]]>

22 Haziran 2011 Çarşamba

DNA'da, tamirden sorumlu birimleri yönlendiren merkezi bir emir sisteminin bulunduğunu biliyor muydunuz?




Allah’ın yarattığı ilk insan olan Hz. Adem’den, dünyanın son zamanlarında doğacak en son bebeğe kadar gelmiş geçmiş tüm insanlar birbirlerinden farklıdırlar. Hiç biri bir diğerinin aynı değildir. Rabbimiz, sonsuz yaratma gücüyle her insanı birbirinden farklı yaratmıştır. Tıpkı her insanın parmak izinin farklılığı gibi. Bu Rabbimizin ‘Sani’ yani –sanatçı– sıfatının bir tecellisidir.

Fiziksel özelliklerin oluşumuna Rabbimiz DNA adı verilen, gözle bile görülemeyen, her insanın “tarifini” içinde bulunduran, dünyanın en küçük bilgi bankasını vesile kılmaktadır.


DNA nerededir?

DNA’nın yerini bulmak için çok güçlü bir elektron mikroskobuna ihtiyaç vardır. Bu güçlü elektron mikroskobuyla bir insan bedenini oluşturan hücreleri görmek mümkündür. Tek bir hücre 50 milyon kere büyütüldüğünde DNA iplikçiğine ulaşılır. (Örneğin bir kum tanesi 50 milyon kere büyütüldüğünde, kum tanesi koskoca bir dağ gibi görünecektir.)

DNA hücrenin tam ortasındaki kromozom adı verilen 46 tane çok uzun ve çok ince iplikçiliğin içinde yer alır. Bu iplikçikler o kadar incedirler ki onları elektron mikroskobunun yardımıyla bile görmek zordur. Bir dikiş iğnesinin deliğinden 5 milyon tane iplikçiği aynı anda geçirmenin zorluğu, DNA iplikçiğinin inceliği hakkında bilgi verebilir.

DNA bükülmüş bir merdivene benzer. İki parçanın birbirine sarılmış halidir. Yani çift sarmal yapı diye adlandırdığımız uzun bir moleküldür.


Gen Nedir?

Gen, DNA’nın bir parçasıdır. “Yönetici” bir moleküldür. Bu “yönetici” molekül fiziksel görünümümüzü, saçımızı, kaşımızı, gözümüzü, rengimizi, boyumuzu, yani bizi biz yapan bütün özellikleri içerir. Bu nedenle ‘yönetici’ vasfını taşımaktadır. Vücudumuzda hangi olayların gerçekleştiğini hatta hangi hastalıkları geçirmeye eğilimli olduğumuzu belirler.


Genom nedir?

Bütün genetik bilgiyi içeren kromozom setinin tamamına genom denir.


Nükleotid bazları nedir?

Nükleotid bazları DNA’yı oluşturan kimyasal maddelerdir: Adenin, Timin, Sitozin, Guanin= “A,T,C,G” harfleriyle tanımlanır.

DNA’nın yapısı sadece yarım yüzyıl evvel keşfedilmiştir. Bilimadamları fiziksel özelliklerden sorumlu pek çok geni hala aramakta, hala DNA’nın detaylarını anlamaya çalışmaktadırlar.
İnsanın tüm özelliklerinin şifrelenmiş olduğu DNA’nın taşıdığı bilgiler ve yerine getirdiği işlemler apayrı bir alemdir.

İnsanı oluşturan ancak kendisinin bile neler yaptığından haberdar olmadığı, son derece bilgisiz ve yetersiz kaldığı bu olağanüstü mükemmellikteki yapı, doğduğu andan ölümüne kadar hiç bir eksik, hata, unutkanlığa yer vermeden, insanın yaşamı için gereken her şeyi onun yerine, onun haberi dahi olmadan, arka planda yerine getirmektedir.

İnsan, kendisine ait olan bir yapının fonksiyonlarından bile haberdar değildir. Hatta kendi yapı taşı olan DNA’sının nasıl organize bir faaliyet içerisinde olduğunu görüp anlayabilmek için, günlerini, yıllarını araştırmalara ayırmaktadır. Bunun için yıllarca ansiklopediler dolusu bilgiyi öğrenmeye çalışarak, üniversite öğrenimi görmekte, laboratuvarlar, özel teknik cihazlarla kendi içindeki mükkemmel yapıyı anlayıp tanıyabilmeye çalışmaktadır.

Kendi vücudunun işlevlerini, formüllerini, meydana gelen kimyasal işlemleri anlamakta güçlük çeken insan için tüm bunları elbette, sonsuz Yaratma gücünün sahibi olan Yüce Rabbimiz meydana getirmektedir.


DNA’daki tamir mekanizmaları ve bu mekanizmalara ait üstün detaylar

DNA’nın pek çok görevi vardır. Bu görevlerinin yanı sıra DNA’da mükemmel işleyen son derece kompleks sistemler vardır. Bunlardan bir tanesi DNA’ya ait çok güçlü tamir mekanizmalarıdır.

Tamir mekanizmaları çok güçlüdürler. DNA’nın yapıtaşı olan nükleotid bazlarını sık sık yenileyip yerinden alabilirler. Bu durumu ağır bir yapıyı yerinden söküp yerine yenisini getirip takan güçlü iş makinalarına benzetebiliriz.
Bu donanımlı organize tamir ekibi, işlerini düzgün yaptıklarından ve işlemdeki genomun bütününü zarara uğratmadıklarından emin olmak için başka ek desteklere ihtiyaç duyarlar. Işte bu noktada dev bir destek ekibi devreye girer. Bunlara regülatörler yani düzenleyiciler denir.

Bir örnekle tarif etmemiz gerekirse, tamirde görevli birimleri hasar gören alana doğru koşan, yani hastalığın teşhisini yapan doktorlar; düzenleyicileri de bu hasarlı noktaların tam yerini tespit eden, o noktaya ulaşım için uçakları kullanan, onlara ne zaman çalışacaklarını ve ne zaman geri çekileceklerini söyleyen kontrol kuleleri olarak düşünebiliriz.

DNA hasarı onarımı, nükleazlar, helikazlar, polimerazlar, topoizomerazlar, ligazlar, kinazlar ve fotosentez gibi DNA’yı kimyasal olarak düzenleyen ve değiştiren bir dizi enzimsel faaliyetle gerçekleşir. Bunların tümünü, birer tamir aracı olarak düşünebiliriz. Uçak, otomobil, ekskavatör, vinç, forklift nasıl ki çeşitli işlerde gerekliliği olan araçlardır, işte bu enzimler de farklı yönlerden ihtiyaçları karşılayan birer araç gibidirler. DNA üzerinde en küçük bir uygunsuz zamanlamada, yanlış kullanımda, yanlışlıkla sağlam bir yapıya işlem yapılmaya çalışılmasında veya DNA’ya kontrolsüz veya zamansız giriş izni verilmesi durumunda, DNA’nın bütününe zarar veren bir sonuç meydana gelebilir. Dolayısıyla bu araçların tümü gerçek anlamda kusursuz olarak yönetilmelidir.

