]]>

26 Temmuz 2011 Salı

Bir Böcekten İlham Almak

Sineklerin günümüz uçaklarından çok daha üstün bir uçuşa sahip oldukları biliniyor. Öyle ki bir sinek gibi uçabilen minyatür uçaklar, mühendislerin rüyalarını süslüyor. Örneğin uzay ve havacılık endüstrisinin rüyası olan Mars'a yolculuk projelerinde gezegene iniş yapabilecek etkin bir manevra kabiliyetine sahip robotlara önemli görevler düşüyor. Sunduğu hava akrobasisiyle kelebekler, bu tür robotlara ilham kaynağı olmada ön plana çıkıyorlar. NASA ve Georgia Tech kuruluşlarından bilim adamları, Mars yüzeyine inebilen ve yüzeyde ilerleyebilen robotlar tasarlıyorlar. Böceklerden ilham alan bu robot! lara "entomopter" adını veriyorlar. (www.spacedaily.com/news/mars-plane-01a.html)

Günümüzde 15 santimetreden daha küçük kanat genişliğine sahip uçaklar üretmek mümkün değildir. Çünkü bundan daha küçük kanatlar kaldırma kuvveti oluşturamayacak kadar küçük kalır. Çok daha küçük olan sinekler ise minicik kanatlarıyla mükemmel uçuşlar yapabilmektedirler. Kanatların sağladığı kaldırma kuvveti, birim alana oranlandığında sineklerin uçaklardan 10 kat daha üstün olduğu ortaya çıkmaktadır.

15 santimetre boyundaki uçaklar, mini kamera monte edilerek 100 metre yükseklikten uçurulabiliyor ve casusluk amacıyla kullanılıyor. ABD'nin California eyaletinde kurulu olan AeroVironment isimli şirket yıllardır bu uçakların üretimini yapıyor. Proje lideri Matt Keennon, bir sinek gibi havada asılı kalabilen, ani manevralar yapabilen, dik yüzeylere konabilen ve uzaktan kumandayla yönetilen bir robo-sinek üretmek istiyor. Ancak günümüz teknolojisi sinekleri bu anlamda taklit etmede tamamen yetersiz kalıyor. Sinek uçuşunun taklit edilemeyecek kadar karmaşık olması, küçücük bir canlının yaptığı hareketleri insanın tam olarak taklit edemiyor olması da Allah'ın izniyledir. Allah Kuran'da sinekteki yaratılış mucizesini şu şekilde haber vermektedir:


"Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de." (Hac Suresi, 73)



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Komünist Bölücü Terörün Kaynağı Darwinizmdir

Darwinizm bölücü terörün gıdasıdır. Bu nedenle Darwinizm fikren ortadan kaldırılmalıdır.
Bunun yolu ise insanlara sorumsuz bir hayvan olmadıklarını, Allah'ın yarattığı,
ahirette yaptıklarından hesap verecek bireyler olduklarını anlatmaktır.

Darwinizm'in yalanlarına göre, hayat bir mücadele ve savaş yeridir. Hayatta kalabilmek için bu savaştan galip çıkmak, yani kıyasıya savaşmak gerekir. İnsanlık tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu ve gelişmenin savaşmakla mümkün olduğunu iddia eden komünizm ve faşizm, Darwinizm'in bu temelsiz iddialarından dayanak bulmuştur.

Masum insanları acımasızca katleden, sorunların şiddete başvurarak çözülebileceğini sanan, çatışmanın kaçınılmaz olduğuna inanan bölücü terör de Darwinist telkinlerle beslenmektedir. Darwinizm, bölücü terörün gıdasıdır. Bu zehirli gıda artırıldığında, yani Darwinist iddialar desteklenip gündemde tutulduğunda, bölücü terör güçlenip kuvvet kazanır. Bu gıda kesildiğinde, yani Darwinizm'in yalanları ifşa edilip bilimsel olarak geçersizliği gözler önüne serildiğinde, bölücü terör de son bulur.

Evrim teorisi, ortaya atıldıktan kısa bir süre sonra biyoloji ve paleontoloji gibi bilim dallarının dışına çıkarılarak, insan ilişkilerinden tarihin yorumlanmasına, politikadan toplum hayatına kadar birçok alanda, belli çevreler tarafından, etkili hale getirilmiştir. Özellikle de Darwinizm'in "doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu" yalanı toplumlara uygulandığında,
- Hitler'in üstün ırkı oluşturma saplantısı, - Marx'ın "İnsanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir." yanılgısı, - Mao'nun milyonlarca insanı, sözde bir tür hayvan gibi görüp akıl almaz vahşetler uygulaması, - Mussolini'nin "Savaşın tüm insan enerjisini en yüksek noktaya taşıdığı" iddiası, - Kapitalizmin "güçlülerin zayıfların üzerine basarak daha da güçlenmelerini" öngörmesi, - Stalin'in zalim çalışma kampları, - Üçüncü dünya ülkelerinin emperyalist ülkeler tarafından acımasızca sömürülmeleri, insanlık dışı muamelelere maruz kalmaları, sözde bilimsel bir kılıf kazanmıştır.

Darwinizm, Vahşeti Kendince Meşrulaştırır
Komünizm ve faşizm insanlık düşmanıdır. Yakıp yıkmayı, insanlara korku, endişe, elem, dehşet yaşatmayı, kendi ülkesinin askerine, polisine saldırmayı, masumları göz kırpmadan öldürmeyi emreder. Komünist ve faşist rejim ve örgütlere ortak bir psikoloji hakimdir: Bu sistemde, insani duygular, acıma, insaf etme, vicdan gibi hisler tamamen yok edilir. İnsan toplumları, vahşi hayvanların yaşamak ve beslenmek için savaştıkları katliam arenalarına dönüştürülür. Nasıl vahşi bir hayvan, besin ve yerleşim yeri elde etmek için kendi türüyle kıyasıya bir çatışmaya girerse, insanların da aynı şekilde "hayvanlar" gibi davranmaları öngörülür. Çünkü Darwin'in dogması, onlara aslında bir hayvan olduklarını ve hayvanlar nasıl yaşam için mücadele ediyorlarsa kendilerinin de öyle davranması gerektiğini öğretmektedir.

P.J. Darlington, bir evrimci olarak, Evolution For Naturalists (Natüralistler İçin Evrim) isimli kitabında vahşetin, evrim teorisinin doğal bir sonucu olduğuna ve hatta bunun meşru görülmesi gerektiğine dair batıl inancını şöyle itiraf eder:

Birinci nokta bencillik ve vahşet içimizdeki doğal bir şeydir, en uzak atamızdan bize miras kalmıştır… O zaman vahşilik insanlar için normaldir; evrimin bir ürünüdür.
Bir evrimcinin bu itirafından da anlaşıldığı üzere, Darwin'in evrim teorisini yol gösterici olarak kabul eden ideolojilerin, diğer insanları hayvan olarak algılaması, onlara hayvanlara uygun gördüğü muameleler göstermesi, onlara zulmetmesi kendilerince son derece doğaldır. Çünkü bu kişi, Darwinist ideolojiyi benimseyerek, bir Yaratıcımız olduğunu, kendisinin yeryüzünde bulunuş amacını ve ahirette dünyada yaptıklarından dolayı Allah'ın huzurunda hesap vereceğini unutur. Bunun sonucu olarak da Allah korkusu ortadan kalkan her insan gibi, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen bencil, acımasız bir zalim, hatta gözü dönmüş bir katil haline gelir.


Komünizm, Darwinist Bir İdeolojidir

Komünizmin fikir babaları Marx ve Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı verilen yeni bir yöntemle açıklamaya çalıştılar. Diyalektik, evrendeki tüm gelişmenin, çatışma sayesinde elde edildiği varsayımıydı. Marx ve Engels, bu varsayıma dayanarak tüm dünya tarihini yorumlamaya giriştiler. Marx, insanlık tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu, mevcut çatışmanın işçiler ve kapitalistler arasında geçtiğini ve yakında işçilerin ayaklanıp komünist bir devrim yapacaklarını iddia ediyordu.

Komünizmin iki kurucusunun en belirgin özellikleri ise, her materyalist gibi Allah inancına büyük bir düşmanlık beslemeleriydi. Her ikisi de koyu birer ateist olan Marx ve Engels, dini inançların yok edilmesini komünizm açısından zorunlu görüyorlardı. Ancak Marx'ın ve Engels'in önemli bir eksikleri vardı; daha geniş bir kitleyi etkileri altına alabilmek için ideolojilerine bilimsel bir görünüm vermeleri gerekiyordu. İşte 20. yüzyılda yaşanan acılara, kaosa, toplu kıyımlara, kardeşi kardeşe kırdıran eylemlere ve bölücülüğe imza atan tehlikeli ittifak, bu noktada ortaya çıktı. Darwin'in, Türlerin Kökeni adlı kitabında öne sürdüğü temel iddialar, Marx ve Engels'in aradıkları açıklamalardı. Darwin, canlıların "yaşam mücadelesi" sonucunda, yani "diyalektik bir çatışma"yla ortaya çıktıklarını iddia ediyordu. Dahası, yaratılışı inkar ederek dini inançları reddediyordu. Bu, Marx ve Engels için bulunmaz bir fırsattı.

Darwinizm, komünizm için o kadar büyük bir önem taşıyordu ki, Engels, Darwin'in kitabı yayınlanır yayınlanmaz Marx'a şöyle yazdı: "Şu anda kitabını okumakta olduğum Darwin, tek kelimeyle muhteşem".

