]]>

29 Ekim 2011 Cumartesi

Atatürk'ün İleri Görüşlülüğü

Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri, kuşkusuz sahip olduğu ileri görüşlülüktür. Başarılı bir komutan ve devlet adamı olarak ileriyi görme özelliğini kullanan Atatürk, o dönemde pek çok kişinin farkında olmadığı bazı gerçekleri sezmiş, hedeflerini ve tedbirlerini bunlara göre oluşturmuştur. "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır" sözü; onun ileri görüşlü bir lider olma özelliğini layıkıyla taşıdığının bir göstergesidir. Onun bu özelliği, pek çok yabancı devlet adamının da takdirini kazanmış, tarih boyunca, adından övgüyle söz edilmesini sağlamıştır.

ABD eski Başkanı John F. Kennedy'nin, Atatürk için söylediği şu sözler dikkat çekicidir:

"Atatürk adı insana bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk Milletine ilham veren önderliğini, modern dünyayı anlayışındaki ileri görüşlülüğü ve bir askeri önder olarak kudret ve cesaretini hatırlatmaktadır. şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu ve o zamandan beri Atatürk'ün ve Türkiye'nin giriştiği derin ve geniş devrimler kadar bir milletin kendisine olan güvenini daha başarı ile belirten bir başka örnek gösterilemez. ("Atatürk'le Övünüyorum", Hürriyet,10 kasım 1963 )

Türk Milleti'nin Kurtuluşunu Sağlayan Önsezi ve Eylemleri

Çanakkale Savaşı'nın sonunda Albay olan Büyük Önder'in, taarruz gücünü kaybeden düşmanın çekilme niyetinde olduğunu keşfetmesi, ve bütün cephede son ve kesin taarruzun yapılmasını istemesi, bu savaşın kazanılmasında çok önemli bir etkendir. Bu ve bunun gibi pek çok örnek, Milli Mücadele döneminde, Atatürk'ün ileri görüşlülüğü ile aldığı kararların hayati önem taşıdığını göstermektedir. Bu kararlar sayesinde Türk Milleti, Atatürk'ün önderliğinde büyük zaferler kazanmıştır.

Atatürk'ün ileri görüşlülüğü, yalnızca Milli Mücadele döneminde yaşananlardan değil, mücadelenin öncesinde ve sonrasında gerçekleşen olaylardan da rahatlıkla anlaşılabilir.

Atatürk, Birinci Dünya Savaşı ile ilgili önsezileriyle, savaşın aleyhimizde sona ereceğini tahmin etmiş, bu nedenle Türk topraklarının kurtuluşu için alınacak tedbirleri düşünmüştür. O dönemde Atatürk, Suriye cephesinde, Yedinci Ordu Kumandanı'dır. Antep'e gitmekte olan Ali Cenani Bey'e : "... Teşkilatlanın. Milli bir kuvvet meydana getirin, kendinizi savunun, ben istediğiniz silahı veririm" diyerek, alınacak önlemleri belirtmiştir.

Atatürk'ün ileri görüşlülüğünün bir diğer örneği ise, İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vereceği yönündeki açıklamalarıdır. Atatürk, 1932 yılında, ünlü Amerikan generali Mac Arthur ile yaptığı görüşmede; dünyanın, özellikle de Avrupa devletlerinin her an bir savaşın içine girebileceğini belirtirken, "Almanlar kendilerini siyasi bir akıma kaptırırlarsa 1940-1945 yılları arasında savaşırlar. Bu savaş çok kanlı olur, ancak Amerika müdahele ederse biter, bu savaşın esas galibi ise Rusya olur" diyerek görüşünü bildirmiştir.