DNA tamir mekanizmaları gösterdikleri akıllı plan ile müthiş etkileyicidirler. Ancak bundan daha da etkileyici olanı tamir mekanizmalarını “düzenleyen sistemlerdir”. Tamir mekanizmaları sürekli hasar onarımı için görev başındadırlar. Ancak tamir mekanizmalarının kendilerinin de düzenlenmeye, yönlendirilmeye ve desteğe ihtiyaçları vardır. Tamir mekanizmasını yerinde iyileştirmek, onu hasarlı noktaya yönlendirmek, onu aktive etmek, pek çok bölgede hasar onarımı için güzergah seçeneklerini koordine etmek düzenleyicilerin görevidir. Yani düzenleyiciler adeta bir kontrol kulesi veya merkezi emir sistemi gibidirler.


DNA'dan kopya çıkartılması sırasında görev alan parçacıkların insan aklının çok üzerine bir akla sahip olması gerekir


DDR nedir?

Kontrol kulesi veya merkezi emir sistemine benzettiğimiz bu ayarlayıcı sistemlerin adı DDR’dir.

DDR, DNA da meydana gelen bir hasar olduğunda veya DNA’nın kopyalama yapacağını haber veren bir sinyal ulaştığında, buralara gitmek için yol güzergahları belirler. Hücreyi korumak ve organizmaya yapılan tehdidi düzeltmek için hemen devreye giren mükemmel bir program şeklinde çalışır.

Örneğin çift sarmal kopması olduğunda bunun için dört farklı tamir yolu vardır. Ancak tüm bunlar tamirin kendisi değil, tamir mekanizmasının yönetimidir.
Böyle bir kusursuzluk, idare ve koordinasyon, planlı, tasarlanmış bir mekanizmayı gösterir. Bilgisayar programcılığında ve mühendislikte, yazılımı gerçekleştirirken ya da yeni yazılım eklerken çift kontrol yapılması gerekir. Eğer bu düzenleyiciler ve bu kontrol olmazsa tüm sistem çöker.

DDR sistemi, DNA tamir mekanizmasında bölünmez bir bütündür. Mutlaka bir arada var olmak zorundadırlar. Bu yapıların evrimle yavaş yavaş ve birbirlerinden bağımsız oluştuğunu iddia etmek son derece mantıksızdır. DNA’nın kusursuz şekilde var olabilmesi için, aynı anda aynı işlemlerin yapılması şarttır. En ufak bir hata ara süreçleri aksatacaktır ki, bunların her biri birbirinden hayati görevler içermektedir. Her şey aynı anda, aynı mükemmellikte, eksiksiz olarak bir arada, koordine olarak çalışmak zorundadır ki, tüm bunlar bizlere sonsuz ilim Sahibi Rabbimiz’in sanatını, sonsuz ince ve kusursuz planını, sonsuz güzel yaratma kudretini göstermektedir.

Bir DNA’nın;

  • Kendi kendine oluşturması,
  • İçindeki anskilopediler dolusu bilgiyi toplaması,
  • Bu bilgilerin kopyasını çıkarıp sağlama alması gerektiğini akletmesi,
  • Zamanla meydana gelecek hasarların onarımının tam yerinde hiç eksiksiz yenisiyle değiştirilmesi gerektiğini bilmesi
  • Ama tüm bunların yanı sıra bir de bu onarımı yapanların da bakıma, iyileştirilmeye, yönlendirilmeye, organize edilmeye ihtiyaç olacağını düşünmesi,
  • Karışıklık çıkmaması için güzergahların, kontrol kulesi gibi merkezi bir emir komutada sistemi tarafından yönetilmesi gerektiğine karar vermesi kuşkusuz ki imkansızdır.

Bedenimiz, tüm organlarımız, hücrelerimiz, hücrelerimizin içindeki her insanın eksiksiz bir “tarifinin” bulunduğu bilgi bankası olan DNA’nın mükemmel yapısı elbetteki Alemlerin Yaratıcısı olan sonsuz ilim sahibi Rabbimiz’in eseridir.
Darwin’in rastgele mutasyonlara dayandırdığı evrim gibi sahte bir sürecin; eksiksiz, mükemmel, hatasız, insan aklının yüzlerce kez ötesinde olan böylesine olağanütü bir sistemi oluşturamayacağı apaçıktır.

Yerde ve gökteki her şeyi yaratan, tüm varlıkları sarıp kuşatan Rabbimiz, Yunus Suresi’nde en ufak bir parçanın dahi Kendisi’nden uzakta olmadığını bizlere şöyle bildirmektedir:

….Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)





sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

14 Haziran 2011 Salı

Küstüm Otunun İlginç Taktiği


Küstüm otunun çok ilginç bir savunma sistemi vardır. Bu bitkinin yapraklarına dokunulduğunda birkaç saniye içinde, sapla birlikte yapraklarının gövdeye doğru yaslandığı görülecektir. Eğer bitkiyi rahatsız eden etki devam ederse bu kez küstüm otu aşağıya doğru ikinci bir hareket yaparak gövdesinin üzerindeki sivri dikenleri ortaya çıkarır. Bu da böcekleri kaçırmak için yeterlidir. Bitkideki bu hareketi gerçekleştiren mekanizma elektrik akımlarıyla başlar. Bu akım aynı insan vücudundaki sinirlerden geçen akım gibidir. Bitkinin reaksiyonları bizde olduğu kadar hızlı değildir. Bununla birlikte bitki özünü taşıyan kanallar aracılığıyla iletilen elektrik sinyalleri 30 santimetrelik mesafeyi bir-iki saniye içinde geçer. Isı ne kadar yüksek olursa, reaksiyon o kadar hızlı olur. Her bir yaprağın dibi (yaprağın sapıyla birleştiği yerde), oldukça şişkindir. Buradaki hücreler sıvıyla doludur. Uyarı buraya ulaştığı zaman, yaprağın dibindeki şişkinliğin alt yarısı aniden suyunu boşaltır ve aynı anda diğer üst yarı, bu suyu kendi bünyesine alır. Ve yaprak aşağıya doğru düşer. Böylece uyarı saplar boyunca ilerlerken, yapraklar domino taşları gibi teker teker, ardı ardına kapanır. Bu şekilde bir savunma hareketinden sonra, bitkinin tekrar hücrelerini doldurup, yapraklarını açabilmesi için 20 dakika gereklidir. (Malcolm Wilkins, Plantwatching, New York, Facts on File Publications, 1988, s. 141-142)

Allah tüm canlılar gibi bitkileride varlığını, büyüklüğünü, gücünü, sonsuz aklını gösterecek birbirinden mükemmel sistemlerle varetmiştir. Evrenin her köşesinde her detayda Allahın sanatı tecelli etmektedir. Mülk Suresi’nin 3 ve 4. Ayetlerinde de Rabbimizin yarattığı mükemmel sistem şu şekilde tarif edilmiştir.

"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi, 3-4)





sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

12 Haziran 2011 Pazar

Zürafanın Uzun Boyuna Uygun Olarak Yaratılmış Özellikleri



Zürafalar, neden beyin kanaması geçirmezler?

Bu canlıların başı neden dönmez?

Zürafaların yemek borularındaki asansör sistemi nasıl işler?

Başlarını eğdiklerinde oluşabilecek ani tansiyon artışı hangi sistem vesilesiyle kontrol altında tutulur?

Zürafalar, neden ayakta uyumayı tercih ederler?