Marx ise 19 Aralık 1860 tarihinde Engels'e yazdığı cevabında şöyle diyordu: "Bizim görüşlerimizin doğal tarih temelini içeren kitap, işte budur."

Marx, bir başka sosyalist dostu Lasalle'a 16 Ocak 1861'de yazdığı mektupta ise, "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor." diyerek, evrim teorisinin komünizm için önemini açıklıyordu.

Marx, Darwin'e olan sempatisini ise en önemli eseri olan Das Kapital'i Darwin'e ithaf ederek göstermişti. Kitabın Almanca baskısına el yazısıyla şöyle yazmıştı: "Charles Darwin'e, gerçek bir hayranı olan Karl Marx'tan".

Engels de, Darwin'e olan hayranlığını farklı bir yerde şöyle ifade ediyordu:
"Tabiat metafizik olarak değil, diyalektik olarak işlemektedir. Bununla ilgili olarak herkesten önce Charles Darwin'in adı anılmalıdır."

Engels, Darwin'i, Marx ile eş tutacak şekilde kendince övüyor ve "Darwin nasıl organik doğadaki evrim yasasını keşfettiyse, Marx da insanoğlunun tarihindeki evrim yasasını keşfetti" diyordu.7 Marksizm-Darwinizm bağlantısı bugün herkesçe kabul edilen çok açık bir gerçektir. Karl Marx'ın hayatını anlatan kitaplarda dahi bu bağlantı mutlaka belirtilmektedir. Örneğin, Karl Marx biyografisinde bu bağlantı şöyle tarif edilir:

Darwinizm, Marksist felsefeyi destekleyen, gerçekliğini kanıtlayan ve geliştiren bir dizi gerçeği takdim etti. Darwinist evrimci fikirlerin yayılması, toplumda bir bütün olarak Marksist düşüncelerin emekçi halk tarafından kavranılması için elverişli zemin yarattı… Marx, Engels ve Lenin, Darwin'in düşüncelerine büyük değer verdiler ve bunların taşıdığı büyük bilimsel öneme işaret ettiler, böylelikle bu düşüncelerin yaygınlaşmasına hız kazandırdılar.

Darwinizm ile Marksizm arasındaki bu güçlü bağ, çağdaş evrimciler tarafından da vurgulanır. Evrim teorisinin çağımızdaki savunucularının en tanınanlarından biri olan biyolog Douglas Futuyma, Evrim Biyolojisi adlı kitabının önsözünde "Marx'ın insanlık tarihini açıklayan materyalist teorisi ile birlikte Darwin'in evrim teorisi materyalizm zemininde büyük bir aşamaydı" diye yazarken bunu kasteder. Rus Komünist Devrimi'nin Lenin ile birlikte iki büyük mimarından biri olan Leon Trotsky de "Darwin'in buluşu, tüm organik madde alanında diyalektiğin (diyalektik materyalizmin) en büyük zaferi oldu." yorumunu yapmıştır.

Kanlı komünist diktatörlerden Stalin'in "Genç nesillerin zihinlerini yaratılış düşüncesinden arındırmak için onlara tek birşeyi öğretmeliyiz: Darwinist öğretilerini." sözleri, Çin'de on milyonlarca insanı acımasızca katlettiren, bir o kadarını da açlığa mahkum eden Mao'nun, "Çin sosyalizminin temeli Darwin'e ve evrim teorisine dayandırılmıştır." itirafı, Darwinizm'in kan dökücü Marksist, Leninist, Maocu ideolojilerin ayakta durması için ne kadar hayati olduğunun ispatlarındandır.

Bölücü Terör Darwinist Telkinlerle Beslenmektedir

Güneydoğu'da senelerdir devam eden bölücü faaliyetlerin arkasında Marksist-Leninist-komünist ideoloji bulunmaktadır. Bu ideolojinin temeli ise, yukarıda delilleriyle sunulduğu gibi, Darwinizm'e dayalıdır. Bölücü terör örgütü, terörist olarak yetiştireceği kişilere öncelikle diyalektik materyalizm ve bu felsefenin temeli olan Darwinizm eğitimi vermektedir. Darwinizm olmadan bölücü terörün hayat sahası bulması olanaksızdır. Darwinizm'in insanların bilinçaltına aşıladığı "İnsan, çatışan hayvandır" yalanının bölücü terörün devam etmesinde son derece etkili olduğu açıktır. Darwinizm insanlara kendi "dünya görüşünü" ve "yöntemini" tarif etmektedir. Bu sapkın dünya görüşünün ve yöntemin temel kavramı ise, "kendinden olmayanla çatışmak"tır.

Yaşamı bir çatışma alanı gibi gösteren Darwinist telkinler neticesinde bölücü militanlar, hiç düşünmeden adam öldürebilmekte, bebeklerin, yaşlıların, masumların canlarına kıyabilmektedirler. Askerimizi, polisimizi katletmekte ve her türlü terör yöntemine başvurmaktadırlar.
Kendilerini ve diğer insanları, Allah'ın yarattığı, ruha, akla, vicdana ve anlayışa sahip varlıklar olarak görmedikleri için, hayvanın hayvana yaptığını, birbirlerine ve diğer insanlara yapmaktadırlar. Bu belanın tam anlamıyla son bulabilmesi ise, bu vahşetin temel dayanak noktasının yani Darwinizm'in ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Bir yandan teröre her gün şehitler verirken, bir yandan da resmi olarak evrimi anlatmak büyük bir yanlıştır. Bu, terörün temel kaynağını beslemek demektir. Darwinist yalanların gençlere anlatılması son bulmadıkça terörün önüne geçmek mümkün değildir. Darwinist propagandanın ve ona sırtını dayamış olan diyalektik materyalizmin tahrip edici etkisinin kalkması için, yaklaşık 150 yıldır dünyayı kana bulayan bu köhne teorinin geçersizliği, sahte yöntemleri ve aldatmacaları, modern bilimin ışığında ve bütün açıklığıyla Türk gençliğine öğretilmelidir.

Bu çerçevedeki bir eğitimle, birlik ve beraberliğimizi tehdit eden ideolojilerin hayat damarları kesilmiş olacaktır.

Ne var ki, milletimizi Darwinist yalanlara karşı uyarmak ve bu aldatmacanın tahrip edici etkisini bertaraf etmek için yapılan faaliyetler yıllardır materyalist çevrelerin hedefi olmuşlardır. İlmi mücadeleye, ilmi cevap verilmesi gerekir. Ancak materyalist çevreler sahip oldukları basın yayın organlarını, psikolojik savaşın saldırı aracı olarak kullanmakta, evrim teorisinin çöküşü hakkında bilimsel yayınlara hakaret ve karalama yöntemiyle karşılık vermeye kalkışmaktadırlar. Bilindiği gibi materyalist çevreler, kendilerine aylardır çağrı yapılmasına rağmen tek bir ara fosil ortaya koyamamışlar, Türkiye'nin dört bir yanında sürdürülmekte olan Yaratılış Sergileri karşısında bütünüyle sessizliğe gömülmüşlerdir.

Terör, Bölücü Örgütlerin Vazgeçilmez Bir Yöntemidir

Terör, temeli Darwinizm'e dayanan bölücü ideolojilerin hedefe ulaşmak için kullandıkları en önemli yöntemdir. Komünist liderler terörü vazgeçilmez bir silah olarak taraftarlarına tavsiye etmişlerdir. Bölücü terör örgütlerinin bütün yöntemleri komünist ideolog ve liderlerin tavsiyeleri doğrultusundadır. Bu liderlerden Lenin'in terör talimatları oldukça çarpıcıdır:

Polisleri, askerleri, devlet memurlarını öldürmek, devlet kurumlarında yangınlar çıkarmak... Devletin hazinelerinden paraları almak... Devrimci komünist güçler yenilmez silahlı bir güç olarak ortaya çıkmalı, insanları öldürerek, bombalayarak, binaları havaya uçurarak korku yaymak ve bu şekilde toplum üzerinde komünist diktatörlüğünü teşkil etmek, iktidara ulaşmamızın en önemli unsurlarındandır.

Komünizm ve Faşizm'in Dayanak Noktası Aynıdır: Darwinizm

Yukarıda birkaç örneğini verdiğimiz komünist liderlerin ifadeleri, Darwinizm'in komünizm için taşıdığı önemin delillerindendir. Aynı şekilde faşist liderlerin açıklamaları da, Darwinizm'in faşizm için ne kadar hayati olduğunu gözler önüne sermektedir. Faşist lider Adolf Hitler, ünlü kitabı Kavgam'da, sözde "Ari ırkın doğa tarafından üstün kılındığını" iddia etmiş, bu kitabın ismini seçerken de Darwin'in "yaşam kavgası" fikrinden esinlenmiştir. Hitler, 1933'deki ünlü Nürnberg mitinginde ise, "yüksek ırkın düşük ırkları idare ettiği, bunun doğada görülen ve tek mantıklı hak olduğu" şeklindeki Darwinist görüşü dile getirmiştir. Ünlü evrimci Stephen Jay Gould'un "Almanya'da Darwinizm'in bir savaş nedeni haline geldiği" şeklindeki tespiti ise oldukça önemlidir.