Söylediklerinin birer birer gerçekleşmiş olması, Atatürk'ün ne kadar iyi bir lider olduğunun göstergesidir. Çünkü o, yalnızca kendi ülkesinin değil tüm ülkelerin siyasi ve askeri durumunu analiz ederek bu sonuçlara ulaşmış; ileri görüşlü olmanın bir lider ve bir komutan için ne kadar önemli bir vasıf olduğunu bizlere göstermiştir. Bu görüşmedeki diğer konuşmalar da dikkat çekicidir:

"... Fransızlar artık güçlü bir orduyu kurmak yeteneğinden yoksundurlar. İngilizler bundan böyle adalarının savunmaları için Fransızlara güvenemezler. İtalyanlar savaşın dışında kalabilecek olsalar, savaş sonrası barışta önemli bir rol oynayabilirler. Ama, Musollini' nin ihtirası yüzünden bunu yapamayacaklardır. Böylece Almanlar, İngiltere ve Rusya dışında bütün Avrupa'yı işgal edeceklerdir."

Ülkemiz’in Karşılaşacağı Sorunlara Karşı Hazırlıklı Olmamızı İstemiştir

Atatürk, ileri görüşlülüğü ile Türkiye'nin gelecekte karşılaşabileceği sorunları görmüş, bu konuda Türk Milleti’ne uyarılarda bulunmuştur. Bunun en güzel örneği, gençliğe seslendiği sözlerinde gizlidir. O,"Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, herşeyden önce Türkiye'nin geleceğine, kendi benliğine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmenin gerekliliği öğretilmelidir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1922, s. 22) diyerek, bağımsızlığımıza göz dikenlerle mücadeleye girişmekten çekinmememiz gerektiğini vurgulamıştır. Atatürk, bu mücadelede, Türk gençliğinin nelere dikkat etmesi gerektiğini şu sözleriyle açıklamıştır:

"Bir gün İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."( Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1922, s. 224)

Atatürk’ün Bir Hayali: Türk Birliği
Türkiye'nin sahip olduğu stratejik miras, 21. yüzyılda, Türk Milletini lider ülkeler sıralamasında ilk sıralara yerleştirecek olan son derece köklü ve şanlı bir mirastır. Tarihsel ve güncel gerçekler, istenilirse ve azmedilirse, Türk'ün dünya liderliğine ulaşmasının mümkün olduğunu göstermektedir. Nitekim Mustafa Kemal ileride Türk aleminin bir bütünlük oluşturup tüm dünya için bir model teşkil edeceğini şöyle belirtmiştir:

"Ben herşeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek." (Atatürk'ün Sofrası, İsmet Bozdağ, Kervan Yayınları, 1975, s. 138-143)

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Allah (cc)'nin Detay Sanatı: Kendisini Sürekli Temiz Tutan Lotus Bitkisi

Lotus bitkisi (beyaz nilüfer), çamurlu ve kirli ortamlarda yetişir. Buna rağmen bitkinin yaprakları sürekli temizdir. Çünkü bitki, üzerine en ufak bir toz zerresi geldiğinde hemen yapraklarını sallar ve toz taneciklerini belli noktalara doğru iter. Yaprağın üzerine düşen yağmur damlaları da bu noktalara doğru yönlendirilir ve buradaki tozları süpürmesi sağlanır. (İlmi Araştırma)

Lotus bitkisinin bu özelliği, yeni bir bina yüzeyinin tasarımı için araştırmacılara ufuk açmıştır. Bunun üzerine araştırmacılar lotusun yaprağı gibi, yağmur sularını kullanarak üzerindeki kiri temizleyen bina yüzeyleri üzerinde çalışmaya başlamışlardır. Bu çalışmalar sonunda da ISPO isimli bir Alman şirketi, Lotusan adı verilen cephe kaplama malzemesini üretmiştir. Asya ve Avrupa'da bulunan satış noktalarında piyasaya sunulan bu ürün için 'deterjana gerek kalmadan 5 yıl boyunca kendini temiz tutacağı garantisi' bile verilmiştir. (New York Times, Mühendisler tasarım için doğadan örnek alıyor, 11 Aralık 2001)