Zürafa dört beş metreye varan boyuyla karada yaşayan hayvanların en uzun boylusudur. Bu uzun boyu nedeniyle, yaşayabilmesi için kalbinden iki metre yukarıdaki beynine kan göndermesi şarttır. Bunun için olağanüstü güçlü bir kalbe ihtiyacı vardır. Nitekim zürafanın kalbi kafasından daha büyüktür ve yaklaşık 60 cm uzunluğa ve 11.8 kg’lık bir ağırlığa sahiptir.

Zürafaların kalbi 350 mm Hg’lik bir basınçla kan pompalayacak kadar güçlüdür. Diğer bir ifadeyle, zürafanın tansiyonu 35’e çıksa bile bu durumun zürafaya bir zararı olmaz. Canlılar arasındaki en yüksek kan basıncına sahip olan zürafaların kalpleri dakikada 170 kez atmakta ve tüm vücuduna 75 litre kan pompalayabilmektedir.

Zürafalarda bulunan kan hücresi miktarı, bir insanda bulunanın iki katıdır.

Zürafalar bir şey yedikten veya içtikten sonra kafalarını yerde kaldırdıklarında, kalplerinin beyinlerine yeterli miktarda kanı pompalayabilmesi için normalden iki kat daha fazla atması gerekmektedir. Peki normal koşullarda pek çok canlının ölümüne sebep olabilecek kadar güçlü olan bu sistem, nasıl olur da zürafaya zarar vermez? Bunun nedeni, özel bir haznenin içinde bulunan sistemin, basıncın bu ölümcül etkisini kaldırabilmek için küçük damarlarla kuşatılmış olmasıdır.
Zürafa Niçin Beyin Kanaması Geçirmez?

Zürafanın başından kalbine kadar giden bölümde; yukarı çıkan ve aşağı inen damarların oluşturduğu bir U sistemi bulunur. Ters yönde akan kan damarları toplam basıncı sıfırlar, böylece canlı, ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur.

Kalpten aşağı seviyede kalan bacak ve ayakların da özel bir korumaya ihtiyacı vardır. Zürafanın bacak ve ayaklarını saran derinin son derece kalın olması onu kan basıncının kötü etkilerinden korur. Ayrıca damarların içinde, şiddetli kan akışını dengeleyerek basıncı kontrol altına alan kapakçıklar da bulunur.

Asıl büyük tehlike ise, hayvan su içmek için başını yere kadar indirdiğinde ortaya çıkar. Normalde beyin kanamasına sebep olacak kadar şiddetli olan kan basıncı, bu durumda daha çok artar. Ama bu tehlikeye karşı kusursuz bir önlem alınmıştır. Vücutta salgılanan “sefaloraşidien” adlı sıvı devreye girer ve kalp hacmini küçülterek pompalanan kanı azaltır.

Öte yandan, hayvanın boynunda, başını aşağı eğdiğinde devreye giren özel kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kanın akışını büyük ölçüde azaltır ve böylece zürafa güven içinde su içip tekrar başını yukarı kaldırabilir. Zürafanın kat kat olan damarlarının kalın olması da, yine bu yüksek basınç tehlikesine karşı alınmış bir tedbirdir.

Zürafalar Neden Bayılmaz?

Zürafalar, başlarını aşağıdan yukarı kaldırmak için çok fazla zaman harcarlar ve bu yüzden kanın beyne gitmesi için vücutlarında kusursuz bir sistemin olması gereklidir. Bu sistem, çok güçlü bir pompa biçiminde çalışan bir kalp ve insandakinin iki katından daha fazla olan kan basıncından oluşur. İşte böylelikle zürafalar, bayılma nöbetlerinden korunmuş olurlar.

Nitekim zürafa başını kaldırdığında, baştaki kan damarları neredeyse bütün kanı yanaklarına, dillerine ya da deri gibi başın diğer bölümlerine aktarmaz; sadece beyne akması için yönlendirir. Aynı zamanda, hayvanın kalın derisi ve şahdamarındaki olağandışı bir kas -ki damarların genellikle kasları olmaz- kanı baştan kalbe geri taşıyan damara baskı yapar. İşte zürafa, insanlarınkinden çok daha iyi bir bayılmayı engelleyen mekanizmaya sahip olarak yaratıldığı için bayılmaz.
Zürafaların Yaratılışı, Allah’ın Üstün Sanatının Örneklerinden Biridir

Kuşkusuz, zürafalar sahip oldukları tüm özellikleri kendi ihtiyaçlarına göre planlayarak kazanmış olamazlar. Bu önemli özelliklerin zaman içinde yavaş yavaş işleyen bir evrim süreci ile oluştuğunun söylenmesi de mümkün değildir. Çünkü bir zürafanın yaşamını sürdürebilmesi için, mutlaka beynine kanı ulaştıracak bir pompalama sistemine, eğildiğinde ani kan basıncını azaltacak kapak sistemine ve başını kaldırdığında bayılmasını engelleyen damar sistemine aynı anda sahip olması şarttır. Bunlardan biri olmasa veya tam çalışmasa, zürafanın yaşamını sürdürmesi imkansız hale gelir.

Zürafaları Allah yaratmıştır ve yeryüzünde var olan diğer bütün canlılar gibi, zürafaların vücutlarında da Allah’ın üstün yaratma sanatının pek çok tecellisi bulunur. Allah bu durumu bir Kuran ayetinde şöyle bildirir:

“Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 4)


Zürafaların Bilinmeyen Özellikleri

Yemek borularında bir asansör sistemi vardır: Zürafaların boyunlarının uzun olması, ağaçların en üst dallarına kadar uzanıp oradaki filizleri ve bitkileri yiyebilmelerini sağlar. Ancak hiç çiğnemeden yuttukları bu dikenli bitkiler önce dört bölmeli midelerine gider. Zürafalar daha sonra bunları sindirmek için tekrar ağızlarına gönderir ve ağızlarında çiğnerler. En sonunda da tekrar yutarak midelerinin bir başka bölmesine gönderirler. Ancak besinin mideden ağıza gidebilmesi için, yuttukları bitkilerin birkaç metre uzunluğunda olan boyunlarından yukarı doğru çıkması gerekir. Yüce Rabbimiz zürafaları besinleri yemek borusundan yukarı doğru çıkaracak asansör benzeri bir sistem ile birlikte yaratmıştır.

Ağız ve diş yapıları ihtiyaçlarına yöneliktir: Zürafaların dilleri 45 cm dışarı uzanabilir. Dişleri ise bir tarak gibi olduğu için sert akasya dallarının dikenlerini ve mineral gereksinimlerini karşılayan kemikleri rahatlıkla çiğneyebilirler.

Renkleri bulundukları ortama uygun olarak yaratılmıştır: Zürafaların benekli derileri, onların kamuflaj yapmalarına uygun olarak yaratılmıştır. Çünkü savan alanlarındaki ortamın rengi ile uyum içinde olmaları, düşmanları tarafından fark edilmelerini zorlaştırır.

Vücutları, hızlı koşmalarını sağlayacak biçimde yaratılmıştır: Zürafalar bir tehlike anında koşarak 50-70 km. hıza ulaşabilirler. Koşmaya başladıklarında başlarını pompalar gibi ileri geri götürür ve kuyruklarını kıvırırlar. Koşarken diğer bir özellikleri ise, diğer hayvanlar gibi ayaklarını çaprazlama atmamalarıdır. Önce ön ve arka sol, daha sonra ön ve arka sağ ayaklarını kullanarak koşarlar. Zürafanın bu koşma şekli, onun vahşi hayvanlar tarafından yakalanmasını zorlaştırır.

