoji, Darwinistler için bir zorunluluktur, çünkü TEORİ DELİLDEN YOKSUNDUR.

CBT’deki yazının 15. maddesinde yine bir taktik geliştirilmiş ve hayret verici şekilde evrimi çürüten fosiller evrime delil olarak sunulmaya çalışılmıştır. Yeryüzünde milyonlarca yaşayan fosil bulunmaktadır. Bu fosil kayıtlarında bulunan timsahlar, geyikler, ayılar, kuşlar, sürüngenler, balıklar, böcekler kısacası tüm canlılar milyonlarca sene önce yaratıldıkları şekilleri, görünümleri, anatomileri ile bugün yeryüzünde yaşamaktadırlar. Allah, onları milyonlarca yıl önceki görünümleriyle olağanüstü bir mucize olarak, muhafaza etmiştir. Öyle ki yaşayan fosiller gerçeği, hiçbir Darwinist’in tevil edebileceği gibi değildir.

İşte bu nedenle Darwinistler, yaşayan fosillerin varlığını kabul eder, ancak bu defa bunların ortaya çıkışını kendilerine göre tevil etmeye çalışırlar. Canlıların milyonlarca yıl boyunca değişmeden kalabildikleri, fakat sözde ani değişmeler gösterdikleri iddiası (Sıçramalı evrim) bunun en bilinenidir. “Fosil kayıtlarını evrime nasıl uyarlarız?” mantığının sonucu olan bu büyük aldatmaca, Darwinistler açısından fosillerin evrimi reddetmesi ile ortaya atılmış bir zorunluluktur. Canlılar gerçekten de milyonlarca yıl boyunca değişmeden kalmışlardır, fakat Darwinistlerin var olduğu iddia ettikleri ani değişiklikler yalandır. Fosil kayıtlarında bu sözde büyük değişimlerin izlerinden eser yoktur. Bunlar test edilememekte, gözlemlenememekte, açıklanamamaktadır. Yeryüzünde, yer altında hiçbir yerde bu hayali büyük değişimlerin izleri bulunmamaktadır. Canlıları Allah, milyonlarca yıl önce de bugünkü görünümleri ile yoktan yaratmıştır. Ani değişim iddiası, evrim teorisinin kendisi gibi çok büyük bir yalandır.

Görüldüğü gibi evrime delil olarak sunulmaya çalışılan bu 15 madde, aslında evrim teorisinin çöküşünü ilan eder niteliktedir. Zaten bu tip yazılar, son saatlerinde ölmüş bir teoriyi biraz daha canlı tutabilme amacıyla gündeme getirilirler. Yoksa şu anda tüm dünyada, Darwinistler de dahil olmak üzere tüm insanlar, Darwinizm’in çökmüş olduğunun farkındadırlar. Darwin’in kehaneti gerçekleşmiştir. Fosil kayıtları evrim teorisini yok etmiştir. Dünya artık bu gerçeği öğrenmiştir. Darwinizm iddiasını canlı tutabilmek için ara fosil gerekir. Ama ara fosil diye bir şey yoktur. Şu durumda Darwinist demagoji zaman kaybından ve Darwinistleri komik duruma düşürmekten başka bir amaca hizmet etmemektedir. Nature ve Cumhriyet Bilim Teknik Dergilerine bu gerçeği artık kabullenmelerini tavsiye ediyoruz.




sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Bilim ''uyumadan uçan kuşlar''ı araştırıyor



Göçebe kuşlar yazlık ve kışlık evleri arasında seyahat ederlerken uzun mesafeler katediyorlar. Şarkı kuşları daha çok gece uçmalarına rağmen sürekli uyanık kalarak bu olayı daha da etkileyici hale dönüştürüyorlar. Geçtiğimiz günlerde PLoS Biology adlı gazetede yayınlanan habere göre göç sezonu sırasında bu hayvanlar gözleri çok az kapalı olarak hem de uykusuz yaşayan hayvanlarda görülen sağlığa zararlı etkilere maruz kalmadan yolculuk ediyorlar.

Madison’daki Wisconsin Üniversitesi'nden Ruth Benca ve çalışma arkadaşları bir kafeste alıkonulmuş hayvanların uyuma düzenlerini ve hareketlerini bir yıl boyunca incelediler. Göç sezonu boyunca, kafesteki kuşlar son derece enerjik, hareketli davranışlar sergilediler. Ayrıca, -insanlarda rüya görmeyle ilintili olarak belirlenen- normal REM uykusunun 3’te biri süresince uyudular. Geceleri teste tabi tutulan diğer canlılar uyurken onlar tamamen uyanık kaldılar ve normal testlerine devam ettiler, ki bu da kuşların göçleri boyunca “uyurgezer” olmadıklarını bir kez daha kanıtladı.

Bilim adamları göç sezonları haricindeki zamanlarda uyku eksikliğinin kuşları olumsuz etkilediğini belirtiyorlar. Oysa kuşlar, özellikle göç esnasında algılama fonksiyonlarında hiçbir bozulma olmadan uykularını azaltabilmede üstün bir yetenek sergiliyorlar. Bu hayvanların bunu nasıl başardıklarıysa henüz çözülebilmiş değil. Kuşlardaki göçe bağlı uykusuzluğa aracı olan mekanizmaları anlamanın; uykudaki değişiklikler, sezonsal ruhi durum bozuklukları ve uykunun kendisinin fonksiyonları hakkında bilgi vereceğini düşünüyorlar.

Kuşlar Neden “Gece” Göç Ederler?

Kuşların çoğu yaşamsal faaliyetlerini gündüz gerçekleştirirler. Fakat uzun seyahatler için geceyi seçerler. Gece göçü kuşlara birçok avantaj sağlar. Bunlardan en önemlisi düşmanlarından bu yolla kaçabilmeleridir.

Gece göç eden kuşların büyük bir bölümü küçük ve uçma kabiliyeti zayıf olanlardır. Bu yüzden gece karanlığında uçmak bu kuşlar için daha güvenlidir. Fakat gece göçleri sadece bu sebeple açıklanamaz. Çünkü güçlü uçucu olan ve okyanusta hiç durmadan 3.200 km'lik bir mesafeyi uçabilen bazı sahil kuşları da gece göç ederler.

Kuşların gece yolculuğunu seçmelerinin sebeplerinden biri de beslenme zamanlarıdır. Genellikle gündüz beslenen kuşlarda sindirim çok hızlıdır. Bu nedenle kuşların gündüz beslenirken kısa aralıklarla besin almaları ve göçten önce bu besinleri vücutlarında yağ şeklinde depolamaları gerekir. Eğer küçük göçmenler, gündüz uzun uçuşlar yaparlarsa ulaşacakları yere gece bitkin bir halde ulaşırlar ve gece beslenemeyeceklerinden ertesi sabahı beklemek zorunda kalırlar. Bu durumda muhtemelen bulundukları ortamın soğukluğundan ve enerji elde edememekten dolayı birçoğu yaşamını sürdüremeyecektir. Bu yüzden bu canlılar geceleyin seyahat ederek çok programlı hareket etmiş olurlar. Gündüzü beslenerek ve göç için yağ depolayarak geçiren kuşlar gece göç ederler, güneşin doğuşuyla beraber mola verirler ve bu döngü bu şekilde devam eder.