Hitler'in en büyük müttefiki olan Benito Mussolini ise 1935'te başlattığı Etiyopya işgalini Darwin'in ırkçı görüşlerine ve yaşam mücadelesi kavramına dayandıracak, İngiliz İmparatorluğu'nun zayıflamasının nedeni olarak "Evrimin en önemli itici gücü olan savaştan kaçmaya çalışması" yorumunu yapacak kadar koyu bir Darwinistti. Mussolini, bir dönem editörlüğünü yaptığı Sınıf Çatışması isimli derginin ilk sayısında Marx ve Darwin'den, "Geçmiş yüzyılın en büyük iki düşünürü" diye söz etmiş ve Darwinizm'e övgüler yağdırmıştır.

Görüldüğü gibi komünizm ve faşizm, aynı materyalist temellerde buluşan ve aynı odakların icat ettiği sapkın ideolojilerdir. Bu insanlık dışı ideolojilere taraftar toplamak için ilk yapılan, "İnsanın, doğanın ve tesadüflerin ürünü olan bir tür hayvan olduğu" yönündeki Darwinist yalanları toplumlara benimsetmektir. Darwinist eğitim uygulayan toplumlarda bireylerin bir bölümü, manevi ve milli değerlerden uzak kalmış ve materyalist safsataların telkinlerine kendilerini kaptırmış durumdadır. Böyle toplumlarda vefanın, sadakatin, şefkatin ve fedakarlığın hiçbir önemi yoktur. Gençler kendilerine verilen eğitimin bir sonucu olarak, bu dünyada tesadüfler sonucu var oldukları, bir gün yok olup gidecekleri zannına kapılmışlar; birbirinden tehlikeli ve yıkıcı fikirlerin, sapkın akımların ve ideolojilerin peşinden gidebilecek hale gelmişlerdir. Bu kişiler için artık, din, aile, millet, bayrak gibi kutsal kavramlar birşey ifade etmemektedir. Dahası bunlar için insan hayatı da değersizleşmekte, rahatlıkla insan canına kıyabilmekte, öldürdükleri kişilerin sözde birer hayvan olduklarını düşündükleri için de vicdani bir rahatsızlık hissetmemektedirler.

Darwinizm Emperyalizmin de Silahıdır
Darwinizm, dünya emperyalizminin kullandığı bir silahtır. Emperyalist ülkeler, işgal etmek ve boyunduruk altına almak istedikleri ülkelerde "5. kol faaliyeti" olarak manevi gücü kırmaya çabalarlar. Bu faaliyette Darwinizm başrolü oynar. Çünkü Darwinist öğretileri benimseyen toplumlar, emperyalist devletlerin kolayca hakimiyetine girerler.

Osmanlı, son döneminde okullara sokulan Darwinist fikirler neticesinde kimliğini kaybetmiştir. Toplumu birarada tutan manevi değerlerden yoksun bir yönetici kadrosuyla da çöküşe gitmiştir.

Emperyalistler Darwinist öğretileri, "toplumları kamplara ayırıp çarpıştırmak" için kullanırlar. Dünyanın pek çok ülkesindeki faşist-komünist kamplaşmaları, "çatışmanın doğanın sözde bir yasası olduğunu" iddia eden Darwinist telkinlerin ürünüdür. Bu telkinler, gelişme ve ilerlemenin şartıymış gibi gösterilmektedir. Milyonlarca insanın hayatına mal olan Darwinizm'in "yaşamın sözde bir mücadele alanı" olduğu, "ilerlemenin çatışmayla" gerçekleşeceği yalanları, emperyalizmi de güçlendirmektedir.

Darwinist yöntemlerle maneviyattan uzaklaştırılarak kutuplara ayrılan ve güçsüz hale getirilen Müslüman ülkelerin, emperyalist güçlerin güdümüne girmeleri de kaçınılmazdır. Nitekim Sovyetler Birliği döneminde Müslüman Türk devletlerinin uzun yıllar Darwinist-komünist esaretin altında kaldığı gerçeği de unutulmamalıdır.

Emperyalizm, komünizm ve faşizmin görünmez gizli gücü masonlar ise, ideolojilerini destekleyen Darwinizm'i kendi yayınlarında şöyle savunurlar:
Bugün artık en uygar ülkelerden en geri kalmışlarına kadar tek geçerli bilimsel kuram Darwin'in ve onun yolunu izleyenlerinkidir.

Gençlerini Darwinist ve materyalist ideolojiyle yetiştiren bazı milletler, 150 yıldır komünist, faşist veya neo-Nazi diye bilinen saldırgan ve acımasız insanlar üretmektedirler. Sonra da kendi ürettikleri bu suç makinelerinin kan dökmesini, devletine ve milletine düşman olmasını engelleyememektedirler. Bu ülkelerin en büyük hatası, önce Darwinist eğitimle bu suç makinelerini üretmek, sonra da bunları dizginlemek için çaresizce yollar aramaktır.

Oysa yapılması gereken açıktır: Darwinizm ilmi mücadeleyle fikren ortadan kaldırılmalıdır. Bunun yolu ise insanlara sorumsuz bir hayvan olmadıklarını, Allah'ın yarattığı, ruh sahibi, ahirette yaptıklarından hesap verecek bireyler olduklarını anlatmaktır.

Zararlı ideolojilerin kökeni olan Darwinizm'in fikren çökertilmesiyle, ortada sadece tek bir gerçek kalacaktır. O da, tüm insanları ve kainatı Allah'ın yarattığı gerçeğidir. Bunu anlayan insanlar, samimi olarak din ahlakına yöneleceklerdir. İnsanların din ahlakına yönelmesiyle, yeryüzündeki acılar, sıkıntılar, katliamlar, belalar, adaletsizlikler, yoksulluklar gidecek, aydınlık, ferahlık, zenginlik, bolluk, bereket gelecektir.
Bunun içinse batıl olan, insanlığa zarar getiren her fikrin, hak olan, insanlığa güzellik getirecek olan fikirle çürütülmesi ve mağlup edilmesi gerekir. Taşa karşılık taş atmak, yumruğa karşı yumrukla cevap vermek, saldırgana karşı saldırgan olmak çözüm değildir. Çözüm, bunları yapanların fikirlerini çökertmek ve yerine koymaları gereken tek doğruyu sabırla ve güzellikle onlara anlatmaktır.

Çatışmaların, anarşinin, terörün, ayaklanmaların, kargaşanın, zulmün, vahşetin, acımasızlığın, mazlumları ezmenin hayatın kaçınılmaz gerçekleri olduğunu düşünenler yanılmaktadırlar. İnsanlar arasında doğal olan, barışın, huzurun, güvenliğin, kardeşliğin, dostluğun, samimiyetin, hoşgörünün, sevecenliğin, şefkatin, anlayışın, hürmetin hakim olduğu ortamlardır. Bu da ancak Darwinizm'in fikren ortadan kaldırılması ve din ahlakının hakim olmasıyla sağlanabilir.

Modern bilim, 1859 yılında Charles Darwin'in ilkel denecek kadar yetersiz teknik olanaklar ve yoğun bir hayal gücüyle ortaya attığı teorisini çürütmüştür.

Teorinin ortaya atıldığı günden bugüne kadar geçen yaklaşık 150 yılda yapılan kazılarda 250 bin türe ait yaklaşık 100 milyon fosil çıkarılmasına rağmen, bunlardan bir teki bile Darwin'in iddialarını desteklememiştir. Darwin'in teorisinin ispatı için mutlaka mevcut olması gerektiğini belirttiği ara canlılara ait fosiller hiçbir zaman bulunamamıştır. Çünkü böyle canlılar gerçekte hiçbir zaman var olmamışlardır. Karıncalardan ağaçlara, yarasalardan köpek balıklarına kadar çok çeşitli türlere ait milyonlarca yıllık fosiller mevcuttur ve bunlar, canlıların evrim geçirmediklerini net olarak ispat eden somut delillerdir.

Darwin'den çok sonra ortaya çıkan moleküler biyoloji, biyokimya, mikrobiyoloji, biyomatematik, moleküler genetik gibi çok sayıda bilim dalı, canlılığın tesadüfen meydana gelemeyeceğini ve canlıların birbirlerinden evrimleşmelerinin söz konusu olmadığını ortaya koymuştur.

Bilim, yaşamın kökeninde astronomik miktarlarda bilgi bulunduğunu, DNA'nın adeta harf harf yazılmış ciltler dolusu ansiklopediye benzediğini,
hücrenin "moleküler makineler"den meydana geldiğini keşfetmiştir. Bunların tesadüflerle ve yavaş yavaş gelişerek meydana gelemeyeceği ispat edilmiştir.

Biyomatematik alanında yapılan hesaplamalar, yaşamın bu kompleks yapısının tesadüflerle meydana gelme ihtimalinin "0" (sıfır) olduğunu kanıtlamıştır. Tek bir proteinin bile tesadüflerle ortaya çıkma ihtimalini 10 üzeri 950'de 1 olarak hesaplayan matematikçiler, Darwinizm'e en büyük darbelerden birini vurmuşlardır.