Küçük gruplar halinde yaşamaları güvenli bir ortam oluşturur: Zürafalar bütün yavrularına birlikte bakarlar. Yetişkin zürafalar dönüşümlü olarak yavruların başında nöbet tutarlar. Bu güvenlik sistemi sayesinde diğer anneler rahatlıkla yavru zürafaları bırakıp kilometrelerce uzağa yiyecek aramaya gidebilirler.

Yüce Allah zürafaların uyuma şekillerini özel olarak yaratmıştır:

Oturduklarında kalkmaları zor olduğundan, boyunlarını arka gövdelerinin yanına uzatarak ayakta uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde ayakta geçirirler. Ayrıca zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar. Mutlaka aralarından biri nöbet tutar.

Anne zürafa ve yavru arasındaki iletişim Yüce Allah’ın rahmetinin tecellisidir: Doğumdan sonraki birkaç gün içinde anne zürafa, zamanını yavrusunu yalayarak ve koklayarak geçirir, bu şekilde hem yavru temizlenmiş olur, hem de annesinin kokusunu öğrenir. Bu koku, anne ve yavrunun kalabalık bir sürünün içinde birbirlerini bulmaları gerektiğinde işe yarayacaktır.

Herhangi bir zorluk içinde olan yavru, annesinin dikkatini çekmek için çeşitli sesler çıkarır. Annesi de onu sesinden hemen tanır ve yardımına koşar. Zürafalar yavrularını hiç yanlarından ayırmazlar. Saldırıya uğradıklarında ise yavrularını vücutlarının altına iterler ve ön ayakları ile düşmanlarına sertçe vurarak saldırırlar.





sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

11 Haziran 2011 Cumartesi

Yüce Allah'ın Sonsuz Gücünden Bir Örnek: Kasırgalar

Tayfun, kasırga gibi atmosfer olayları dünya üzerinde sıkça karşılaştığımız afetlerdendir. Bu olaylar sırasında oluşan rüzgarlar; kimi zaman evleri, binaları, barakaları, ağaçları, elektrik direklerini ve insanları savuracak kadar güçlüdür.


• Bu güçlü rüzgarlar nasıl oluşur?


• Son yıllarda kasırgaların sayısının artmasındaki hikmetler nedir?

Kasırga dünyadaki en tehlikeli ve yıkıcı rüzgarlar arasında yer alır. Atlas Okyanusu’nun kuzey kesiminde Haziran-Ekim ayları arasında güney kesiminde ise Eylül ayında yaşanan bu rüzgarlar tropik denizlerin sıcak suları üzerinde meydana gelir. Oluşma mekanizmaları ve etkileri ise Yüce Allah’ın sonsuz gücünü ve insanların bu güç karşısındaki acizliklerini bir kez daha ortaya koyar. Yüce Rabbimiz bu gerçeği biz kullarına şöyle hatırlatır:


“Gökte olanın sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? Bir bakmışsınız ki, o (yeryüzü) sallanıp-çalkalanmaktadır. Yoksa gökte olanın üzerinize ‘taş yağdıran (fırtınalı) bir rüzgar’ göndermeyeceğinden emin misiniz? Siz o takdirde Benim uyarmam nasılmış bilip-öğreneceksiniz. Andolsun, kendilerinden öncekiler de yalanladı. Fakat beni inkar (etmelerine karşılık verdiğim azab) nasılmış?” (Mülk Suresi, 16-18)


Kasırgalar Nasıl Oluşur?


Yüce Allah kasırgaların oluşabilmesi için birçok farklı koşulu bir araya getirir. Örneğin kasırgalar her zaman tropik iklim kuşağının geçtiği okyanuslarda meydana gelir. Çünkü kasırgalar ısıyla çalışan bir makineye benzetilebilir. Oluşurken su üzerindeki sıcak ve nemli hava yükselmeye başlar. Bu esnada tropik sıcak havayı alıp küçük bir bölgeye sıkıştırır. Bu ılık hava yükseldikçe, içindeki su buharı da yoğunlaşarak fırtına bulutları ve yağmur damlaları oluşturur. Yoğunlaşma, gizli yoğuşma ısısı denen bir ısı salar. Bu gizli ısı yukarıdaki havayı ısıtır ve yükselmesine neden olur. Yükselen havanın yerini aşağıdan gelen ılık ve nemli okyanus havası doldurur. Bu döngü, gelişmekte olan fırtına bölgesine aşağıdaki okyanustan daha çok rutubetli hava çeker ve sürekli olarak sıcak havayı yüzeyden atmosfere doğru hareket ettirir. Yüzeyden gelen ısı değişimi, bu havanın çevresinde bir merkez etrafında girdap gibi dönen güçlü bir rüzgar oluşturur. Bu döngü, lavabo deliğinden aşağı akan suyun döngüsüne benzer. Ardından, şimşekler ve yağmur oluşur. Yağmur havayı daha da ısıtır ve basıncı azaltır. Rüzgar bu alçak hava basıncının oluşturduğu boşluğu doldurmaya devam eder. Bu şekilde aslında kasırgalar birçok küçük fırtınadan meydana gelir. Bu küçük fırtınaların hepsi bir arada daire şeklinde hareket ederler. Kasırga gücünü arttırdıkça ortasında “kasırga gözü” adı verilen bir boşluk oluşur. Bu noktada yağmur ve rüzgarın şiddeti nispeten daha düşük düzeydedir.


Bir kasırganın oluşabilmesi için pek çok faktörün bir araya gelmesi ve hepsinin ortak olarak çalışması gerekir. Ayrıca oluşan kasırganın alçak basınçlı döngüsü olan sabit merkezli gözü, gözün etrafındaki en hızlı ve en dehşetli rüzgarların olduğu göz duvarı adı verilen bir bölgesi ve son olarak fırtınayı besleyen buharlaşma/yoğuşma döngüsünün bir parçası olan ve gözden dışarı doğru hareket eden gökgürültülü fırtınalı ve yağmur kuşaklarının bulunduğu gibi farklı kısımlarının olması gerekir. Tüm bu alanlar, Yüce Allah’ın yarattığı detay sanatını gösterir. Eğer Rabbimiz dileseydi bu rüzgarların oluşması için hiçbir sebep yaratmaz veya işleyiş mekanizmalarında detaylar meydana getirmezdi. Tüm bu detaylar Yüce Allah’ın Alim (herşeyi çok iyi bilen) isminin bir tecellisi olarak ortaya çıkar. Rabbimiz bu detaylar ile kullarını bir kez daha sonsuz gücü, ilmi ve aklı konusunda düşünmeye davet eder. Rabbimiz, Kuran’ın Al-i İmran Suresi’nde şöyle buyurur:



“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) ‘Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru’.” (Al-i İmran Suresi, 190-191)



Kasırgaların Oluşumunda Yüce Allah’ın Rahmet Tecellileri

Allah dünya hayatında insanlara rahmetinden birçok nimet verdiği gibi cenneti arzu etmeleri için çok sayıda eksiklik ve acizlik de yaratır. Kasırgalar da dünya hayatının geçiciliğini ve eksiklikleri hatırlatmak, Allah’ın gücünü kavramak için büyük bir nimettir. Ayrıca Yüce Allah bu kuvvetli rüzgarların oluşumunda pek çok hikmet yaratır ve kullarına pek çok lütuf ihsan eder.