Kuşların durmadan uçabilecekleri mesafeyi yağ depolarından başka vücudun su kaybı da belirler. Bu yüzden gece yapılan göçlerde havanın serinliğinden faydalanıp daha az su kaybederek vücut ısılarını düşürebilirler. Su kaybının minimuma inmesi uçulan mesafeyi de artırır.

Kuşlar tüm bu nedenlerle gece göçlerini tercih ederler. Elbette vücut yapıları buna uygun olarak yaratılmış olan türler dışında gündüz uçmaya elverişli yaratılmış kuşlar da vardır. Ördekler, turnalar, martılar, pelikanlar, atmacalar ve kırlangıç gibi kuşlar da gündüz göç ederler. Süzülerek uçma yöntemini kullanan leylekler ve akbabalar ise sadece gündüz uçabilirler. Çünkü uçuş şekilleri, ısı yayılmasına ya da dağ ve tepelere çarpan rüzgarın onları sürüklemesine bağlıdır.

Bu noktada biraz düşünelim. Kuşlar tam da göç esnasında uykularını minimuma indirgeme özelliğini nasıl kazanmaktadırlar? Onlara bu dönemde uykularını azaltabilme yeteneğini kim vermektedir? Bir kuş “şimdi göç zamanı, uyumadan uçmam gerek bu yüzden de vücudumu buna göre ayarlamalıyım” diye bir karar alıp vücucunda da bu kararla ilgili düzenlemeleri yapabilir mi? Peki bu göçü gündüz değil de gece gerçekleştirmenin onlara sağlayacağı avantajları önceden tahmin etmiş olabilirler mi?

Elbette hayır. Şüphesiz bu küçük sevimli hayvanın vücudundaki tüm düzenlemeler onun yaşamak için neye ihtiyacı olduğunu bilen ve tüm ihtiyaçlarını ona hesapsızca sunan üstün bir akıl ve güç sahibi Yüce Allah’tır. Kuşlar, kendi vücut yapıları ve yaşam şekilleri nasıl bir göç şekline izin veriyorsa o düzende göç ederler. Bu canlıları Allah yaratmış ve onları gerekli yeteneklerle donatmıştır. Yaptıkları tüm işler de, Allah'ın varlığının ve kudretinin birer ayeti (delili)dir. Bu nedenle her yaptıkları iş, Allah'ı tesbih etmek, yüceltmek anlamına gelmektedir. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:

“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir.” (Nur Suresi, 41)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.


http://haberanatomi.blogspot.com/

Hücrelerin Hareketini Sağlayan Kan Sıvısı: PLAZMA



Kan hücreleri bütün vücudu nasıl dolaşırlar?


Kanın pıhtılaşması, zehirlerin vücuttan uzaklaştırılması gibi hayati görevleri kim üstlenir?


Plazma olmasaydı yaşam mümkün olur muydu?

Kan hücreleri, yani alyuvar ve akyuvarlar, üstlendikleri görevler gereği bütün vücudu dolaşmak zorundadırlar. Ama bunu tek başlarına yapmaları imkansızdır. Hücrelerin kendilerini hareket ettiren çeşitli mekanizmaları olsa bile, içinde hareket edebilecekleri bir sıvının varlığı zorunludur. İçinde dolaşıp duran farklı nitelikteki hücreleri ile birlikte, vücudumuzun her noktasını her saniye kat edip duran bu sıvı plazmadır.

Kanın %55’ini oluşturan sarımsı renkli plazma, basit bir sıvı değildir. İçinde birçok madde bulunan özel bir karışımdır. Bileşiminde, %90-92 oranında su, %6-8 oranında protein, ayrıca eriyik halinde tuz, glikoz, yağ ve aminoasit, karbondioksit, azotlu atık ve hormonlar vardır. Plazma, taşıdığı bu maddeler ve sahip olduğu özelliklerle vücut için önemli görevler üstlenmiştir.

Plazmanın Yaşam için Hayati Öneme Sahip Görevleri Vardır

Plazmanın en önemli görevi, besinleri ve atıkları taşımasıdır. Yediğimiz yiyeceklerden elde edilen besinlerin vücudun içine dağıtılması, hücrelerin ürettikleri artık maddelerin de bedenden uzaklaştırılması için ilgili organlara iletilmesi plazmanın görevidir. Eğer plazmanın bu taşıma-nakliye görevi olmasa, yenilen besinler hiçbir işe yaramaz, dokulara besin ulaşamaz, üretilen artık maddeler uzaklaştırılamadığı için vücut hemen zehirlenirdi.

Kan basıncının belirli bir düzeyde tutulmasını sağlar.

Vücutta ısının eşit olarak dağılmasına yardımcı olur.

Kan ile diğer dokuların asit düzeyini belirli bir seviyede tutar.

Plazmanın sahip olduğu bu görevler, Yüce Allah’ın yaratmasının benzersiz örneklerinden sadece biridir. Yüce Allah, yaratmasındaki üstünlüğü, biz insanlara yol gösterici olarak indirdiği Kuran’da şöyle haber verir:

“Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler.” (İsra Suresi, 99)

Plazma Bileşimi Son Derece Kompleks Bir Sıvıdır

Plazma, “kan sıvısı” olduğundan, içerdiği su, kanın esas elemanıdır. Örneğin aşırı terleme olduğunda plazma miktarı %50 oranında azalabileceği gibi, sulu şeyler fazla içildiğinde normalin %60’ı oranında artabilir.

Diğer taraftan plazma sadece sıvıdan oluşmaz. İçinde katı maddeler de bulunur. Plazmanın toplam ağırlığının yaklaşık %7’sini oluşturan proteinler bu katı maddeleri meydana getirir. Her biri farklı hayati fonksiyonlara sahip söz konusu maddeler üç ana gruba ayrılır. Bunlar; albüminler, globülinler ve fibrinojendir.

Albüminler: Albumin, sayıca en fazla olan plazma proteinidir. Vücutta bir anlamda taşıyıcı görevi görür. Albuminin en önemli görevi ise kılcal damarlardan çevre dokulara aşırı sıvı geçişini önlemektir. Bu görevin önemini anlamak için besinlerin vücutta nasıl bir yol izlediklerine göz atmakta fayda vardır. Besin maddelerinin atardamarlardan gereken dokulara ulaşabilmeleri için öncelikle doku duvarını aşmaları gereklidir. Besin duvarı, çok küçük gözeneklere sahiptir. Buna rağmen hiçbir madde kendiliğinden bu duvardan geçemez. Bu geçişte etkili olan faktör kan basıncıdır. Tıpkı bir elekte olduğu gibi kanın sıvı kısmı ve en küçük moleküller basınçla duvardan geçerler. Eğer böyle bir engel olmasaydı ve bu maddeler dokulara aşırı miktarda ulaşabilseydi, vücutta ödem oluşurdu. İşte albumin, kandaki yüksek yoğunluğu nedeniyle suyu, bir süngerin yaptığı gibi emer ve bu tehlikeyi önlemiş olur. Bu sistem şöyle çalışır: Su ve erimiş haldeki maddelerin çoğu kılcal damar duvarından rahatlıkla geçebilirler. Ancak proteinler için bu geçiş mümkün değildir. Bu yüzden damar içinde kalan albumin gibi proteinler geçiş yerinde bir basınç oluşturur ve sıvının dışarı çıkmasını önlerler. Albumin; kolestrol gibi yağları, hormonları ve bir safra kesesi maddesi olan zehirli sarı bilirubini kendisine bağlayarak tutar. Ayrıca cıva, penisilin ve diğer bazı ilaçları da tutar ve geçişlerine izin vermez. Bundan başka zehirleri karaciğerde bırakır, besin maddelerini ve hormonları ise vücut içinde ihtiyaç duyulan yerlere götürür.