Doğadaki pek çok canlı, kendi yüzeylerini koruyan çeşitli özelliklere sahiptir. Şüphesiz lotus bitkisinin yüzey yapısı, kendi kendine oluşmamıştır. En önemlisi de bu bitki sahip olduğu üstün niteliklerden tamamen habersizdir. Onları tüm özellikleriyle birlikte yaratan, Yüce Allah'tır. Bir Kuran ayetinde Rabbimiz'in yaratma sanatı şöyle bildirilir:

"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.

http://haberanatomi.blogspot.com/

Ağaç Köklerinin Küçük Yardımcıları

Ağaçlar güneş enerjisini, havayı, suyu, topraktaki mineralleri kullanarak farklı tat ve renklerde, kusursuz ambalajlara sahip meyveler üretirler. Elleri kolları olmayan ağaçlar, bu üretimde köklerinin ihtiyaç duydukları malzemeleri temin ederken onlara yardım eden birileri vardır.

Kimdir bu yardımcılar?

Ağaç köklerinin ihtiyaçlarını nereden bilmekte ve bunları nasıl sağlamaktadırlar?

Yüce Allah yeryüzündeki her canlı türü gibi ağaçları da tam ihtiyaçlarına uygun özelliklerle var etmiştir. Ağaçları, her biri ayrı birer mucize olan yapraklar ve köklerle birlikte yaratmıştır.

Ağaçların yapraklarındaki özel yapılı gözeneklerden, ağacın kendi besinini üretmesi için gerekli olan karbondioksit ve suyun bir kısmı temin edilir. Kökler ise ağacın altından toprağın içine doğru dallar halinde uzanır. Bu sayede geniş bir yüzey alanı elde edilmiş olur. Çok sayıda dala ayrılan bu küçük köklerin hepsi adeta birer kimya mühendisi gibidir. Bu mühendisler toprakta bulunan mineralleri inceler, analiz eder, ne olduğunu anlar, ondan sonra gerekli olanların gerektiği kadarını topraktan emer. Hiçbir şeyden habersiz olan kökler üzerinde tecelli eden bu üstün akıl ve ilim Yüce Allah'a aittir.

Kökler ve Mantarlar Arasındaki Yardımlaşma

Son yıllarda yapılan araştırmalar kökler hakkında çok ilginç bilgileri ortaya çıkarmıştır. Bilimsel adı Arbuscular Mycorrhizal fungi olan mantarlarla kökler arasındaki yardımlaşma bilim adamlarında hayranlık uyandırmıştır. Kökler ihtiyaç duydukları nitrojen ve fosforu mantarların yardımıyla temin eder. Bu mantarlar da, ağaçlardan fotosentez yoluyla temin ettikleri karbon bileşiklerini alır. (Jin H., Pfeffer P. E., Douds D. D., Piotrowski E., Lammers P. J., Shachar-Hill Y. The uptake, metabolism, transport and transfer of nitrogen in an arbuscular mycorrhizal symbiosis.New Phytologist New Phytologist (2005) 168: 687-696 )

Evinizin ihtiyacını karşılamak için birisine para verseniz, o da gidip marketten istediğiniz şeyi bulup sizin için getirse bunun için tesadüflerin eseri bir alışveriştir demek ne derece mantıklı olacaktır?Elbette ki bu son derece mantıksız bir düşüncedir. Peki kendileri için fayda-zarar nedir bilmeyen bu canlılara böyle bir yardımlaşmayı kim yaptırmaktadır? Ağaçlar, mantarların kendilerine gerekli olan fosforu ve nitrojeni karşılayabileceğini nereden bilmektedirler? Kuşkusuz, mantarların ağacın yardımına koşmaları, ağaçların da mantarlara yarar sağlamaları doğadaki yardımlaşmaya güzel bir örnektir. Araştırmaların gösterdiği çok ilginç bir sonuç daha vardır. (He XH, Critchley C, Bledsoe C. 2003. Nitrogen transfer within and between plants through common mycorrhizal networks (CMNs). Critical Reviews in Plant Sciences 22: 531-567. ) Farklı ağaç türleri arasında da nitrojen yardımlaşması vardır. Bu yardımlaşmada da taşıyıcılar yine mantarlardır.