Kasırgaların Dünyanın Her Yerinde Oluşmaması Yüce Allah’ın Rahmetidir

Kasırga, hortum ya da tayfun gibi kuvvetli rüzgarlar tropikal alçak basıncın 200 kilotonluk enerjiyi açığa çıkarabildiği müthiş “enerji gösterisi” olarak adlandırılır. Bu enerji, Hiroşima’ya atılan atom bombasının yaydığı enerjiden 10 kat fazladır. Ancak Yüce Allah bu muazzam gücün dünyanın her yerinde oluşmasına izin vermez.

Kasırganın oluşum mekanizması ısı farkına dayanır. Bu mekanizma okyanus yüzeyindeki nemli havanın hızla yükselmeye başlaması, soğuk havayla karşılaşması ve bu ılık su buharının yoğunlaşarak fırtına bulutları ve yağmur damlaları oluşturması prensibine dayanır. Asıl büyük olan ısı ve basınç farkı ise Ekvator ve kutuplar arasındadır. Eğer Yüce Allah kasırgaları belli bir bölgede ve bir düzen içinde yaratmış olmasaydı dünya Ekvator’dan kutuplara kadar çok sert rüzgarlara maruz kalırdı.

Kasırgaya eşlik eden rüzgar ve yağmur büyük hasarlara ve can kayıplarına yol açar, kasırgayla birlikte denizlerde dev dalgalar oluşur ve dünyanın her yeri bazen kıyı bölgeleri bile sular altında kalırdı. Kuşkusuz yüzeyinde sürekli olarak şiddetli kasırgaların yaşandığı bir dünya ise, ölü bir gezegene dönüşürdü. Fakat Yüce Allah kutuplar ve Ekvator arasında gerçekleşecek dev hava akımlarını yumuşatır, bunları sadece belli bir bölgede toplar, böylece kullarına sonsuz kudretinden örnek gösterir, rahmeti ile onları korur.

Yüce Allah’ın Bir Rahmeti Olarak Kasırgalar Aniden Ortaya Çıkmazlar. Oluşum Aşamaları İzlenebilir

Kasırgaların sağanak yağmur getiren kümülüs ve kümülinimbüs adı verilen bulutları rüzgar kuşağında sarmal bir şekil almaya eğilimlidirler. Bulutların böyle bir şekil almaları, Yüce Allah’ın kulları üzerindeki rahmetidir. Çünkü bu şekiller radar ekranında görülebilmekte ve böylece olası bir kasırganın gelişi anlaşılmaktadır. Bu da insanlara kasırgaya karşı tedbir almaları için imkan sağlamaktadır. Kara istasyonları, uçaklar ve denizdeki gemiler, radarlar yardımıyla kasırgaları takip ederek gerekirse yolculuğa ara vermekte veya insanların evlerini, yerleşim yerlerini boşaltmaları daha güvenli yerlere gitmeleri tavsiye edilebilmektedir. Yüce Allah dileseydi, insanlar bu güçlü rüzgarların oluşmasını hiçbir şekilde tespit edemeyebilir ve rüzgarlar aniden esmeye başlayarak çok daha fazla mal ve can kaybına neden olabilirdi.

Deniz Suyunun Sıcaklığının Kasırga Vesilesi ile Azalması Yüce Allah’ın Rahmetidir

Bilindiği gibi planktonlar okyanuslardaki besin zincirinin temel halkasıdır ve yeryüzündeki yaşamın devamı açısından da kilit öneme sahiptir. Fakat deniz suyundaki ısınma tabandaki mikrobiyolojik yaşam formları olan besin zincirinin en alt katmanı planktonların ölümüne neden olur. Nitekim El Nino gibi iklimde kısa süreli meydana gelen değişimlerin olduğu dönemlerde plankton sayısının ısınmaya bağlı olarak azalması, balıkların, deniz kuşları ve deniz memelilerinin kitlesel olarak açlıktan ölmelerine neden olmuştur.

Kasırga ise dev bir ”vana” gibi görev yaparak okyanusların tropikal bölgelerinde biriken ısı enerjisinin fazlasını alır. Fırtına dindiğinde deniz suyu soğumuş olur. Deniz suyunun soğuması ise planktonların ölmesini engeller ve denizlerdeki yaşam hiç kesintiye uğramadan, yaşamda hiçbir dengesizlik ve düzensizlik olmadan devam eder.

Sayın Adnan Oktar 25 Nisan 2011 tarihli A9 TV ve Kahramanmaraş Aksu TV röportajında kasırgaların sıklıkla Atlas Okyanusu ve ABD’de oluşmasına Kuran’da işaret edildiğini açıklamıştır:

ADNAN OKTAR: Ya Allah Bismillah. Fussilet Suresi, Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla, şeytandan Allah’a sığınırım. 15. ayet “Ad (kavmin)e gelince;” ABD’ye işaret ediyor; “Ad”, ortasına B koysak, tamam, ABD oluyor inşaAllah. “Ad (kavmin)e gelince; onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: “Kuvvet bakımından bizden daha üstünü kimmiş?” Dünyadaki askeri güç, en büyük devlet biziz diyorlar. “Onlar, gerçekten kendilerini yaratan Allah’ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. Oysa onlar, Bizim ayetlerimizi (bilerek) inkar ediyorlardı.” 16. Ayette ise “Böylece Biz de onlara dünya hayatında aşağılanma azabını taddırmak için, o uğursuz (felaketler yüklü) günlerde üzerlerine ‘kulakları patlatan bir kasırga’ gönderdik.” Peş peşe Amerika’da büyük kasırgalar oluyor...

Çoğunlukla sadece hafif bir esinti olarak hissettiğimiz rüzgarın, kimi zaman insanları, hayvanları, taşıtları ve hatta evleri hareket ettirecek güçte olması, Allah’ın kudretini gözler önüne sermektedir. Yüce Allah dileseydi tayfun, kasırga, hortum gibi atmosfer olaylarını çok şiddetli ve sık olarak oluşturabilirdi. İnsanlar birinin zararlarını telafi edemeden diğerlerine yakalanabilirlerdi..

Allah her olayda olduğu gibi burada da insanlar üzerindeki korumasını göstermekte; onları ara ara üzerlerine yolladığı fırtınalarla uyarmaktadır. Uyarmaktadır ki; insanlar dünyada ne amaçla bulunduklarını, Allah’ın gücü karşısındaki acizliklerini ve O’na hesap verecekleri günle karşılaşacaklarını unutmasınlar.