Globülinler: Saf suda çözünmeyen basit proteinler olan globülinler geçişme (osmoz) basıncını ayarlar ve elektroforez alanındaki hareketlerine göre alfa, beta, gamma globülinler olmak üzere üç sınıfta toplanırlar. Gammaglobülinler bağışıklık sisteminin meydana gelmesinde yardımcı olurlar ve vücudun belirli bir enfeksiyonla uyarılması sonucunda oluşan koruyucu maddeler olan antikorlar gibi hizmet verirler.

Fibrinojen: Fibrinojen pıhtılaşma mekanizmasının en önemli elemanlarındandır ve pıhtı malzemesinin kandaki durağan halidir. Tuzun suda erimesi gibi, o da plazma içinde erimiş durumdadır. Vücutta herhangi bir yara oluşana kadar, son derece sakin bir şekildedir. Vücutta bir yara meydana geldiğinde, trombin adındaki bir başka protein, fibrinojenin zincirindeki üç halkadan iki tanesini keser. Artık bu protein, fibrinojen değil “fibrin”dir ve bu aşamadan sonra aktif haldedir. Fibrinin kesilen yüzeyleri yapışkan parçalara sahiptir. Bu yapışkan parçalar da diğer fibrinlerin gelerek kendisine yapışmalarına neden olur. Fibrinlerin birbirlerine yapışarak meydana getirdikleri bu kütle, kanın akışını durdurmak için meydana getirilmiş ilk pıhtıdır. Kimya bilgileri olmayan proteinlerin, zararı tespit edecek, buna karşı tedbir geliştirecek ve bu tedbir ile hayat kurtaracak bir bilinçleri yoktur. Ancak plazmanın içindeki fibrinojen yeryüzündeki tüm insanlarda, aynı görevi yerine getirmek için hazır bulunmaktadır. Bu üstün elemanlar ne bir insan aklının ne de hayali evrim sürecinin bir eseri olabilirler. Bunlar ancak, yarattığı herşeye bir düzen, intizam ve kusursuzluk veren Yüce Allah’ın eserleridir. Allah, varlığı mevcudatın bütün ihtiyaçlarına yeten (Kafi), kuşatan (Muhit) ve istediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten (Kadir)’dir. Ancak Kendisi’ne şükredilen, bütün varlığın diliyle yegane övülen (Hamid)’dir. O, örneksiz olarak yaratan (Bedi)’dir. Kuran’da bu gerçek şu şekilde haber verilir:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117)

Plazma Sıvısında Bulunan Her Madde Allah’ın İlminin Tecellisidir

İnsan yaşamında son derece büyük öneme sahip olan plazmanın içeriğindeki maddelerin her biri özel bir yapıya sahiptir. Yaptıkları işler ve genel özellikleri düşünüldüğünde bu açıkça görülmektedir. Plaz-madaki maddelerin tümü birbiriyle bağlantılı ilişkiler içindedir. Bütün insanların plazmalarında bu maddeler bulunur ve hepsi aynı görevleri yerine getirirler. Maddeler-den tek bir tanesinin olması ya da normal şartlar altında olması gerekenden farklı özelliklerde ya da miktarda olması insan vücudu için ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bütün bunlar insan için hayati öneme sahip olan kanımızın bütün özellikleriyle birlikte Yüce Allah tarafından yaratılmış olduğunu gösterir. Plazma sıvısını oluşturan bu maddelere sahip oldukları aklı veren Rabbimiz olan Allah’tır. Rabbimiz Kuran’da bu gerçeği şöyle bildirir:

“Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa Bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık. Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar.” (Saffat Suresi, 11-12)

Plazma Proteinlerinin Arttığı Durumlarda

•Dehidratasyon (Vücuttan aşırı sıvı kaybı)

Plazma Proteinlerinin Azaldığı Durumlarda

•Uzun süren açlık

•Barsaklardan emilim bozuklukları

•Karaciğer parankim hastalıkları (Karaciğer dokusunda olan hastalıklar)

•Nefrit, (böbrek iltihabı),

•Nefrotiksendrom (Böbreklerin rahatsızlığı sonucu idrarla fazla albümin kaybı olduğu için kandaki protein seviyesi aşırı derecede düşüş gösterir, Dokularda su toplanarak şişlikler ortaya çıkar)

•Hemoraji (Kanama).

Plazma Proteinlerinin Yüce Allah’ın Belirlediği Ölçü Dışında Olması Önemli Rahatsızlıklara Hatta Ölüme Yol Açar

“... O’nun Katında her şey bir miktar (ölçü) iledir.” (Rad Suresi, 8)

Plazma kanın önemli bir bölümünü oluşturur. Plazmanın içinde kandaki su miktarını ayarlamada kullanılan albümin, vitaminlerin taşınmasında kullanılan globülin, kanın pıhtılaşmasında kullanılan fibrinojen, glikoz ve diğer besinler, hücreler arası sıvının PH’ını ve sıvı miktarını ayarlamakta kullanılan iyonlar, yağlar, aminoasitler, vitaminler ve oksijen, karbondioksit ve nitrojen gibi çözünmüş gazlar bulunmaktadır. Plazmanın içinde bulunan bu maddeler, insan için hayati önemi olan işlemleri yerine getirirler. Örneğin kanın pıhtılaşması, zehirlerin vücuttan uzaklaştırılması, besin maddelerinin taşınması plazmadaki proteinlerin görevlerinden birkaçıdır.

Hemofili Hastalığı Evrimin Asla Var Olmadığını Nasıl Kanıtlar?

Hemofili hastalığında kandaki pıhtılaşma sisteminin “sadece bir üyesi” fonksiyonunu yerine getirememektedir. Bu durum, kanın pıhtılaşmasını tümüyle engeller. Pıhtılaşamayan kan, açılan herhangi bir yaradan hiç durmadan dışarı akacaktır. Dışarıdan bir basınçla engellense bile, yara hiçbir şekilde kapatılamayacaktır. Bu sorunun halledilmesi için genellikle kişiye taze plazma takviyesi yapılır veya yetersiz olan pıhtılaşma faktörü kanama bölgesine verilir.(The Human Body: An Intelligent Design, Alan L. Gillen, Frank J. Sherwin III, Alan C. Knowles, Creation Research Society Monograph Series: Number 8, Creation Research Society Books, sf. 117) Tek bir faktörün eksikliği, sistemi tamamen işlevsiz hale getirmektedir. Ve eğer söz konusu tıbbi müdahaleler gerçekleşmezse, kanın akışını durdurmanın başka bir yolu yoktur.