Darwin'in bir evrim mekanizması olarak tanıttığı doğal seleksiyon kavramının, evrim iddialarıyla hiçbir ilgisi olmadığı, evrimleştirme gibi bir etkisinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Uzun yıllar denizden karaya geçiş hikayesi için delil olarak gösterilen Coelecanth isimli canlının günümüzde de yaşamakta olan normal bir balık olduğu görülmüş, kuşların atası olarak tanıtılan Archæopteryx’in bir ara canlı olmayıp, soyu tükenmiş bir kuş olduğu ispat edilmiş, At Serisi diye tanıtılan fosillerin gerçekte atlarla hiçbir ilgisi olmadığı, farklı dönem ve coğrafyalarda yaşayıp soyu tükenmiş canlılara ait olduğu ispat edilmiş, insanın atası olarak gösterilen bir avuç kafatasının ve kemik parçalarının gerçekte "ya soyu tükenmiş maymunlara ya da normal insanlara" ait olduğu kanıtlanmış, canlıların başka canlılara dönüşmesi için temel mekanizma olarak tanıtılan mutasyonların canlılar üzerindeki etkisinin "tahrip veya ölüm" olduğu, değil evrimleştirmek sağlam canlıları bile yok edici bir fonksiyonu olacağı anlaşılmıştır. Burada sayılanlar gibi pek çok gerçek sebebiyle evrim teorisi çökmüştür.




sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

12 Temmuz 2011 Salı

Yüce Allah'ın Yarattığı Mucizevi Canlılar: Zehirli Hayvanlar

Yeryüzünde yaşayan hayvan türleri içinde bazıları oldukça öldürücü zehirlere sahiptir. Yüce Allah’ın özel bir hikmet üzere yarattığı zehirli hayvanlar, sahip oldukları renkleri ve zehirlerinin gücü ile Rabbimiz’in sanatı, sonsuz aklı ve üstün kuvvetinin tecellilerindendir.

Dünyanın en zehirli hayvanları hangileridir?

Zehirin hayvanlara ne gibi faydaları vardır ? Hayvan zehirlerinin insanlar açısından taşıdığı hikmetler nelerdir? En Zehirli Kurbağalar

Dorg Poison Frog (phyllobates terribilis)

Kolombiya’nın yağmur ormanlarında yaşayan dünyanın en zehirli kurbağası 150 insanı ya da 30.000 fareyi öldürebilecek miktarda zehiri derisinin üzerinde taşır. Zehiri 2 dakika içinde canlıyı öldürür.

Kokoi Zehirli Ok Kurbağaları

Kolombiya ve Güney Amerika’da yaşayan bu kurbağaların ölümcül zehirleri derilerinin üzerindedir. Bu kurbağalar parlak renklerine rağmen düşmanlarından saklanma gereği duymazlar. Çünkü derilerindeki salgı bezlerinden salgılanan zehirin yalnızca 0,0001 gramı bile bir insanı öldürebilecek derecede güçlüdür.
En Zehirli Kertenkele

Amerika’da Arizona’nın Gila nehri vadisinde yaşayan 60 santim uzunluğu ile oldukça iri olan Gila kertenkelesi (Heloderma suspectum) dünyadaki en zehirli kertenkele türüdür. Bu canlının ölümcül özelliği dişlerindedir. Kurbanını ısırdığı zaman alt çenesindeki bezlerin salgıladığı zehir ağzına dolar ve yavaş yavaş dişlerindeki oluklara sızar. Eğer ısırığı tedavi edilmezse öldürücüdür.

En Zehirli Yılanlar

İstatistikler dünyada bir yılda meydana gelen yaklaşık üç milyon yılan ısırma olayının 100 bininin ölümle sonuçlandığını ortaya koymuştur. Bunun dışında yılanın ısırdığı binlerce kişi de kangren olmakta veya birçok fiziksel hastalıklara maruz kalmaktadır. Bu yılanlar içinde en zehirlileri şunlardır:

En Zehirli Kısa Yılan

Boyu sadece 20 cm olan ve Namibya’da yaşayan Namaqua ya da diğer adıyla Benekli Engerek (Bitis schneideri) en kısa boylu zehirli yılanlardandır.

En Uzun Sivri Dişlere Sahip Yılan
50 mm’lik dişlere sahip olan Afrika’nın en zehirli yılanları arasında yer alan Gaboon çıngıraklı yılanı, 30 yetişkin kişiyi öldürecek derecede zehir püskürebilir.

En Uzun Boylu Zehirli Yılan

Güneydoğu Asya’da ve Hindistan’da yaşayan ve boyu 6 metreye ulaşan Kobra (Ophiophagus hannah) yılanının bir ısırığı bir fil ya da 20 insanı öldürmeye yeterlidir.

En Ölümcül Yılan
Avustralya’da yaşayan Inland Taipan adlı yılan türü dünyada karada yaşayan yılanlar arasında en güçlü zehire sahip olanıdır. Kobra yılanından 100 kat, Kara mambadan 50 kat güçlü olan bu yılan türünün zehiri 5 metre uzaktan etkilidir. Bir ısırığı ise 100 insanı öldürebilecek güce sahiptir.

En Zehirli Böcekler En Zehirli Akrep

Ortadoğu’da yaşayan ve sarı akrep olarak bilinen Death stalker adlı akrep türünün oldukça güçlü bir zehiri vardır. Bu zehirin 1 miligramı 15 bin fareyi öldürebilir. Ayrıca bu zehir yetişkin bir insanı 1 saatte öldürebilecek kadar güçlüdür.

En Zehirli Örümcek

2-3 cm boyunda olan ve Sydney Funnel adlı örümcek türü, 2 metre uzağa sıçrayabilir, 1 mg’lık zehiri 10.000 fareyi öldürebilir. Ayrıca zehiri bir insanı ısırdıktan yarım saat sonra onu öldürebilecek kadar güçlüdür.

Okyanuslardaki Zehirli Canlılar En Zehirli Balık

Dünyanın en zehirli balığı Hindistan’ın Büyük Okyanus sularında yaşayan Taş balığıdır (Synanceia verrucasa). Balığın güçlü nörotoksik içeren yüzgeçleriyle doğrudan temas ölümle sonuçlanabilir.

Balonbalığı:

Japon balığına benzeyen görüntüsüne rağmen çok zehirli olan bu balık, güçlü bir Btatrodotoksin (TTX) ihtiva ettiğinden kas felci yaparak nefes darlığı oluşturmakta ve dolaşım yetmezligine bağlı ölümle sonuçlanabilen zehirlenmelere sebep olabilmektedir. Bu balığın zehiriyle 24 saat sonra kurbanı ölür.
Aslan Balığı (Pterois)

Hint Okyanusu ve Büyük Okyanusta mercan kayalıkları arasında yaşayan bu zehirli balık türünün üst kısımlarında bulunan iğnelerin insan ile teması sonucunda birkaç gün süren yanma, terleme ve solunum güçlüğü görülebilir.

Trakonya Balığı

Ortalama 17-18, en çok 35-40 santimetre boya ulaşan kaygan derili bu balığın iğnelerinin zehir gücü çok yüksektir. Bu nedenle yaşlılar, çocuklar veya kalp hastalarında ölüme neden olabilir. İğnesinin battığı yerde kızarma şişme görülür, yüksek dereceli ağrı hissedilir. Kol ve benzeri uzuvlara batması sonucu kısmi veya kalıcı felç olabilir.
Liproz (İskorpit) Balığı

Büyük kafalı bir balık olan iskorpitin kafasında birçok diken ile girinti ve çıkıntı bulunur. Birinci sırt yüzgecinde on bir, arka yüzgecinde üç, karın yüzgecinde bir dikeni zehir taşır.
Mermer Yüzeyli Salyangoz:

Kabuğunun görünümü mermere benzeyen bu küçük canlı oldukça güçlü bir zehire sahiptir. Çünkü zehirinin bir damlası bile anında yirmi kişiyi öldürmeye yeterlidir.

En Zehirli Denizanası (Chironex fleckeri)
Avustralya’nın kuzey sahillerinde yaşayan bu deniz anası türü normal bir denizanasının zehrinin 350 kat fazlasına sahiptir. 3 metreyi bulan dokunaçlarının üzerinde çok sayıda zehirli iğne vardır. 60 adet dokunaça sahip olan bu canlının her bir dokunacı yaklaşık 5 milyara yakın yakıcı kapsül taşır. 70 insanı öldürecek kadar zehir taşıyan deniz anasının dokunaçlarına temas edilmesi ölümcül sonuçlara sebep olur.
En Zehirli Ahtapot

Avustralya’da yaşayan ve iki türü olan (hapalochlaena maculosa ve hapalochlaena lunulata) mavi ahtapot yaklaşık 15 cm’lik boyutuna rağmen dünyanın en öldürücü zehirlerinden birini salgılar. Başının iki yanında avını öldürmek amacıyla bulunan tükürük bezlerinden salgıladığı zehirli karışım avını ısırdığı zaman avın doğrudan solunum sistemini hedef alır. 4 saniye içinde sinir hücrelerinin işlevini durdurur ve 2.5 dakika içinde avını öldürür. Ahtapot yumurtadan çıktıktan 10 gün sonra bir fili öldürecek derecede kuvvetli olan bu zehirini bir günde üretir.
Yüce Allah Zehirli Hayvanları Özel Bir Hikmet Üzerine Yaratmıştır

Zehirli hayvanlar Yüce Allah’ın eşsiz yaratmasının delillerinden biridir. Yüce Rabbimiz, canlılardaki mucizevi özellikleri kullarına şöyle bildirmektedir:
“Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır...” (Mü’minun Suresi, 21)

Zehirli Hayvanlar Zehirlerini Savunma ve Avlanma Amacıyla Kullanırlar
Yılanlar zehirlerini savunma amacından çok avı kontrol altına almak ve öldürmek için kullanırlar.

Örümceklerin gözlerinin önünde iki güçlü kıskaç vardır. Bu kıskaçlar örümceğin hem savunma hem de avlanma silahlarıdır. Her kıskacın gerisinde öldürücü zehirini, zehir çengelinin içine akıtan bir zehir bezi vardır. Örümcek, avını hareketsiz bırakmak istediği zaman kıskaçlarını avına batırır. Ardından kıskacın içindeki deliklerden kurbanının vücudunun içine zehir pompalar.