“Böylece Biz de onlara dünya hayatında aşağılanma azabını taddırmak için, o uğursuz (felaketler yüklü) günlerde üzerlerine ‘kulakları patlatan bir kasırga’ gönderdik. Ahiret azabı ise daha (büyük) bir aşağılanmadır. Ve onlara yardım edilmeyecektir.” (Fussilet Suresi, 16)

Kasırgaların Şiddeti ve Sıklığının Artması Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Hadislerde Belirttiği Ahir Zaman Alametlerindedir

Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Kıyametten önce 10 alamet görmeden O, kopmayacaktır. Onuncusu, insanları denize atacak olan kasırga...” (Kıyamet Alametleri, s. 288) hadisi ile ahir zamanda kasırgaların artacağına dikkat çekmiştir. Nitekim Amerikalı meteorolog Chris Landsea 1990’dan itibaren kasırgaların oluşumunu ve şiddetini arttırdığını bildirmiştir. Landsea’ın bilimsel verilerle ispatladığı bu gerçek, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in hadisleri ile mutabıktır.

1989 yılında Hugo Kasırgası’nın ABD’ye vermiş olduğu zarar 7 milyar $ ve neden olduğu can kaybı 21 kişidir.

1992’de Andrew kasırgası 43 kişinin ölümüne ve 250 000 kişinin evsiz kalmasına neden olmuştur.

13 Mayıs 1996’da Bangladeş’in batısında meydana gelen fırtınalarda 500 ila 1000 kişi arasında hayatını kaybetmiştir. Aynı fırtınalar 30.000 kişinin yaralanmasına ve 100 bin kişinin evsiz kalmasına neden olmuştur.

1998’in Ekim ayında gerçekleşen Mitch kasırgasında 9 binden fazla kişi öldü. Ayrıca 15 bin kişinin kaybolduğu, 2,3 milyon kişinin de kasırgadan etkilendiği açıklandı.

2004 yılında Charlie Kasırgası Florida üzerinde yıkıcı bir etki yaptı.

Ağustos 2005’te meydana gelen Katrina kasırgası, Mississippi’nin 8 şehrini harap etti, New Orleans’ın %80’i yerle bir oldu ve yaklaşık 2000 kişinin ölümüne neden oldu. 100 milyar dolardan fazla maddi zararın oluşmasına sebep oldu. Kayıp sayısı yaklaşık 35.000 olarak hesaplandı ve yüz binlerce bina yaşanamayacak duruma geldi, yüz binlercesinde ise çok büyük maddi zararlar oldu.

Eylül 2005′te Rita kasırgası Texas-Louisiana hattı yakınında etkili olmuştu.

Kasım 2007’de Bangladeş’i etkisi altına alan ve 250 km hızla esen Sidr Kasırgası, 3200 kişinin ölümü ve büyük bir yıkım ile sonuçlandı. Kasırganın etkisiyle 6 metreyi bulan dalgalar, binlerce evi yerle bir ederken, 1000’e yakın insanın da kaybolmasına sebep oldu. Beş milyon kişiyi etkileyen bu kasırga, yüzyılın en büyük felaketleri arasında sayıldı.

2008’da Myanmar’ı vuran Nargis kasırgasında yüz binlerce kişi kayboldu. Ölü sayısı 10 bini buldu.

2009’da Tayvan’da meydana gelen Morakot tayfununda yüzlerce kişi öldü. Tayfunun verdiği tarım zararının 267 milyon dolar olduğu ifade edildi.

2009’da Ketsana kasırgası Güney Asya ülkelerini yıktı.

Kasım 2009’da Orta Amerika’da etkili olan İda kasırgası 120’den fazla kişinin ölümüne neden oldu.

Mayıs 2010 Agatha kasırgasında en az 73 kişinin hayatını kaybetti.

Temmuz 2010 Alex Kasırgası saatte 150 kilometreye ulaştı.

Eylül 2010’da gücü, saatte 215 kilometre hıza ulaşan, ABD’nin doğu kıyısını tehdit eden Earl kasırgası büyük tahribe yol açtı.

Şubat 2011 Avustralya’da meydana gelen Anthony tayfunu ağaçların kökünden sökülmesine, elektrik direklerinin devrilmesine, 35 kişinin hayatını kaybetmesine yol açtı.

Nisan 2011’de ABD’nin Alabama ve güney eyaletlerinde etkili olan kasırgalar, en az 240 kişinin ölümüyle sonuçlandı.


Saatte 120 kilometrelik bir hızla esen ve hızı 240 km’ye kadar ulaşan kasırgalar, durgun bir merkezin çevresinde adeta dev bir girdap gibi döner. Kasırgaların oluşma mekanizması çok kusursuz bir düzen içinde gerçekleşir. Yüce Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle bildirir:



“Gece ile gündüzün art arda gelişinde (veya aykırılığında), Allah’ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 5)





sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

5 Haziran 2011 Pazar

Yaşamı Kolaylaştıran Bir Madde: Sürfaktan


Yaşamımızın vazgeçilmezi olan sürfaktanlar, henüz biz doğmadan bile yaşamımızı etkilerler. Çünkü doğduğumuz andan itibaren akciğerlerimiz bu madde sayesinde nefes alıp vermemizi kontrol edebilir. Ellerimizin temizliğinden giysilerimizin temizlenmesine kadar temizlikle ilgili her türlü işlem, sürfaktanlar sayesinde gerçekleşir. Bulutların oluşumu ve yağmurun gübreleme özelliği hep bu gözle göremediğimiz maddeler vesilesiyledir.…

• Yaşamımızda bu derece önemli yer tutan sürfaktanlar nedir?

• Nefes almamızı nasıl kontrol ederler?

• Bulutları nasıl oluşturur, çevremizi ve bizi nasıl temizlerler?

Sürfaktan maddeler en basit tanımı ile bir sıvının yüzey gerilimini azaltan maddelerdir. Bunu bir örnekle açıklamak mümkündür. İçi hava ile dolduğu için içindeki basınç artan balonun bilindiği gibi yüzeyindeki gerilim artar. İşte sürfaktan bu yüzey gerilimini azaltan maddedir. Yapısal olarak hidrofilik (bir molekülün suya bağlanabilme özelliği) bir baş ve hidrofobik (bir molekülün sudan kaçınma özelliği) bir kuyruktan oluşurlar. Yüce Allah’ın yarattığı bu yapısal özellik, sürfaktanların hayatımızın vazgeçilmez unsurları olmasını sağlamıştır.
Temizleme İşlemi Sürfaktan Maddeler Tarafından Gerçekleşir

Sürfaktan maddelerin temizleme işlemi genelde aynı kurala dayanır. Bu maddelerin yapısal olarak suda çözülebilen ve suda çözülmeyen bir tarafları vardır. Suda çözülemeyen (suyu sevmeyen) tarafları kirleri çevreler, sararak içine alır ve hapseder. Sürfaktanlar bu özellikleri ile hem doğayı hem de yapay olarak elde edilen çeşitleri ile günlük yaşamımızda kullandığımız her şeyi temizlerler.
Organik Atıkların Temizlenmesini Sağlar:

Doğada çürümüş bitki ve diğer organizma artıklarının parçalanma ürünleri olarak birçok doğal sürfaktan oluşur ve suya karışır. Bu sürfaktanlara en iyi örnek hümik asittir. Hümik asitler toprakta uzun süre kalmakta ve zaman içinde yavaş yavaş içlerine hapsettikleri organik maddelerle birlikte parçalanmaktadırlar. Böylece doğa organik atıklardan temizlenmekte, ayrıca hümik asit aracılığıyla toprağın havalanması ve su tutması, toprak mikro organizmalarının gelişimi ve çoğalması sağlanmakta, bitkilerin stres koşullarına, hastalık ve zararlılara dayanıklılığı artmaktadır.
Deniz Suyunun Temizlenmesini Sağlar:

Deniz suyunun içerdiği yağlı cisimler ve proteinler de aynı işleyiş prensibi doğrultusunda sürfaktanlar sayesinde temizlenir.