Hayali evrim sürecinin hiç var olmadığının delillerinden biri de pıhtılaşma sistemindeki mükemmellik ve kompleksliktir. Darwinistlere göre her faktör aşama aşama gelişmiştir ve bu durumda aşamaların her biri tek başına işlevsizdir. Pıhtılaşma sistemi sözde ancak milyonlarca yıl geçip, tüm elemanlar “tesadüfen” biraraya gelebilmeyi başardıklarında, görevini yapmaya başlayacaktır. Kuşkusuz ki canlıların böyle bir gelişimi bekleyebilmeleri mümkün değildir. Sadece bu gerçek bile evrimin tümüyle hayali bir süreç olduğunu göstermek için yeterlidir.

Mechanisms in Blood Coagulation, Fibrinolysis and the Complement System (Kanın Pıhtılaşmasındaki Meka-nizmalar, Fibrinoliz ve Kompleman Sistem) isimli kitabın yazarı Torben Halkier, pıhtılaşma sistemindeki indirgenemez kompleksliği şu şekilde ifade etmiştir:

“Bu tip bir sistem kendi başına bırakılamaz. Pıhtılaşma işlemindeki başarı, her işlemde oluşan pek çok ince ayarlı modülasyon ve düzenlemenin bir sonucudur. Biraz daha az veya biraz daha çok aktivite organizma için eşit seviyede zarar vericidir. Kanın pıhtılaşmasında asıl konu düzendir.” (http://www.discovery.org/viewDB/ index.php3?program=CRSC%20Responses&command=view&id=442; Torben Halkier, Mechanisms in Blood Coagulation, Fibrinolysis and the Complement System, 1992, sf. 104)

Bilim adamlarının da kabul ettiği gibi pıhtılaşma zincirindeki tek bir halkanın hatta bu halkayı oluşturan tek bir genin bile evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen oluşması mümkün değildir. Allah’ın mutlak varlığı, tüm ihtişamı ile gözler önündedir. Yüce Allah, insanın kusursuz yaratılışını bir ayetinde şu şekilde açıklamaktadır:

“O’dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alaktan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır).” (Mümin Suresi, 67)




sitemiz kez ziyaret edilmiştir.


http://haberanatomi.blogspot.com/

En Sıcak, Soğuk, Asitli, Tuzlu ve Radyasyonlu Ortamlara Dayanabilen Canlılar: Ekstremofiller


Yeryüzünün her yanına yayılmış olan mikro alemin gizli dünyasının üyeleri yeryüzündeki hayvanların 20 katı kadardır. Gözle görülmeyecek kadar küçük olan bu mikroorganizmalar topluluğu (bakteriler, virüsler, mantarlar, su yosunları) yeryüzündeki yaşam dengesinin önemli bir parçasını oluştururlar. Bu mikrocanlıların günümüz teknolojisini bile çaresiz bırakan ortamlarda kusursuz bir biçimde yaşamlarını devam ettiren bir çeşitlilikleri vardır. Ekstremofiller adı verilen ve çoğunlukla tek hücreli canlılardan oluşan bu grubun üyeleri en zorlu koşullarda yaşama faaliyetlerini rahatlıkla devam ettirmekte ve bu koşullarda ideal şekilde gelişmelerini sağlayabilmektedirler.

Bitkilerden ve hayvanlardan farklı olarak hızlı çoğalan hemen hemen her yerde yaşayabilen “ekstremofiller”, bazı canlıların yaşayamayacakları güç koşullara özel hücre yapıları sayesinde dayanabilirler. Kendilerinden binlerce kat daha dev boyutlara sahip olmasına rağmen bir insanın asla yaşayamayacağı Arktik ve Antarktik bölgenin düşük sıcaklıklarına, okyanus tabanlarındaki basınca, volkanik alanlardaki sıcaklık koşullarına, kurak bölgelere, kayalar içinde ve derin yerkabuğu katmanlarındaki oksijensiz ortama, güç kimyasal çevre koşullarına (asit, alkali ve tuzlu ortam) yüksek radyasyon oranına büyük bir rahatlıkla dayanabilirler.

Çoğu tek hücreden oluşmalarına rağmen bu canlıların metabolizmalarının sahip oldukları detaylar Yüce Allah’ın üstün aklının en güzel delillerindendir. En güç yaşam koşullarının sınırında hayatlarını devam ettiren bu canlılar, Yüce Rabbimiz’in yaratma sanatındaki çeşitliliği de ortaya koyar. Şu anki teknoloji ile sadece bir kısmından haberdar olunan bu canlıların varlığı bir Kuran ayetinde şöyle haber verilir:

“Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.” (Yasin Suresi, 36)

Kaya ve Sert Kayaçlar Arasında Susuz Yaşayan Canlılar

Endoliths adlı bakteri; içinde yaşamın imkansız olduğu kayalar, hayvan kabukları ya da mineral taneleri gibi geçirimsiz yapıya sahip sert kayaçlar arasında yaşamını sürdürür. Bu tür, yerkabuğunun 3 km altında hatta daha derinlerde yaşayabilir. Çünkü bu mekanlar güneşten gelen radyasyona ve sert rüzgarların oluştuğu atmosfer hareketlerine karşı korunmalarını sağlar. Ancak su, belirtilen derinliğe kayaların da geçirimsiz olması nedeniyle, oldukça zor ulaşır. Bu nedenle oldukça kıttır. Fakat bu canlılar düşük miktardaki su seviyesine göre yaratılmış olduklarından hiçbir zorluk yaşamazlar. Ayrıca kayaçların sahip olduğu demir, potasyum, kükürt gibi mineraller bu canlıların besin ihtiyacını karşılar. Diğer taraftan beslenmeleri esnasında kayalar içinde hapsedilmiş minerallerin ayrışması, bu minerallerin toprağa suya ve havaya karışmasını sağlar ve diğer canlıların yaşamsal fonksiyonlarının sürdürülmesine katkıda bulunur. Kuşkusuz Yüce Allah, bu canlılar vesilesi ile üstün ve benzersiz aklının delillerini görebilmemiz için birbirinden mükemmel, birbirinden detaylı sistemler var etmiştir. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle haber verilir:

“... daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?” (Nahl Suresi, 8)

Radyasyona Karşı Dayanıklı Canlılar

Yukarıdaki örnekte radyasyon ışınlarına maruz kalmaktan kaçındıkları için sert kayalara ve yerin derinliklerine yerleşerek yaşamlarını sürdüren canlılardan bahsetmiştik. Oysa yoğun miktardaki radyasyona karşı koyabilen canlılar da vardır. Deinococcus radiodurans adlı bakteri, bu canlılardan biridir. Bu bakteri 15.000 gray’lik (Gray: Işınlanan maddenin 1 kg'ına 1 joule'lük enerji veren radyasyon miktarıdır) radyasyon altında rahatlıkla yaşamını sürdürebilir. Halbuki çok dayanıklı olduğu bilinen hamamböceklerinin ölmesi için 1.000 grayden biraz daha fazla bir radyasyon yeterli olmaktadır. Bakterilere göre yüzlerce kat daha büyük olan insanın dayanabileceği radyasyon miktarı ise sadece 10 gray’dir. Bu bakteriler, Guinness Rekorlar Kitabı’na girebilecek başka özelliklere de sahiptir. Çünkü pek çok canlı için yaşamın sonu sayılabilecek soğuk, susuz, havası alınmış ve asitli ortamlarda da hayatta kalabilirler.