Kutu denizanası zehirli kollarını savunma amacıyla kullanır.

Mavi denizanası ise zehirini en önemli besini olan karidesleri avlanmak için kullanır.

Zehirli Hayvanlar İnsana Acizliğini Hatırlatır

Zehirli hayvanlarla temas insanlarda sakatlıklara veya ölüme sebep olur. İnsana göre onlarca kat daha küçük olan bu canlıların dokunaçları, zehirli dişleri veya vücutlarındaki dikenleri ile salgıladıkları zehirin insan vücuduna girmesi sakatlığa, hatta ölüme sebep olabilir. Allah dileseydi bu zehir insanlara hiç zarar veremezdi. Ancak insana bu canlılar vesilesiyle acizliğini hatırlatmakta ve Zatı’nın gücünü kudretini bir kez daha hatırlatarak, onlara razı olacağı bir kul olmalarını emretmektedir. Yüce Allah’ın insanlara uyarı olarak gönderdiği Kuran-ı Kerim’de bu konu şöyle bildirilmiştir:
“Ey insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır.” (Fatır Suresi,15)

Hayvanların Zehirleri Bazı Hastalıklara Şifa Olur

Zararlı ve çirkin olarak görülen zehirli hayvanlar aslında birer yaratılış harikasıdır. Çünkü Yüce Allah bu canlıların bedeninde mükemmel ve oldukça hassas çalışan kimya lâboratuvarları yaratmıştır. Bu laboratuvarlar yapılan araştırmalara göre tedavi edilemeyen birçok hastalığa şifa olabilecek kimyasallar üretmektedir. Örneğin arıların zehirleri romatizmal hastalıkların tedavisinde kullanılır. Yılanların zehirlerinde bulunan proteinler ise damar içinde pıhtı oluşumunu (thrombozis) engellemekte, eklem iltihabı (artrit), kanser ve diğer birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Örümceklerin avlanmak için kullandıkları zehirde bulunan bir peptid molekülü ise kalp atışlarındaki ritmi azaltarak çarpıntıya engel olmakta, kan basıncının düşürülmesinde ve diğer kalp-damar hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Yüce Allah zehirle anti-serumu, hastalıkla şifayı, problemle çözümü iç içe yaratarak kullarına yaratma sanatındaki çeşitliliği ve sunduğu çeşitli nimetleri bir kez daha hatırlatmaktadır. Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği nimetlerin çeşitliliğine bir ayette şöyle dikkat çekilir:
“Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nahl Suresi, 18)

Zehirli Hayvanlar Yüce Allah’ın Yarattığı Mucizevi Canlılardır

Kuran’da Yüce Allah insanları, doğayı incelemeye ve buradaki “ayetleri” yani Yaratılış delillerini görmeye çağırır. Çünkü evrendeki canlı-cansız tüm varlıklar, “yaratılmış” olduklarını gösteren işaretlerle doludur ve kendilerini Yaratan’ın güç, bilgi ve sanatını göstermek için vardırlar. İnsan, aklını kullanarak bu işaretleri görmek ve Allah’ı tanımakla sorumludur. Tüm kainat gibi zehirli hayvanlar da, Rabbimiz’in ayetlerini taşıyan, bu nedenle dikkat edilmesi, incelenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken canlılardır. Allah Kuran’da şöyle bildirir:
“Şüphesiz, mü’minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 3-4)

Allah’ın Yarattığı Delilleri Görebilmenin Önemi

Bilim adamları yıllardır zehirli canlılardaki şaşırtıcı özelliklerin nasıl ortaya çıktığını araştırmaktadırlar. Bu canlılar nasıl olup da bir kimya laboratuvarı gibi çalışarak bu zehiri üretmekte, bu zehiri savunma veya avlanma amacıyla kullanmaları gerektiğini bilmektedirler? Bu canlıların ortaya çıkışları ve sahip oldukları özelliklerle ilgili soruların tek bir cevabı vardır. Yeryüzündeki tüm canlılar Allah tarafından yaratılmıştır. Bu, çok açık ve kesin bir gerçektir. Zehirli hayvanların zehirlerinin sahip olduğu özellikler, bunların tıp alanında kullanılması bize bu olağanüstü düzeni yaratmış olan Yüce Allah’ın benzersiz sanatını ve gücünün sınırsızlığını tanıtan ayetlerden, yani delillerdendir. Önemli olan bu ayetleri görebilmek ve Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü takdir edebilmektir. Allah bunu takdir edemeyen kişilerin durumunu Kuran’da şöyle haber vermektedir:
“Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar.” (Yusuf Suresi, 105-106)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Yılda 50.000 Göktaşı Atmosferde Nasıl Eriyor?


Evrende her an hareket halinde olan irili ufaklı milyonlarca göktaşı (meteor) vardır. Bunların bir gezegen ya da yıldıza çarpması sonucunda oluşabilecek etkiyse, göktaşının büyüklüğüne göre değişmektedir. Bilim adamlarının araştırmalarına göre, her yıl bu göktaşlarından ortalama 50.000 tanesi Dünya’nın atmosferine girmektedir.

Yalnızca Dünya'ya özgü olan atmosfer tabakası, içerdiği oksijen sayesinde göktaşlarının sürtünmeyle alevlenmesini ve bu şekilde yere çarpıncaya kadar büyük kütle kayıplarına uğramasını sağlamaktadır. Bir başka deyişle atmosferin koruyucu etkisi sayesinde Dünya her gün yaşanması olası felaketlerden korunmaktadır.

Atmosferin bu koruyucu özelliği, yeryüzünde insanların ve diğer tüm canlıların yaşamını mümkün kılan çok hassas dengelere sahip yaratılış delillerinden biridir. Ancak bu koruyucu özellik, onu dev göktaşlarına karşı aşılmaz bir engel kılmamaktadır. Bu durum, aslında insanın ne denli aciz olduğunu ve Rabbimiz’in muazzam koruması olmasa Dünya üzerinde her an bir felaket yaşanabileceğini gözler önüne sermektedir.

Dünya’ya Düşen Göktaşlarına Örnekler…

- Daha önce Dünya'ya düşen bazı göktaşlarının Dünya'nın jeolojik ve ekolojik yapısında, önemli değişikliklere neden olduğu bilinmektedir. Bunlardan biri 20. yüzyıl başında 30 Haziran 1908 tarihinde Sibirya'nın Tunguska bölgesine düşen 60 km. çapında olduğu tahmin edilen göktaşıdır. Bu göktaşı 2000 km2'lik ormanı yok etmiş ve Hiroşima'ya atılan atom bombasının bin katı büyüklüğünde bir patlamaya neden olmuştur. Söz konusu bölgede hiç kimsenin yaşamaması mutlak bir felaketi engellemiştir. Tahminlere göre aynı taş, örneğin Eyfel Kulesinin tepesine düşmüş olsaydı, tam on milyon kişinin yok olmasına neden olacaktı.

- Bir başka ünlü meteor, ABD'nin Arizona Eyaletindeki Barringer Meteor Krateridir. 1.2 kilometre çapındaki 50.000 yıllık kraterin, çapı 30 ila 100 metre arasında bir göktaşının eseri olduğu düşünülmektedir. Patlamada açığa çıkan enerjinin ise 3,5 milyon ton TNT'ye (patlayıcı türü) denk olduğu hesaplanmıştır. Bir göktaşı ne kadar çok metal içeriyorsa yıkıcılığı da o kadar fazla olmaktadır. Bu nedenle Arizona Eyaletine düşen göktaşının -ebat olarak çok büyük olmamasına karşın- böyle bir patlama meydana getirebilmesi büyük ölçüde içerdiği metal elementlerden kaynaklanmaktadır.

Dünyanın Yakınından Geçen Göktaşları

- 8 Mart 2002'de dünyaya 450.000 kilometre uzaklıktan 50 ila 100 metre çaplı bir asteroid geçmiştir. Bu uzaklık, Dünya'nın Ay'a olan uzaklığının sadece 1,2 katıdır. Asteroid eğer Dünya'ya çarpmış olsaydı kuvvetli bir nükleer bomba etkisinde patlama meydana getirecekti.

- 22 Haziran 2002'de ise bir futbol sahası büyüklüğünde bir asteroid çok daha yakından, yalnızca 120.000 kilometre uzaklıktan ve saatte 37.000 kilometre hızla geçmiştir. Lincoln gözlemevi başkanı Grant Stokes "Bu çok ama çok yakın bir geçişti... Göktaşı istatistikleri ele alınacak olursa, belki de senede 50 kez, 100 metre çapında göktaşları Dünya ile Ay arasında bir noktadan geçiyor." dedi.
Teknoloji Göktaşlarını Engellemede Yetersiz Kalıyor

Örnek olarak verdiğimiz iki asteroid de Güneş'in bulunduğu açıdan gelmiş ve parlaklık yüzünden ancak birkaç gün sonra fark edilebilmiştir. Kör nokta olarak tabir edilen bu açıdan Dünya'ya çarpacak bir göktaşını önceden haber alma imkanı kesinlikle bulunmamaktadır. Ayrıca muhtemel bir çarpışmanın şekli ve zamanı doğru olarak belirlense bile günümüz teknolojisi bunu engellemede tamamen yetersiz kalmaktadır.