Gündelik Yaşamdaki Temizlik Sürfaktan Maddeler Sayesindedir:

Deterjanlar ve sabunlar suni olarak imal edilen sürfaktan maddelerdir. Deterjan veya sabundaki sürfaktan, düşük konsantrasyonlarda kullanıldığında suyun yüzey gerilimini oldukça düşürücü bir özelliğe sahiptir. Sürfaktan molekülünün hidrofobik (suyu sevmeyen) kısmı kumaş üzerindeki yağ tarafından çekilir ve yağın etrafı hidrofilik (su sever) kısım ile kaplanır. Böylece yağ molekülü yuvarlanarak atılır.
Bulut Oluşumunda Sürfaktan Maddelerin Etkisi Vardır

Plankton adı verilen mikroskobik alglerin yıkımı ile oluşan sürfaktanlar, dalgaların kıyıya vurması ile köpükler oluşturur. Daha sonra bu köpüklerin patlaması ile sodyum klorür ve diğer elementler havaya yayılır. Havaya yayılan bu aerosollerden bir kısmı rüzgarın etkisi ile yeniden denize düşerken diğerleri yükselir ve havada asılı halde kalır. Bu şekilde çok iyi derecede bir buhar taşıyıcısı olan sodyum klorür açığa çıkarak bulut oluşumunu sağlar. Denizlerde oluşan sürfaktanların birleştirici etkisi olmasaydı çok az bulut oluşur ve iklimler çok kurak geçerdi.

Yüce Allah dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bulutların oluşumunda da sürfaktan gibi bir maddeyi sebep olarak yaratmaktadır. Rabbimiz bulutların oluşumunun Zatı’nın yarattığı sebeplere bağlı olarak gerçekleştiğini şöyle haber verir:

“Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.” (Nur Suresi, 43) Sürfaktan Maddeler Bitkiler için Gereken Elementleri Toprağa Kazandırırlar
Sürfaktanların canlılar için kaçınılmaz bir ihtiyaç olan yağmuru yağdıran bulutları oluşturmasının yanında bir de gübreleme özellikleri vardır. Denizlerden buharlaşarak bulutlara ulaşan yağmur damlaları sürfaktan maddelerin etkisiyle, deniz yüzeyinin mikro katmanı olan üst kısmındaki mikroskobik alglerin ve zooplanktonların bozulmasından meydana gelen pek çok organik artıkları içlerine hapsederler. Bu artıkların bazıları, deniz suyunda çok az bulunan fosfor, magnezyum, potasyum gibi elementleri ve ayrıca bakır, çinko, kobalt ve kurşun gibi ağır metalleri seçip ayırarak, kendi içlerinde toplarlar. Yeryüzündeki tohum ve bitkilerin yetişmeleri için gereksinim duydukları madensel tuzlar ve elementler sürfaktan maddelerin bu hapsetme özelliği sayesinde yağmur damlalarıyla yeryüzüne inerler. Kuran’da bir ayette şöyle bildirilir:

“Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik.” (Kaf Suresi, 9)

Yağışlarla toprağa inen bu tuzlar, verimi artırmak için kullanılan geleneksel gübrelerin bazılarının (kalsiyum, magnezyum, potasyum vb.) küçük örnekleridir. Bu tür aerosellerde bulunan ağır metaller ise, bitkilerin gelişiminde ve üretiminde verimlilik artırıcı elementleri oluştururlar.

Kısacası, sürfaktan maddelerin etkisiyle içine çeşitli mineraller hapseden yağmur önemli bir gübredir. Fakir bir toprak, yalnızca yağmur aracılığıyla gelen bu gübrelerle bile, yüzyıllık bir süre içinde bitkiler için gereken tüm elementleri kazanabilir. Ormanlar da, yine bu deniz kökenli aerosoller yardımıyla gelişir ve beslenirler.

Bu yolla, her yıl kara parçalarının toplam yüzeyi üzerine 150 milyon ton gübre düşmektedir. Bu doğal gübreleme işleyişi olmasaydı, Dünya üzerinde çok daha az bitki olacak, hayat dengesi bozulacaktı.
Nefes Almamızın Ana Kaynağı Sürfaktan Maddelerdir

Doğduğumuz andan itibaren rahatlıkla nefes alırız ve aldığımız bu nefes sayesinde hayatımıza devam edebiliriz. Birkaç dakika nefesimizin kesilmesi bile tüm vücut fonksiyonlarımızın durmasına ve hayatımızı yitirmemize neden olabilir. İşte sağlıklı bir hayat sürmemizin nedenlerinden biri akciğerlerimizdeki “sürfaktan” adlı maddedir. Akciğerlerimizi oluşturan 300 milyondan fazla keseciğin çevresi sürfaktan isimli madde ile çevrilidir. Her nefes aldığımızda 300 milyon küçük keseciğin içi havayla dolar. Bu keseciklerin iç yüzeyinde kılcal damarlar bulunmaktadır. Balonlar havayla dolduğu anda, kılcal damarlarda bulunan kandaki karbondioksit, havada bulunan oksijen atomları ile yer değiştirir.

Ancak bu hava keseciklerinin açılıp kapanmaları ilk bakışta görüldüğü kadar kolay değildir. İlk defa şişirilen bir balonu şişirmek ne kadar zorsa, normal şartlar altında çok yüksek bir gerilime sahip olan alveolleri şişirmek de o derece zordur. Ancak nefes alıp verirken hiç zorlanmayız. Alveollerimizin açılıp kapanmasını hissetmeyiz bile. Çünkü solunum sistemimiz rahat nefes alıp vermemizi sağlayan bir yapıya sahiptir. Her nefes alındığında alveollerin kolayca açılıp kapanmasını sağlayacak bir sistemin olmaması, insan için ölümcül sonuçlara yol açabilecek kadar ciddi bir sorundur.

Sürfaktan maddesi bu keseciklerin açılıp kapanmasına yardım eder, yüzey gerilimlerini düşürür. Bu maddenin bir diğer fonksiyonu da nefes verirken keseciklerin tamamen boşalmasını engellemesidir. Sürfaktan sayesinde en güçlü nefes verişte bile akciğerlerde belli miktarda hava kalır. Bu şekilde alveol çevresinde dolaşan kan her zaman havayla temas edip vücudun tüm hücrelerine düzenli olarak oksijen iletir.

Sürfaktan, alveollerin yüzeyinde bulunan çok özel bir hücre grubu (tip II granüler promösitler) tarafından sentezlenir. Vücudun akciğer hariç hiçbir bölgesinde olmayan bu hücreler sayesinde, rahatlıkla nefes alıp verebiliriz.

Bu maddenin önemli özelliklerinden birisi de bebek doğmadan tam bir ay kala üretilmeye başlamasıdır. İşte olayın mucizevi yönü de burada başlar.

Anne rahmindeyken akciğerini kullanmayan bebek nasıl olup da dışarıda nefes alırken böyle bir zorlukla karşılaşacağını düşünüp, bu maddeyi üretmeye ihtiyaç duyabilir?