Kineococcus radiotolerans türü bakteri ise radyoaktif atık bölgelerinde insanoğlu için ölümcül olabilecek miktardaki radyasyonun yüzlerce kat fazlasına güçlü DNA onarım mekanizması sayesinde zorlanmadan dayanabilir.

Tek bir hücreden oluşan bu canlıların, tüm canlılar için ölümcül olabilecek radyasyon düzeyine karşı koyabilmesi Yüce Allah’ın, üstün tecellisinin bir sonucudur. Rabbimiz bu kusursuz sanatını ve ilmini Kuran’da şu şekilde haber vermiştir:

“Hamd, göklerde ve yerde olanların tümü kendisine ait olan Allah’ındır; ahirette de hamd O’nundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, haber alandır. Yerin içine gireni, ondan çıkanı; gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.” (Sebe Suresi, 1-2)

Soğuk Ortamlarda Yaşayabilen Canlılar

Canlılar soğuk ortam koşullarında farklı yöntemler kullanarak korunmaya çalışırlar. Örneğin kuşlar, kelebekler daha sıcak bölgelere göç ederler, bazı hayvanlar kış uykusuna yatarlar, ağaçlar yapraklarını dökerler, insanlar ise kalın giysiler giyerek ve yaşadıkları mekanlarda ısınma sistemleri oluşturarak soğuktan korunmaya çalışırlar. Ancak dünyanın bazı bölgelerinde yaşamak tüm bu tedbirlere rağmen çok zordur. Çünkü buralarda bütün bir yıl boyunca sıcaklık sıfır derecenin altında olduğundan bu bölgeler pek çok canlı türünün yaşamı için en son sınırdır. Bilindiği gibi 0 0C’de su donar. Canlıların vücutlarında ve hücrelerinde ise çok miktarda su vardır. Normalde soğuğa korumasız şekilde maruz kalan canlılar bu yapısal özellikleri nedeniyle donar ve ölürler. Çünkü hücre içinde buz oluşumu, zarların yırtılması ve hücre fonksiyonlarının bozulmasıyla öldürücü etki yapar. Canlıların söz konusu yapısı nedeniyle Antarktika’nın kuru vadileri yerkürenin en soğuk ve kuru alanları olarak canlı yaşamının son sınırı olarak kabul edilir ve hemen hemen burada hiçbir canlının yaşamayacağı düşünülürdü. Çünkü hiçbir hayat belirtisinin olmadığı Mars bile sıcaklığın -65 0C’ye kadar düştüğü bu yerlerden daha sıcaktır. Fakat bu yarı saydam buz kayaları içinde fotosentetik mikroorganizma katmanlarının bulunması burada mikroorganizmaların yaşamsal faaliyetlerini devam ettirdiğini göstermiştir. Psychrophiles adı verilen mikrop türü de -15 0C’den daha düşük sıcaklıklardaki buzullar, kutuplar ve derin okyanus sularında yaşayabilirler. Ayrıca bu mikrop türü dışında bazı bakteri türleri, yosun ve mantarlar da sahip oldukları enzimlerle düşük sıcaklıklara adapte olabilir ve Kuzey Buz Denizi, Antarktika ve Sibirya’nın buz tabakaları altında yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilirler. Kuşkusuz bu durum Yüce Allah’ın dilemesi ile herşeyin çok büyük bir kolaylıkla gerçekleşeceğinin, olayların sebeplere bağlı olmadığının en güzel kanıtıdır. Bir şeyin ya da bir işin olmasını dilediğinde, onun olması için Rabbimiz’in yalnızca “Ol” demesi yeterlidir. Bir ayette bu gerçek şöyle buyurulur:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “OL” der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117)

Tuzlu Ortamlara Uyum Sağlayan Canlılar

Yüksek tuz oranına karşı direnci yüksek olan ve tuzsever türler olarak gösterilen “halofil” mikroorganizmaların çoğu yüksek tuz konsantrasyonuna büyük bir dayanıklılık gösterir. Halobacterium halobium adlı bakteri Kaliforniya’daki Owens Gölü gibi deniz suyuna oranla 10 kat daha fazla tuz oranına sahip sularda yaşamını rahatlıkla sürdürebilmektedir.

“Halofil” mikroorganizmaların başka türleri de tuz oranının 300 gr/lt yaklaştığı Büyük Tuz Gölü’nde ve Ölü Deniz’de yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilirler. Oysaki bu gibi yoğunluklarda DNA ve proteinler hayati süreçler için çok önemli etkileşimleri yerine getiremezler. Bu denli yoğun tuzlara maruz bırakılan organizmaların çoğunun bu koşullarda öldüğü bilinir. Aşırı tuzlu ortamlarda yaşayan halofiller ise yüksek tuz konsantrasyonuna hâlâ tam olarak anlaşılamayan mekanizmalar kullanarak dayanabilirler. Kuşkusuz bu durum evrimcilerin tek hücreli canlıları sözde basit olarak görmelerinin aslında sadece bağlı oldukları ideolojiden kaynaklandığını bir kez daha gözler önüne serer. Henüz mekanizmasının tam olarak nasıl işlediği anlaşılamayan gözle görülemeyecek küçüklükteki bir canlının tüm canlılardan üstün olan bir donanıma sahip olması ve sahip olduğu bu donanım vesilesi ile üstlendikleri görevleri milyarlarca yıldan beri kusursuzlukla yerine getirmeleri, Yüce Allah’ın örneksiz sanatındaki sırları anlayabilmek, O’nun gücünü görmek ve takdir etmek için bir imkandır:

“De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.” (Ankebut Suresi, 20)

Gelişmek İçin Sıcak Ortama İhtiyaç Duyan Canlılar

Hyperthermophiles olarak adlandırılan sıcak sever canlı türleri ise aşırı sıcak ortamlarda gelişirler. Örneğin Yellow-stone Milli Parkı içindeki kaplıcalarda yaşayan Aquifex cinsi bakteriler, 2050C’ye ulaşan sıcaklıklarda yaşamlarını kolaylıkla sürdürebilirler. İnsan en fazla 110 0C sıcaklıktaki bir ortama o da kısa bir süre için dayanabildiği halde, bu canlılar söz konusu sıcak ortamlarda tüm yaşamsal faaliyetlerini sürdürmekte ve kimyasal reaksiyonlara girerek kendilerine rahatlıkla organik besinler üretebilmektedirler. Alaska’da North Slope ve Kuzey Buz Denizi yatağının yaklaşık 3000 metre altındaki, petrol rezervlerinde yaşayan hipertermofil (aşırı sıcağı seven) mikroplar da yüksek sıcaklıklara rahatlıkla dayanırlar.