Dünya Yüce Allah’ın Koruması Altındadır

Galaksimizde trilyonlarca asteroid (küçük gezegen), gezegen ve kuyruklu yıldız gezinmektedir. Böyle bir ortam içinde her an bir göktaşı düşüp Dünya'ya zarar verebilecekken Dünya’nın özel bir atmosferle korunması çok büyük bir mucizedir. Bu Allah'ın kulları üzerindeki korumasının ve şefkatinin bir tecellisidir. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar." (Enbiya Suresi, 32)
Unutmamak gerekir ki; yeryüzünde veya uzayda meydana gelebilecek her türlü olay, şüphesiz Yüce Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir ve atmosferi sebep kılarak Dünyamızı koruyan Rabbimiz, bu gibi tehlikelerden bizleri her an korumaktadır. Bu önemli gerçek, Kuran’da şöyle bildirilmektedir:

“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır.” (Fatır Suresi, 41)

1 Asteroid Impact Risk: ESA Unveils Proposed Missions to Study Near Earth Objects 27 Eylül 2002, spaceref.com

2 Hürriyet Gazetesi, 17 Ağustos 1997

3 Beyond 2000.com: Crater Face 28 Ekim 2002

Dinozorlar Nasıl Yok Oldu?

Göktaşları iklimde önemli değişiklikler meydana getirerek canlılar üzerinde önemli rol oynar. Dinozor soyunun günümüzden 65 milyon yıl önce aniden yok olmasına, dev bir göktaşı çarpışmasının ve bunun ardından yaşanan iklim değişikliklerinin sebep olduğu düşünülmektedir. Bu teoriyi desteklediği söylenen en önemli bulgu, 1990 yılında gerçekleşmiştir. Meksika'da Yucatan yarımadasında 180 kilometre çapında bir krater bulunmasının ardından yapılan araştırmalarda, bu krateri oluşturan göktaşının 10 kilometre çapında olduğu tahmin edilmiştir. Son yapılan bilgisayar hesaplamalarına göre çarpışma anında tam 18.000 kilometreküp kaya ve toprak bir anda erimiş ve dinozorlar da dahil olmak üzere canlı türlerinin % 70'i bu dönemde ortadan kalkmıştır.





sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

8 Temmuz 2011 Cuma

Dünyadaki Atmosferi Koruyucu Mikro Canlılar: Fitoplanktonlar

“Dünyanın akciğerleri nelerdir?” diye bir soru sorulsa buna her zaman için “bitkiler ve ormanlar” cevabı verilecektir. Ancak %70’i su olan Dünyamızda ormanların oranı %10’u bile bulmaz. Fakat yine de birçok in-sanın ormanların ihtiyacımız olan oksijenin tamamını karşıladığı yolunda ortak bir kanaatleri vardır. Oysa atmosferin temizlenmesinde ormanlardan daha etkin olan bir canlı grubu vardır. Gözle görülmeyen bu canlı grubu fitoplanktonlardır.
•Fitoplanktonların özellikleri nelerdir?
•Fitoplanktonlar hangi sebeplerden dolayı önemlidirler?

Deniz altındaki pek çok canlının temel besini bitkisel ve hayvansal olarak ikiye ayrılan planktonlardır. Planktonların varlığında bir azalma, balinalardan küçük deniz canlılarına kadar pek çok canlı için tehlike oluşturur. Bu mikroskobik canlıların önemi sadece bununla sınırlı değildir. Özellikle bitkisel planktonlar, dünya üzerindeki çeşitli dengelerin sağlanmasında önemli görevler üstlenmişlerdir.

Fitoplanktonlar bitkisel planktonlardır ve temel olarak deniz akıntılarıyla sürüklenen tek hücreli mikroskobik organizmalardan oluşurlar. Bu canlılar, genellikle okyanus yüzeylerinde yaşamakla birlikte, göl, gölet, nehir ve derelerde de bulunmaktadırlar. Boyutları 0,002-1 mm arasında değişen ve sahip oldukları klorofil nedeniyle yeşil renkli olan bu canlıların gözle görülebilmesi mümkün değildir. Kutup bölgelerine yakın soğuk sularda çoğalan fitoplanktonlar buradan tüm okyanuslara yayılarak Yüce Allah’ın kendilerine emrettiği çok önemli görevleri yerine getirirler.

Fitoplanktonlar Dünyanın Oksijen İhtiyacını Karşılar

Bütün canlıların hayatlarının devamı ve büyüyüp gelişmeleri için, enerjiye ihtiyaçları vardır. Bilindiği gibi canlıların enerji ihtiyacı güneşten karşılanır. Güneşten gelen enerji bitkilerin bünyesinde olan klorofil hücreleri sayesinde kimyasal enerjiye dönüşür ve bu sırada inorganik maddelerden organik maddeler oluşur. Diğer canlılar ise besin ve enerji ihtiyaçlarını bitkileri yiyerek karşılarlar. Bitkilerin gerçekleştirdiği bu olay, fotosentez olarak adlandırılır. İşte fitoplanktonlar karadaki bitkilerin yaptığı bu işlemi klorofil pigmentleri sayesinde okyanuslarda yapar. Bu mikro canlılar, yaptıkları fotosentez işlemleri sırasında havadaki karbondioksiti emer ve ihtiyacımız olan oksijenin % 80’den fazlasını atmosfere verir. Yaşam süreleri bir ya da iki gün ile sınırlı olan ve mikroskop yardımı olmadan göremediğimiz fitoplanktonlar dünya üzerindeki bitkilerin ürettiği oksijenden çok daha fazlasını üreterek dünyanın temel oksijen kaynağını oluştururlar.

Şüphesiz yaşamımızı devam ettirmemizi sağlayan bu detaylı ve kusursuz sistemi yaratan Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’tır.
“Gece ile gündüzün art arda gelişinde (veya aykırılığında), Allah’ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 5)
Fitoplanktonlar Bulutların Oluşmasında Rol Oynayan “Dimetil Sülfür” Adlı Maddeyi Atmosfere Verirler
Fitoplanktonlar, iklimin ılımanlaşması ve bulutların şekillenmesinde önemli bir rol üstlenen kükürt temelli bir bileşik olan dimetil sülfürün (DMS) sentezlenmesinden de sorumludurlar. Dimetil sülfür, “Kokkolifor” adı verilen fitoplankton grubu tarafından atmosfere verilir ve denizin hemen üstündeki havada oksijenle reaksiyona girerek katı taneciklere (sülfat) dönüşür. Su buharı, sülfat içinde yoğunlaşarak bulutları meydana getirir. Bu bulutlar da güneşten gelen radyasyonu geri yansıtarak gezegeni olması gerekenden daha soğuk, yani şimdiki ısısında tutar. Dolayısıyla bu canlılar, gezegenin ısısını dengeleyecek kadar etkili ve önemli bir özelliğe sahiptirler.

Atmosfer ısınmaya başladığında fitoplanktonların aktivitesi artar ve DMS, yani dimetil sülfür gazı üretmeye başlarlar. Bu küçük canlıların bu maddeyi nasıl ve neden ürettikleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Bir görüşe göre DMS hücrenin salgıladığı bir atık maddedir. Diğer bir iddiaya göre de hücreler zarar gördüklerinde düşmanlarına karşı korunmak için toksik, yani zehirli bir asit salgılamaktadırlar. Virüs veya planktonların saldırılarına uğrayan fitoplanktonlar, işte bu nedenle büyük miktarda DMS salgılar. Bu hipotez doğrulansa da bir fitoplanktonun bu maddeyi neden bazı zamanlarda fazla miktarda bazı zamanlarda da az miktarda salgıladığı henüz anlaşılamamıştır. Bu canlının söz konusu maddeyi salgılaması, daha çok ihtiyaca yönelik olmaktadır. Fitoplanktonlar, sıcaklığa göre üretim miktarını değiştirmektedirler. Hedef, yeryüzünün soğutulması olduğundan fitoplanktonlar, DMS üretimini tropik bölgelerde daha fazla, daha soğuk bölgelerde daha az yapmaktadırlar. Ellbette bu canlıların bu maddeyi çevrenin ihtiyacına göre algılayıp salgılaması mümkün değildir. Bu canlıların sahip oldukları bu bilinç, Yüce Allah’ın üstün aklı ve ilminin tecellisidir. Bu gerçek, bir Kuran ayetinde şöyle haber verilir:
“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir.” (Enam Suresi, 102)

Fitoplanktonlar Karbon Dengesinin Korunmasından Sorumludur

Yılda yaklaşık iki milyar tonun üzerindeki karbon, okyanuslarda yaşayan fitoplanktonlar aracılığı ile emilir. Bitkilerin daha hafif olan “karbon 12” içeren gazları kullanmaları ve bu durumda “karbon 13” gazının atmosferde birikmesine rağmen okyanusların karbon gazı konusunda seçici olmaması ve deniz suyunda çözünmüş karbondioksiti fotosentezle bünyelerine alma oranının yüksek olması atmosferin temizlenmesinde önemli bir rol oynar. Karbondioksit özellikle soğuk okyanus sularında kolayca çözünürken fitoplanktonlar ve deniz bitkileri hızla çözünmüş karbonla beslenerek atmosferin temizlenmesine önemli katkı sağlarlar. Bilindiği gibi karbondioksit, toplam sera etkisinin tek başına %50 kadarından sorumludur. Atmosferdeki karbondioksit miktarının ve dolayısıyla sera gazı seviyesinin kontrolünde, fitoplanktonların büyük bir payı vardır. Yüce Allah bu canlıların sayısını çok fazla yaratarak atmosferdeki karbon dengesinin sağlanmasına vesile olur.