Sürfaktanın akciğerindeki keseciklerine yardımcı olabileceğini nereden bilebilir?

Bu maddenin keseciklerin yüzey gerilimini düşüreceğini hangi kimya bilgisiyle tahmin edebilir?

Kuşkusuz henüz bir bebeğin tüm bunları akletmesi ve vücuduna ihtiyacı olan eksiklikleri yerleştirmesi mümkün değildir. Her şeyi yaratmaya kadir olan Yüce Allah bebekleri anne rahminde dış dünyaya hazırlayarak onlara rahmet etmektedir. Çünkü bu maddenin yokluğu, bebeğin hayatını çok kısa bir zamanda kaybetmesine neden olacaktır. Bu hazırlığın yapılmadığı yani sürfaktan üretiminin yetersiz olduğu istisnai durumlarda örneğin prematüre bebeklerde bu durum oksijen yetersizliğine neden olur.
YÜCE ALLAH’IN NiMETLERİNİ BİR GENELLEME YAPARAK BİLE SAYAMAYIZ

Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği nimetlerin sayısı o kadar fazla, türü o kadar çoktur ki, bu nimetleri saymaya kalkışsak, hatta gruplandırarak saymaya çalışsak bile, sayıp bitirmeye güç yetiremeyiz. Üstelik sahip olduğumuz nimetlerin her birisi yaşamımızı devam ettirebilmemiz için son derece önemli olduğu gibi, pek çoğu da hayatımızı güzelleştirmekte ve kolaylaştırmaktadır. Bize verilen nimetlerden herhangi birinin kısa bir süre için bile eksilmesi veya azalması bunun ne kadar kıymetli ve değerli olduğunu bize göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu nedenle müminlerin sahip oldukları küçük büyük her şey için, tüm bunları kendilerine lütfeden Allah’a şükretmeleri çok önemli bir ahlak güzelliğidir. Müminlere yakışan kendisine ikram edilmiş olan nimetleri tek tek düşünmek ve her biri için Allah’ı anıp, O’na gönülden şükretmektir.

Sınırsız bir gücün sahibi olan Allah, sürfaktan maddeler ile benzersiz bir nimet yaratmıştır. Tek başına sürfaktan maddeler bile Allah’ın yüceliğini gereği gibi takdir edebilmek ve O’ndan gereği gibi korkmak için yeterlidir.

Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.” (İbrahim Suresi, 34)
Sürfaktan maddelerin olmadığı bir dünya bulutların ve yağmurun olmaması, kirlerin temizlenememesi ve belki de hepsinden önemlisi nefes alamadığı için yaşayamayan canlılar anlamına gelir. Sadece tek bir maddenin yokluğu ve dengedeki tek bir bozulma kainatı içine alan tüm sistemi etkileyecektir. Tüm bunlar şu anlama gelir; Allah’ın yarattığı bu düzen içinde müthiş bir denge, hassas bir oran ve kusursuzluk hakimdir.

“... Biz gökten tertemiz bir su indirmekteyiz. Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için.” (Furkan Suresi, 48-49)



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

4 Haziran 2011 Cumartesi

Hava Tahmini Yapabilen Lupin Bitkisi


Bir insanın gökyüzüne bakarak ya da başka yöntemler kullanarak hava tahmini yapması mümkündür. Ancak böyle bir tahmin yeteneğine bir bitkinin sahip olması muazzam bir yaratılış harikasıdır.

Arktik tundralardaki Lupin bitkisi hava tahmini yapar ve bu tahmin doğrultusunda eğer şartlar olumsuzsa çimlenmez ve toprak altında bir nevi uykuya geçerek havaların düzelmesini bekler.

Bu bitkinin tohumları, büyümek için yılın belli zamanlarında sıcak havaya ihtiyaç duyar. Tohumlar sıcaklığın yeterli olmadığını fark ettiklerinde bir mucize gerçekleşir, ortam diğer şartlar açısından uygun olsa da tohumlar çatlamaz ve donmuş topraklarda sıcaklığın artmasını beklerler. Uygun ortam tam olarak sağlandığında da aradan geçen zamanın uzunluğuna bakmaksızın Lupin tohumları kaldıkları yerden gelişmeye devam ederler. Öyle ki kaya yarıkları arasında yüzlerce yıl bozulmadan, çimlenmeden kalan bitki tohumları bulunmuştur.

Görüldüğü gibi, tohum dış ortamdaki olaylardan haberdarmışçasına bazı değişiklikler yaşamaktadır. Konunun önemi açısından şu soruları tekrar soralım: Dış ortam hakkındaki bilgiler yerin altındaki tohuma nasıl ulaşmaktadır? Tohumun kendi kendine dış ortamdan haberdar olması, yani hava tahmini yapması mümkün müdür? Tohumun içinde bulunan bir mekanizma ona durumu haber vermektedir. Tohum da bu haber üzerine bir yerden emir gelmiş gibi gelişimini aniden durdurmaktadır. Peki öyleyse bu haberleşme sistemi nasıl ortaya çıkmıştır? Bu sistemi bitkinin kendisi mi düşünerek bulmuştur? Bu sistemle ilgili gereken teknik donanımı kendisinde nasıl oluşturmuştur?

Bu sistemi tabii ki bitkinin kendisi bulmamıştır. Bitki ilk ortaya çıktığı andan itibaren tohumunda saklı duran genetik bilgide, zaten bu yetenek kodludur. Lupin bitkisi, soğuk hava ile karşılaştığında gelişmesini dondurabileceği bir sisteme bu genetik kod sayesinde sahiptir. Böyle bir bilgi kodlamasının ise bir bitki hücresinde kendi kendine oluşması imkansızdır. Evrimcilerin öne sürdükleri hayali gelişim süreci ne kadar uzun olursa olsun, bu sırada ne tür olaylar gerçekleşirse gerçekleşsin, bitki tohumlarını hava durumundan haberdar eden böyle bir sistemin kendi kendine oluşması mümkün değildir. Lupin bitkisine bu özelliği veren herşeyi kontrolü altında tutan Allah'tır.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

1 Haziran 2011 Çarşamba

Yağmur Damlasındaki Hız



Her yağmur damlası yeryüzüne rahatsızlık vermeyecek bir hızda iner. Oysa yağmur damlası büyüklüğünde ve ağırlığında herhangi bir cisim, 1200 metreden bırakıldığında giderek hızlanır ve yere yaklaşık saatte 558 km. hızla düşer.

Ancak yağmur damlasının yeryüzüne iniş sürati saatte 8 ile 10 km. arasındadır. Yağmur damlalarını inceleyen araştırmacılar, bu damlaların atmosferin sürtünme etkisini artıran ve yere düşüşünü yavaşlatan bir şekle sahip olduğunu bulmuşlardır.

Eğer yağmur damlaları saatte 558 km. hızla gökten yağmış olsaydı, çarptığı herşeyi yıkacak ve Dünya üzerinde canlıların yaşaması imkansız hale gelecekti.


Bütün bunlar tabiatın ve canlıların tesadüfler sonucunda oluşmadığını, Allah tarafından kusursuzca yaratılmış olduğunu gösteren önemli delillerdendir.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.


http://haberanatomi.blogspot.com/