Bu canlıların keşfi Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) adı verilen son derece yararlı bir biyoteknolojinin gelişmesine yol açmıştır. Söz konusu teknolojinin gelişmesi genetik ve diğer hastalıklar için tıbbi teşhis, genetik parmak izi ve yüksek ısıda bitkisel maddelerden şeker üretimi de dahil olmak üzere çok çeşitli teknolojik yenilikler ve tıbbi tarama işlemleri için yeni bir ufuk açmıştır.

Bir Damla Suyla Sürdürülen Yaşam

Şili’nin Atacama Çölü’nde, bir mağarada yaşayan Dunaliella adlı yosun türü gibi bazı organizmalar, çok az su ile yaşamlarını sürdürebilirler. Dünyanın en kurak yerlerinden biri olan Atacama çölünde bazı mikrop türleri sabahları havanın nemi dolayısıyla örümcek ağları üzerinde biriken çiğ damlalarını kullanırlar. Şüphesiz böylesine ince bir akıl örneği, gözle görülemeyecek küçüklükteki canlıların kayıtsız şartsız, tam bir teslimiyetle kendilerini yaratan Yüce Allah’ın ilhamıyla hareket etmeleri ile mümkündür.

En Az Enerjiyle Sürdürülen Yaşam

Thermococcus adlı bir mikrop türü yaşamı için gerekli olan kimyasal reaksiyonlar oluşana kadar çok az bir enerjiyle yaşamını sürdürebilir. Oysa bilim adamları bir canlının bu canlının yaşadığı ortamdaki kadar düşük bir enerji altında solunum, sindirim gibi yaşamsal faaliyetleri sürdüremeyeceğini düşünüyorlardı. Bu organizmalar Papua Yeni Gine gibi yer kabuğu çatlaklarından sıcak çıkışların olduğu yerlerde denizin derinliklerindeki hidrotermal çukurlukların etrafında yaşarlar. Enerji kullanımındaki tutumlarına ek olarak bu mikroplar, pek çok canlı için kavurucu olabilecek uç sıcaklıklara da dayanabilirler. Dünyanın bilinen en sıcak yerleri arasında gösterilen bu alanlar deniz suyunun, okyanus sırtlarından yerkabuğu içine sızması, ısınması ve “siyah baca” denilen sıcak su bacalarından dışarı çıkması ile oluşur. Buralarda sıcaklık 120 °C’ye kadar çıkar.

Thermococcus adlı mikro organizmaların sahip oldukları özellikler, durumları, yaşadıkları ortam, rızıklandıkları yiyecekler, ortam koşulları gibi tüm detaylar Yüce Allah’ın bir ilim üzere meydana getirdiği detaylardır. Yüce Rabbimiz bir Kuran ayetinde şöyle buyurur:

“... Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın.” (Yunus Suresi, 61)

Güç Kimyasal Çevre Koşullarına Dayanıklılık

Rusya’nın Kamçatka Yarımadası’nda yaşayan bazı mikro organizmalar ise sadece pek çok canlının dayanamayacağı sıcaklıktaki su kaynaklarında yaşarlar. Ayrıca akümülatör asidi derecesinde asit özelliği gösteren, arsenik içeren ve baz özelliği gösteren sularda da rahatlıkla yaşamlarını sürdürebilirler.

Bu örnekte olduğu gibi bir canlının yaşaması için imkansız olarak nitelendirilebilecek alanlardan, kainatın tüm köşelerine kadar herşey insanın iman etmesine vesile olmak için yaratılmıştır. Rabbimiz bu gerçeği bir ayette şöyle bildirmiştir:

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191)

Sonuç: “... Gerçekten O, her şeye güç yetirendir.” (Ahkaf Suresi, 33)

Yüce Rabbimiz’in sonsuz gücünün ve şefkatinin eserlerini, yeryüzünün her yerinde gözlemlemek mümkündür. Yeryüzünde biz hiç farkında olmadığımız halde çok hassas bir denge sürüp gitmektedir. Dünyanın her bölgesinde kendini hissettiren bu dengede meydana gelen en ufak bir değişiklik, insan açısından doğal felaketlere yol açabilecek sonuçlar doğurmaktadır. Bilim çevrelerinde ekolojik denge olarak tanımlanan bu olay, dünyanın nizamında gizli olan pek çok hikmeti de gözler önüne sermektedir. Mikro organizmalar da bu hassas dengenin parçalarıdır. Bunların hepsi kendi yaşam şekilleri, beslenme sistemleri ve çeşitli özellikleri ile apayrı bir alem oluştururlar. Mikro dünyadaki canlıların, yaşam biçimleri, çeşitlilikleri Yüce Allah’ın yaratmasındaki üstün akıl, sanat ve kudreti yansıtan çarpıcı örneklerdir. Yüce Rabbimiz’in sanatı, kudreti, aklı ve ilmi devasa uzayın derinliklerinde de, tek bir hücrenin içinde yaşayan canlılarda da kusursuz bir biçimde tecelli eder. Yüce Allah kuşkusuz ki yerde ve gökte bulunan herşeyin hakimidir. Rabbimiz Kuran’da şöyle buyurmuştur:

“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)

***

Evrimcilere göre mikroorganizmalar "basit" birer canlıdırlar. Oysa mikroorganizmalar; sahip oldukları mekanizmalar ve yaşadıkları ortamlar ile "basit" tanımlamasından çok uzaktır ve evrimcilerin bu iddialarını tümüyle geçersiz kılacak çok özel donanımlara sahip olarak yaratılmışlardır.

En Zor Koşullara Dayanan Ekstremofil Türleri

Alkalifil:
pH (asit oranı) 10 üzerinde ideal büyüme gösteren organizmalar.

Barofil (Piezofil): Yüksek hidrostatik basınç altında ideal olarak büyüyebilen organizmalar.

Endolit: Kayaların alt yüzeyinde yaşayan organizmalar.

Hipolit: Kayaların altında yaşayan organizmalar.

Kazmolit: Kaya çatlaklarında yaşayan organizmalar.

Asidofil: pH 3’te veya daha altında yaşayabilen organizmalar.

Halofil: Büyümesi için en az 0.2 mol/lt (Bir litre çözeltide çözünmüş olan maddenin mol sayısı) tuza ihtiyaç duyan organizmalar.

Hipertermofil: En ideal büyüme için 800C veya daha yüksek sıcaklığa ihtiyaç duyan organizmalar.

Oligotrof: Sınırlı besin durumlarında büyüyebilen organizmalar.

Psikrofiller: Optimum büyüme sıcaklığı 150C veya altında olan organizmalar.

Toksitolerant: Yüksek seviyedeki zarar verici etkenlere dayanabilen organizmalar. Örneğin “benzen” gibi kimyevi maddelerin yoğun bulunduğu zehirli ortamlarda ya da nükleer reaktörün çekirdeğindeki soğutma suyunda yaşayabilirler.

Kserofil: Düşük su aktivitesinde büyüme yeteneğine sahip organizmalar.