Rabbimiz yaratışındaki üstünlüğü bir Kuran ayetinde şöyle haber vermiştir:
“… Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır.” (Talak Suresi, 3)
Fitoplanktonlar Okyanuslardaki Sudaki Organik Maddeleri Büyük Miktarda Artırırlar ve Besin Zincirinin Temelini Oluştururlar

Fitoplanktonlar sudaki organik maddelerin miktarını arttırarak suda yaşayan organizmaların besinlerini de artırırlar. Dolayısıyla alglerin bulunduğu sular son derece verimli ve diğer canlıların yaşaması için oldukça elverişlidir. Aynı zamanda suların yenilenmesi açısından da temizleyici bir rol oynarlar. Doldurucu, hatta yapıcı özelliklere sahip olanlar, kıyı ve diplerin biçimini ve niteliğini değiştirirler.

Fitoplanktonlar suda yaşayan diğer bitkilerle birlikte besin zincirinin ilk basamağını oluşturur. Pek çok balık türünün yaşaması için temel besin kaynağı olan bu canlılar, balıkların yanı sıra böcekler, su kuşları, foklar, penguenler ve balinaların da besin kaynağıdır. Özellikle Kuzey Pasifik Okyanusu ve Bering Denizi fitoplankton sayısının fazla olduğu bölgeler oldukları için diğer canlı türlerinin de sayısı artmakta ve bu bölgeleri tür açısından son derece zengin hale getirmektedirler.

Atmosferin Dengesinin Korunmasında Büyük Görevler Üstelenen Fitoplanktonları Yaratan Yüce Allah’tır
Yeryüzünün oksijen ve aynı zamanda besin kaynağı olan, bulutların oluşumuna etki ederek iklimi düzenlemede önemli görevler üstlenen fitoplanktonlar, denizdeki en küçük canlıdan kara üzerinde yaşayan en büyük hayvana, hatta insana kadar tüm varlıklara çeşitli şekillerde fayda getiren üstün bir yaratılış harikasıdır. Sadece kendi hayatını devam ettirmekle kalmaz, başka canlıların bedenlerine girip onlara da fayda sağlarlar. İşte bütün bunlar, Allah’ın mutlak varlığını görmek isteyenler için büyük ve benzersiz delillerdir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: “Allah, herşeyin Yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.”” (Ra’d Suresi, 16)

Fitoplanktonlar Endüstride Nasıl Kullanılıyorlar?

Bazı fitoplanktonlar, temel enerji olarak ışık ve CO2 kullanırlar. Kimileri ise basit organik maddelerden kompleks organik maddeler üreterek bunlarla beslenirler. Bu mikro canlıların kullandıkları ve ürettikleri enerjinin miktarını anlayabilmek için şu örneği verebiliriz. Atlantik Okyanusu’ndaki günlük enerji zincirinde, bir yaz gününde okyanus yüzeyine güneşten ulaşan enerji miktarı 2 milyar kaloridir. Bu enerjinin %99.5’i yansıtılır ve dağıtılırken sadece %0.5’lik bir oran 1.670.000 gr. besin üretmek amacıyla fitoplanktonlar tarafından kullanılır. Bu canlılar, bunun %32’sini karbondioksit olarak alır, %8’ini ise organik madde olarak eritir ve dışarı atarlar. %8’lik oran, gezegenin ihtiyacı olan organik madde miktarıdır. Söz konusu döngü ile bu organik madde diğer canlılara iletilmiş olur.

Fitoplanktonların sahip oldukları bu özellikler, onların çok yönlü olarak kullanılmasını sağlar. Çeşitli yiyeceklerin, ilaçların ve diğer endüstriyel ürünlerin kullanımında doğrudan kullanıldıkları gibi, çeşitli ürünlerin yapımında da çok önemli bir etkendirler. Bu ürünler, çeşitli yiyeceklerin, tıbbi ve kozmetik ürünlerinin yapımında da kullanılmaktadır. Allah, bu küçük canlıyı, pek çok faydaya vesile kılmıştır. Elbette bu, üstün güç sahibi Yüce Rabbimiz’in büyüklüğünün bir başka önemli delillerinden biridir.

Diatomlar Yüce Allah’ın Nimet Olarak Yarattığı Çok Özel Bir Fitoplankton Türüdür

Atmosferin korunması ve ekolojik açıdan önemli görevler üstlenen fitoplanktonları oluşturan tek hücreli suyosunlarına örnek olarak, yüzeyleri geometrik biçimlerle bezeli olan silisli kapsülleri sayesinde kolaylıkla tanınan, diatomlar gösterilebilir. Binlerce yıl önce denizlerde ölen diatomlar petrol yataklarının kaynağını oluşturmaktadır. Diatomlar ayrıca pek çok balık ve balina gibi suda yaşayan canlılar için önemli bir besin kaynağı oluşturmaktadır. Aynı zamanda balık yağında bulunan D vitaminini de sağlamakla sorumludurlar. Allah bu küçük canlıyı balığa rızık olarak yaratmış, ardından onu balığa ve balığı besin olarak kullanan insana yararlı hale getirmiştir. Bilindiği gibi, balık yağı insanın gelişimi için oldukça değerli bir besindir.

Bunların yanı sıra diatomlar endüstriyel olarak da kullanılmakta ve çeşitli maddelerin filtre edilmesini ve yalıtılmasını sağlamaktadırlar. Bu canlılar özellikle silis, nitrat ve fosfatın canlılar için kullanılabilir hale gelmesinde de son derece etkilidirler. Hatta belirli şartlar altında kirli su kaynaklarının saf hale getirilmesini de sağlayabilmektedirler. Bu işlemlerin pek çoğu günümüzün laboratuvar şartlarında bile gerçekleştirilemezken, bir hücre zarı ve kloroplasttan ibaret olan tek hücreli bir canlının adeta bir kimya laboratuvarı gibi çalışması elbette onun kendi becerisi değildir. Onun, dışarıdaki karbondioksitten, ürettiği oksijenden, karbonun canlılar için öneminden, balık yağındaki D vitamininden haberi bile yoktur. O, sadece üstün özellikleriyle kendisine yüklenmiş görevleri yerine getirir. İşte bu nedenle ilhamla hareket eder. Ona bu ilhamı veren, onu yaratan, onu canlılığın varlığı için gerekli kılan üstün güç, yeri göğü ve bunların içinde bulunan her şeyi “Ol” emri ile yaratan Allah’tır. Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

“Onu istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca “Ol” demekten ibarettir; o da hemen oluverir.” (Nahl Suresi, 40)



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

5 Temmuz 2011 Salı

Gel-git olayındaki mucize ölçü

Gel-git olayı, yeryüzündeki bazı bölgelerde yaşam şartlarını dahi değiştirebilecek bir etkiye sahiptir. Gel-git yaşandıktan sonra suların geri çekilmesiyle yaşamlarına kaldığı yerden devam eden bölge halkı, tüm yaşamlarını gel-gite göre düzenlemektedir. Ancak okyanus suları Allah'ın dilemesiyle belli bir oranda yükselir. Böylelikle bölge halkı için tehlike oluşmaz.

Okyanustaki bir su molekülünü düşünün. Bu molekül, Dünyadaki yerçekiminin etkisi altındadır. Ancak aynı zamanda bu etkiden çok daha az bir çekim gücüyle Ay tarafından da çekilmektedir. Ay'ın çekim gücünün daha az olması, aradaki uzaklıktan ve kütlesinin küçüklüğünden kaynaklanmaktadır. Ayın bu çekim etkisi yalnızca su moleküllerine değil, Dünya üzerindeki bütün cisimlere etki etmektedir. Ancak diğer cisimler sıvı gibi akışkan olmadığı için görünüşte bir değişiklik yaşanmamaktadır.

Okyanus sularının yükselip alçaldığı gel-git olayı Dünyanın her yerinde aynı oranda gerçekleşmez. Bunun nedeni, Dünyanın her noktasının Aya uzaklığının aynı olmaması ve dolayısıyla Ayın uyguladığı çekimin de farklı olmasıdır. Okyanuslara etki eden bu çekim sonucunda sular bir yöne doğru yükselerek çekilir, Ayın Güneşe ve Dünyaya olan konumlarının değişmesiyle de çekim ortadan kalkar ve böylece suların geri geldiği gel-git alanları oluşur.

Güneşin çekim gücü de suların yükselmesine sebep olmaktadır. Ancak bu çekim etkisi Dünya üzerinde 1/3 oranında etkilidir. Ay Dünyaya Güneşten daha yakın olduğu için Güneşin büyük kütlesine rağmen, Dünya üzerinde ondan iki buçuk kat daha etkili olmaktadır.

Kuşkusuz gel-git olayı, Yüce Rabbimizin kusursuz mucizelerle yarattığı evrendeki sistemlerden yalnızca biridir. Mucizevi gel-git olayındaki hassas dengeler ise bunlarla sınırlı değildir. Ayın çekimi okyanusların yükselmesine sebep olurken, okyanuslar ikinci bir kuvvetle Ayın zıt yönünde Dünyaya doğru da çekilmektedir. Bunlar gerçekleşirken Dünya dönüşüne devam ettiği için her gün iki gel-git olayı gerçekleşir. Gel-git zamanları Güneş, Ay ve Dünyanın birbirlerine olan konumlarının değişmesiyle her bölgede farklılık göstermektedir. Örneğin gel-git olayı, Kuzey Kaliforniya’da her gün iki kez gerçekleşirken, Meksika Körfezinde bir yükselme ve bir alçalma şeklinde bir kez gerçekleşmektedir.