Radiorezistant: Yüksek seviyedeki iyonize radyasyona (yaygın olarak ultraviyole) dayanıklı organizmalar. Nükleer radyasyona dayanıklı organizmaları da içerir.(Extremophiles)

Canlıların bazı ortamlarda barınması zor, bazılarında ise olanaksızdır. Başka hiçbir canlının barınamayacağı bölgelerde yaşayabilen varlıklar olan ve ancak mikroskop altında haberdar olduğumuz tek hücreli canlılardan ekstremofiller hassas dengelere, kompleks detaylara ve kusursuz sistemlere sahiptirler. Bu canlıların yaşadıkları ortam koşulları ve sahip oldukları ilginç yaşam şekilleri alemlerin tek Yaratıcısı olan Yüce Allah’ın varlığını, büyüklüğünü ve yaratma sanatındaki çeşitliliğini bir kez daha kanıtlar.






sitemiz kez ziyaret edilmiştir.

http://haberanatomi.blogspot.com/

7 Ocak 2011 Cuma

Tek bir tuz tanesi bile Allah'ın varlığını görebilmek için yeterlidir


Kırık dökük bir binanın dökülmüş boyalarının her bir parçasında
milyonlarca molekül, trilyonlarca atom bulunur. Bunların her biri kendi içinde birer mucizedir. Allah, her bir detayın içinde mükemmellik gizlemiştir. Dışarıdan nasıl görünürse görünsün, tümünde mükemmel kristal bir dizayn, asla bozulmayan geometrik muhteşem bir yapı vardır. Bir binanın dökülmüş boyaları o binayı ne kadar pejmurde hale getirirse getirsin, o yıkık dökük parçaların içinde bile eşsiz bir yaratılış örneği, hayret ve hayranlık uyandırıcı bir sanat vardır.

Yerdeki kaldırım taşlarının arasından çıkıp yükselen, insanların farkında bile olmadan üzerine basıp geçtiği bir yabani ot; içinde milyonlarca ciltlik bilgi barındıran, her bir hücresinde olağanüstü yapıdaki kromozomlara, ribozom, mitokondri, endoplazmik retikulum gibi temel hücre organellerine sahip olan, Allah'ın izni ile sürekli hayat bulan, daima canlı kalan, özel mekanizmalarla, muhteşem sistemlerle donatılmış bir mucizedir.

Üzerine bastığımız halının her bir ilmeğinde, o yüne sahip olan canlının tüm bilgisi olduğu gibi durmaktadır. Tek bir tuz tanesinin içinde, özel kimyasal bağlarla mükemmel bir dizayn sergileyen atomların ve moleküllerin oluşturduğu bir dünya vardır. Allah dilemedikçe, asla, bunların tek bir tanesi bile yörüngesinden çıkmaz, bir tanesinin bile dengesi bozulmaz.

Allah'ın varlığının delilleri her yerdedir. Yüce Rabbimiz'in büyüklüğünü, yüceliğini, gücünü ve kudretini kavrayabilen kalpler için bir binanın dökülmüş boyaları, bir halının ilmeği bile Allah'a iman etmek için yeterlidir. Tüm varlıkların Yaratıcı'sı ve Hakim'i olan Allah, eşsiz ve sonsuz güzelliğini, muhteşem eserlerini her bir noktada, her bir tanede gösterip sergilemiştir. Allah'a iman etmek için bu sebeplerin tek bir tanesi bile yeterlidir. Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:


Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (Enam Suresi, 95)


Denisovan Fosilleri Neden Sürekli Evrim Propagandasına Malzeme Olarak Kullanılmaya Çalışılıyor?

Yıllarca sürekli olarak yalanları ortaya çıkmış ve bundan dolayı ciddi şekilde aşağılanıp küçük düşmüş olan Darwinistleri, aynı yalanları tekrar etmeye iten sebep ne olabilir? Bu sebep elbette, çaresizlik, yenilmişlik ve çözümsüzlüktür.

Darwinistlerin çaresizliğinin bir başka önemli göstergesi ise, aylar önce hakkında propaganda yaptıkları sahtekarlıkları, hiçbir şey olmamış ve sanki hiç yalanlanmamış gibi tekrar tekrar gündeme getirmeleridir. İşte bu Darwinizm’in nasıl çöktüğünün esaslı bir delilidir. Çünkü Darwinistlerin elinde spekülasyon malzemesi yapacakları, insanları aldatacakları bir malzeme kalmamış bulunmaktadır.

Söz konusu haberlerin ve Darwinist aldatmacaların ülkemizde en baştaki savunucu olan NTV ve diğer yayınlar ve elbette yurt dışındaki Darwinist basın, adına Denisovan dedikleri ve hayali insanın evriminde üçüncü tür diye manşetten tanıttıkları bu fosili hiçbir şey olmamış gibi yeniden gündeme getirerek aldatacak insan bulmaya çalışmaktadırlar. Aradan zaman geçmesini bekleyip, bu konuda daha önce vermiş olduğumuz cevabı unutturmaya çalışmaktadırlar. Oysa daha önce bu iddiayı gündeme getirdiklerinde bunun geçersizliğine dair çok kapsamlı cevap vermiş ve buradaki büyük aldatmacayı oldukça detaylı şekilde gözler önüne sermiştik.


Kısaca özetlemek gerekirse;

· Sibirya’da Altay dağlarında 30.000 yıllık bir parmak fosili parçası ve bir tane diş bulundu.

· Dişin ve parmak kemiğinin aynı dönemde yaşamış iki farklı kişiye ait olduğu anlaşıldı.

· Darwinistler, parmak kemiği ve dişin Neandertallerle, hatta homo Erectuslarla benzerlik gösterdiğini söylediler.

· Parmak kemiğine yapılan DNA analizleri sonucunda ise bu canlıların günümüz Malenazya (Yeni Gine ve bazı çevre ülkeler) insanları ile aynı genetik özelliklere sahip olduğu anlaşıldı.

· Elde edilen bu sonuçlardan yola çıkarak ve fosilin Sibirya’da bulunması -yani evrimcilerin iddia ettikleri hayali Afrika’dan çıkış senaryosuna uymadığı için- Darwinistler bu canlının orada hayali şekilde evrimleşmiş “üçüncü bir tür” olduğunu iddia ettiler.

· Oysa zaten homo Erectuslar da, Neandertaller de normal insan ırklarıdır. Günümüzde söz konusu ırkların özelliklerini taşıyan çok fazla insan bulunmaktadır. Dolayısıyla bulunan insan fosilinin bu insan ırklarına ait özelliklere sahip olması son derece normaldir.

· Afrikadan göç ise tamamen evrimcilerin kendi uydurma senaryolarıdır. (Darwinistler, maymunların ilk olarak Afrika’da insana evrimleşmeye başladıklarını ve evrimini tamamlayarak, buradan Avrasya’ya göç ettiklerini iddia etmektedirler.) Darwinistlerin iddiasına göre, Sibirya’da bulunan bu canlının tüm Neandertal ve daha eski insan ırklarının özelliklerini kaybetmiş olması gerekmektedir. Dolayısıyla söz konusu fosil Darwinistlerin bu sahte senaryosuna uymamaktadır.

· Bu sebeple Darwinistler, çaresiz kaldıklarından ve fosil kendi iddialarını tamamen yerle bir ettiğinden, bu fosili “Neandertalin kuzeni” adıyla farklı yerde evrimleşmekte olan üçüncü tür olarak adlandırdılar. Oysa genetik araştırmaların verdiği sonuçlardan da anlaşıldığı gibi, fosilin günümüz insanlarından hiçbir farkı yoktur. Evrime delil gösterilmeye çalışılan bu fosil, açıkça evrime meydan okumaktadır.