Gel-Git Bölgelerinden Yaşam Öyküleri

Yeryüzünün %70’inden fazlasını kaplayan suların %97’si okyanuslarda yer alır. Dünya Kaynak Enstitüsünün verilerine göre ise Dünya nüfusunun %40’ı bu suların çevrelediği kıyı bölgelerinde yaşamakta ve zaman zaman Tsunami (deprem dalgaları) ve fırtınalar ya da suların yükselip alçalmasıyla ortaya çıkan gel-gitler yaşamaktadır.

Özellikle gel-git gibi Ayın konumuna göre belli zamanlarda ortaya çıkan doğa olaylarının yaşandığı yerlerde, bölge halkı yaşamını devam ettirebilmek için birçok önlem almış ve türlü yaşam şekilleri geliştirmiştir.

Sokak Balıkçılığı

Gel-git alanlarında kimi zaman, suların çekildiği yerler otoyol olarak inşa edilmektedir. Ancak sular geri gelince bu otoyollar, halkın balık tuttuğu alanlara dönüşerek son derece ilginç manzaralar oluşturmaktadır. Sokak balıkçılığı da denilen bu durum sayesinde bölge halkı, aynı zamanda Yüce Allah’ın nimetlerinden biri olan deniz ürünlerinden geçimini ve yiyeceklerini de sağlayabilmektedir. Yüce Rabbimiz, bir Kuran ayetinde denizlerdeki nimetleri kullarına verenin Kendisi olduğunu şöyle bildirmektedir:

"Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) Onun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (Nahl Suresi, 14)

Yatay Şelale

Suların hızlı hareketi aynı zamanda gel-git bölgelerinde yatay olarak akan şelaleler gibi olağanüstü durumların ortaya çıkmasına da neden olmaktadır.

Koşullara Uyumlu Kusursuz Tasarım

Gel-git bölgelerinde yaşayan balıkların çoğu, sığ ve çok akıntılı sulara dayanıklı bir yapıya sahiptir. Sular çekilirken akıntıya kapılmaktan korunmaları için küçük deliklere saklanmaları gerekmektedir. İnce yapıları ve 20 cm'den kısa boyları sayesinde bunu rahatlıkla gerçekleştirebilmektedirler.

Gel-git bölgelerindeki balıkların yüzgeçleri de yaşadıkları koşullara en uygun tasarıma sahiptir. Göğüs yüzgeçleri sayesinde kayalara tutunabilirler. Derileri de sürekli bir akıntıya dahi dayanabilecek bir şekilde yaratılmıştır. Bazı türlerinde çok az pul bulunurken bazılarında ise hiç yoktur. Bunun yerine birçok balık türü, vücutlarını kayganlaştıran mukus benzeri bir sıvı salgılayarak akıntı sırasında oluşabilecek sürtünmeyi azaltmaktadır. Bu sıvı aynı zamanda küçük oyuklara saklanırken mucizevi bir şekilde yağlama görevi görerek balıkların kolaylıkla saklanmalarını da sağlamaktadır.

Bu kusursuz özelliklerin yanı sıra gel-git bölgelerinde yaşayan balıklar, hayranlık uyandıran bir kamuflaj yeteneğine de sahiptir. Bazı türleri sürekli renk değiştirirken, birçoğu ise nerede yaşarlarsa yaşasınlar çevreye uygun renk ve deseni anında kazanabilmektedirler.

Gel-git bölgelerinde yaşayan balıklarla ilgili bir diğer tasarım mucizesi ise, bu balıkların vücutlarındaki, su kaybetmeye olağanüstü dirençli mekanizmadır. Bu mekanizma sayesinde vücutlarındaki suyun %60’ını kaybetmeleri durumunda bile yaşamlarını sürdürebilirler. Sahip oldukları kalın deri ve salgıladıkları mukus sıvısı, su kaybını yavaşlatan bu mekanizmanın parçalarıdır.

Solungaçlarla Havada Mucize Solunum

Gel-git bölgelerinde yaşayan balıklar için en önemli problemlerden biri, oksijen ihtiyacıdır. Sudan çıkınca balıkların solungaçları çalışmaz, ancak kısa ve kalın solungaç lifleri, ağız etrafında ve deride sayıları artan kan damarları sayesinde ihtiyaçları olan oksijeni havadan direkt olarak da alabilirler. Bu nedenle su birikintilerinde kalan balıklar, oksijen azalınca su üstüne doğru çıkarak bu acil oksijen ihtiyaçlarını giderebilirler.

Gel-git balıklarının diğer bir mucizevi özelliği ise her şartta yuvalarını bulabilmeleridir. Çoğunlukla birçok balık türü belli bir yeri seçerek burada yaşar. Ancak herhangi bir sebepten dolayı yuvalarından uzaklaştıkları zaman buraya yeniden dönebilmektedirler. Yaşı ilerlemiş balıklarda bu yetenek daha fazla ön plana çıkabilmektedir. Yapılan deneylerde 6 ay gibi uzun bir süre laboratuarda tutulan balıklar, denize bırakıldıklarında yuvalarını bulabilmişlerdir.

Kuşkusuz suda yaşayan canlıların, suların çekildiği gel-git bölgelerindeki koşullara uygun vücut tasarımlarına sahip olmaları, onları Yüce Allah’ın yarattığının delillerinden yalnızca biridir. Sonsuz ilim sahibi Allah, göklerde ve yerde benzersiz yaratışının delillerini kainatın her noktasında bizlere göstermektedir. Yüce Rabbimiz Kuranda şu şekilde bildirmektedir:

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca OL der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 177)

Sular Çekilirse?

Bu sorunun cevabı kuşkusuz en çok, gel-git olayının görüldüğü sularda yaşayan balıkların hayatlarını etkilemektedir. Gel-git bölgelerinde yaşayan balıkların vücut tasarımları, bu alanlardaki koşullara tam olarak uygundur. Bu olağanüstü tasarımlar ise göklerin ve yerin Rabbi Yüce Allah’ın onları bu şekilde yarattığının apaçık delillerinden yalnızca biridir.

Okyanus sularının günde iki defa üzerini kapladığı sonra da çekildiği gel-git bölgelerinde, balıkların yaşayabilmesi için son derece zor koşullar hakimdir. Sular çekilince, su birikintilerinde, kayaların altında kalan sularda ve çamurlu alanlarda yaşamlarına devam eden balıklar, genellikle zemine uygun hale gelen renkleriyle çok iyi kamufle olabilmektedirler. Ayrıca sular çekildiğinde kayaların altına ya da bitkilerin arasına saklandıkları için çoğu zaman fark edilmeleri imkansız hale gelmektedir. Yakın zamana kadar bu balıkların dalgalarla o bölgelere taşınmış canlılar oldukları düşünülürken, yapılan son araştırmalar sonucunda; gel-git bölgelerinde yaşamaya uygun tasarımlarla yaratılmış oldukları gerçeği ortaya çıkmıştır.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

1 Temmuz 2011 Cuma

Fosil Kayıtları Evrimi Yalanlıyor: Deniz Yıldızı


Dönem: Paleozoik zaman, Ordovisyen dönemi

Yaş: 500 440 milyon yıl

Bölge:
Fas

Deniz yıldızları genellikle deniz dibinde yaşarlar, 7000 metre derinliğinde yaşayan türleri bulunmaktadır. Yaklaşık yarım milyar yıldır hiç değişmeden soylarını devam ettiren bu canlılar karşısında evrimciler çaresizlik içindedir. Çünkü söz konusu canlılar on milyon değil, yüz milyon değil, iki yüz milyon değil, yaklaşık beş yüz milyon yıldır aynıdırlar. Eğer evrimcilerin iddiaları doğru olsaydı, deniz yıldızları beş yüz milyon yıllık zaman dilimi içinde çoktan başka canlılara dönüşmüş olacak, bu esnada yarı deniz yıldızı yarı başka bir hayvan olan pek çok garip canlının izi, fosil kayıtlarında günümüze kadar gelecekti. Ancak fosil kayıtlarında evrimcilerin bu iddialarının hiçbir delili yoktur.

Resimdeki 500 milyon yıllık deniz yıldızının da ispatladığı gibi, deniz yıldızları hep deniz yıldızı olarak var olmuşlardır, başka bir canlıdan türememiş, başka bir canlıya dönüşmemişlerdir.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Dişi Olmayan Denizyıldızı Yiyeceklerini Nasıl Sindirir?


Dişleri olmayan denizyıldızı yiyeceklerini sindirmek için kendine özgü bir metod kullanır. Avının yerini bulmasında koku ve dokunmaya bağlı olarak, avın kapladığı alanın büyüklüğü de etkilidir. Kollarının altında yüzlerce ince, her zaman hareket eden, emici diskler bulunmaktadır. Deniz yıldızlarında hareket, bir kayaya veya başka bir cisme ayakları ile yapışması ve sonra geri çekmesi ile sağlanır ve denizyıldızı bu biçimde yavaşça sürünür. Günlük yiyecekleri kabuklu deniz hayvanları, karides, kum ve taş gibi birikintilerdir. İstiridyeyi bulduğunda denizyıldızı onu içine çeker ve bir çok emici ayağını istiridyenin kabuğuna yapıştırır. İstiridye aşırı güçlü supaplara sahip olmasına rağmen denizyıldızı sonunda istiridyenin kabuğunun yavaş yavaş açılmasını sağlar.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/