Daha önce defalarca belirttiğimiz gibi Darwinistlerin çok fazla propaganda yöntemi vardır. Bilimsel delillerle ve bilimle ortaya çıkamadıkları için, bilimi kullanarak propaganda yapar ve açıkça insanlara yalan söylerler. Şimdi anlaşıldığı kadarıyla Darwinistlerin yeni yöntemi, sahteliği ispat edilmiş olan propaganda malzemelerini, tekrar tekrar gündeme getirmektir. Aradan zaman geçmesini, insanların buna verilmiş olan cevabı unutmalarını beklemektedirler. Darwinistlerin 150 yıldır sadece sahtekarlıklarla ayakta durmaya çalıştıkları düşünüldüğünde bu sahtekarlık girişimi de şaşırtıcı olmamıştır.

Darwinistler şunu anlayamadılar veya anlamazlıktan geliyorlar: Kapalı bir odada bir insana dışarıda havanın karanlık olduğu söylendiğinde buna belki inanabilir. Ama perdeyi sadece bir saniyeliğine kaldırıp dışarıdaki Güneşi gördüğünde, hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın artık bu kişi dışarının karanlık olduğuna inanmayacaktır. Onu ikna etmeye çalışmak fayda etmeyecektir. Çünkü sözle telkin, kesin kanıt karşısında geçersiz kalmıştır. Şu anda insanların durumu böyledir. Dünyadaki bütün insanlar Darwinizm’in bir aldatmaca olduğu konusunda uyanmışlardır. Ne zaman evrim haberi görseler kendilerine yalan söylendiğini bilmektedirler. Yıllardır Darwinistlerin kullandığı tek aldatma metodu yani “kesintisiz telkin” bir işe yaramamaktadır. Çünkü insanlar Güneş’i görmüşlerdir.

Darwinistler, artık düştükleri zavallı durumun farkında olup gösterdikleri boş çabaya bir son vermelidirler. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın yüce, üstün ve kusursuz yaratması, sürekli olarak karşılarında olacaktır. Darwinizm, çok büyük bir yenilgi almıştır. Onu kurtarma çalışmaları, artık Darwinistler açısından çok küçük düşürücü olmaktadır.





sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

3 Ocak 2011 Pazartesi

Sinekkuşunun Havada Asılı Uçuşu ve Müthiş Enerjisi

Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Suresi, 79)


Bu minik kuş nasıl oluyor da şiddetli rüzgarda bile hedefe uçma, havada asılı durma ve dalma haraketlerini mükemmel şekilde başarıyor?

Bu, Allah’ın olağanüstü yaratılış harikasıdır. Sinekkuşlarının ağırlığı birkaç gramdan, en fazla 20 grama kadar gelmektedir. Bu küçük yapılarına rağmen dünyanın havada asılı kalma konusunda en yetenekli canlılarıdır. Sinekkuşları diğer kuşlardan farklı bir uçuş tarzına sahiptir. Diğer kuşlardaki kanatları aşağı-yukarı çırpma şeklindeki hareketin aksine, kanatlarını “8” şeklinde bir hareketle titreştirirler. Bu titreşim, hem aşağı hem de yukarı hareket sırasında kaldırma kuvveti oluşturur. Havada asılı uçuş esnasında, sinekkuşlarının kanatlarının kenarında bir hava girdabı yaratılarak ek kaldırma kuvveti oluşturulmaktadır. Bu girdaplar çok kararsız olup, kısa zaman içinde etkisini yitirir. Sinekkuşlarına bu soruna karşı akıllı bir sistem verilmiştir. Kanatlarının yüksek açılı aşağı hareketi esnasında, girdap oluşturulur. Yukarı hareket esnasında kanatlarını döndürerek, bir girdap bitirilip, kanadın diğer yüzünde yeni bir girdap oluşması sağlanır; böylece yüksek kaldırma kuvvetinin devamlılığı sağlanır. Bu hassas dengenin şiddetli bir rüzgar ile bozulacağı düşünülse de, hiç de öyle olmamaktadır.

Sinek kuşları yüksek enerji ihtiyaçlarını nasıl karşılar?

Bir diğer mucizevi olay ise sinekkuşlarının enerji tüketimleri ile ilgilidir.İnsanlarda yoğun egzersize enerji sağlamak için saatler öncesinden yakıt (yemek) alınması gerekirken, sinekkuşları Allah’ın hikmeti olarak uçuş sürerken yeni yakıt alarak bunu hızlıca enerji elde etmede kullanabilmektedir. Tatlı nektarı yemelerini takip eden birkaç dakika içinde, yeni yedikleri yakıt kullanılarak havada asılı uçma için gerekli enerji temin edilir; böylece uçuş devam eder ve daha fazla nektar tüketilebilir.

Sinekkuşları, sıcakkanlı canlılar arasında enerji tüketimi en yüksek olanıdır. Kalpleri dakikada 500 atım ile çalışarak, gözle görülemeyecek kadar hızlı kanat hareketleri ile havada asılı uçuşları sağlanmaktadır. Yüksek enerji ihtiyacı nedeniyle, bu kuşlar neredeyse her zaman aç kalma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar; her gün kendi ağırlıklarından fazla nektar içmeleri gerekmektedir.

Bilimadamları, sinekkuşlarını aç bıraktıktan sonra, belli miktarda Karbon 13 izotopu içeren şekerkamışı nektarı vererek bir deney yapmışlardır. Kuşlar nektarı içmeye başlayınca, bilim adamları, özel bir mekanizma ile oksijen alımını (enerji kullanımını belirlemek için) ve nefesteki karbon miktarını ölçtüler. Bu araştırma sonucunda, sinekkuşlarının şekerkamışı nektarını içmelerini takip eden 20 dakika içinde havada asılı uçuşları için gerekli enerjinin yüzde 90’ını sağladıkları gözlemlenmiştir. Bu deney ile ilk defa omurgalı canlılar içinde, yeni tüketilen şekerin egzersiz metabolizmasını bu derece yüksek oranda karşıladığı gösterilmiştir.

Aynı durumu bir insan ile karşılaştıracak olursak; bir atlet, kapasitenin yüzde 60’ı ile egzersiz yaptığında yeni tüketilen şeker, tüm enerji ihtiyacının ancak yüzde 15-30’unu karşılamaktadır. Kaslarının ihtiyacı olan enerjiyi tam olarak sağlayabilmek için bir insanın, bir gece önceden yüksek karbonhidrat içeren yiyecek tüketmesi gerekmektedir.

Sinekkuşları, Allah tarafından yaşam şekillerine tam uygun bir metabolizma ve sistem ile yaratılmıştır; aksi durumda zaten yaşamaları mümkün olamayacaktır. İnsan gibi diğer canlılara da böyle bir mekanizma, yüksek enerji ihtiyacı olmadığı için verilmemiştir. Allah her şeyi olması gerektiği gibi, yerli yerinde ve mükemmel biçimde yaratmaktadır.

Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:


"Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatıdır (bu)." (Neml Suresi / 88)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.



http://haberanatomi.blogspot.com/