Allah, yeryüzünde yarattığı çeşit çeşit canlı ve bu canlılardaki örneksiz sistemler ve hayranlık uyandıran özellikler ile bize sonsuz sanatını ve sınırsız ilmini tanıtmaktadır.

Canlılardaki Bu Fedakarlık Örneği Evrime Meydan Okuyor
Doğada canlılar arasındaki fedakarlık ve yardımlaşma evrim teorisinin temel iddialarını kökünden yıkmaktadır. Evrim teorisine göre hayat, çatışma, bireylerin ve türlerin birbirini acımasızca ezmeye çalıştığı bir rekabet ortamıdır. Darwin ve takipçilerinin yaşamı yalnız bir mücadele, birbirini ezme alanı olarak göstermesine en güzel cevaplardan birini bu canlılar vermektedir. Beyni, aklı, gözü, kulağı olmayan bitkiler birbirlerinin yardımına koşmaktadırlar.

Sonuç
Ortak yaşayan diğer bütün canlılarda olduğu gibi, mantarlarla ağaçlar arasındaki ortak yaşamda da her iki canlının bütün ihtiyaçları en rahat şekilde karşılanmaktadır. Bu canlıları biraraya getiren, her ikisinin de ihtiyaçlarından haberdar olan tek bir Yaratıcı'nın olduğu açıktır. Bu canlılar birbirlerini tamamlayacak, birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde Yüce Allah tarafından yaratılmışlardır.

Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut Suresi, 60)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Evrendeki Çeşitliliğin Kaynağı: Elementler

Elementler, aynı cins atomlardan meydana gelen basit maddelerdir. Uranyum gibi radyoaktif elementlerden şekillendirilebilen demire, oda sıcaklığında sıvı olan cıvaya kadar çok geniş yelpazede bir çeşitliliğe sahiptirler. Elbette bu çeşitliliği mümkün kılan, Allah'ın yoktan var ettiği elementlerin kimyasal yapısıdır.

Evrende, şu ana kadar tespit edilebilen 109 tane element vardır. Tüm evren, Dünyamız, canlı-cansız bütün varlıklar bu 109 elementin çeşitli biçimlerde birleşmeleriyle oluşur. Tüm elementler birbirinin benzeri atomlardan; atomlar da birbirinin aynı olan parçacıklardan oluşur.

Burada akla şöyle bir soru gelmektedir:
Elementleri meydana getiren bütün atomlar aynı parçacıklardan oluşuyorsa, o halde elementleri farklı kılan, var olan sonsuz çeşitlilikte maddeyi oluşturan nedir?

Elementleri temelde birbirlerinden farklı kılan, atomlarının çekirdeklerindeki proton sayılarıdır. En hafif element olan hidrojen atomunda bir proton, ikinci en hafif element olan helyum atomunda iki proton, altın atomunda 79 proton, oksijen atomunda 8 proton, demir atomunda 26 proton vardır. İşte altını demirden, demiri oksijenden ayıran özellik, yalnızca atomlarının proton sayılarındaki bu farklılıktır.

Soluduğumuz hava, vücudumuz, herhangi bir bitki veya bir hayvan ya da uzaydaki bir gezegen, canlı-cansız, acı-tatlı, katı-sıvı herşey... Bunların hepsi, sonuçta aynı yapıdaki ancak farklı sayıdaki proton-nötron-elektronlardan meydana gelmiştir.



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.

http://haberanatomi.blogspot.com/

24 Ekim 2011 Pazartesi

Teknolojiye Yön Veren Yetenekli Böcekler

Çölde yuvalarını bulan karıncalar, zekice tuzak kuran örümcekler, optik kurallarını bilen kelebekler, yakalanmaktan kurtulan sinekler, kusursuz binalar inşa eden termitler, bilgisayar ağına sahip akrepler...

Evrimcilerin sözde ilkel canlılar olarak tanımladıkları böcekler, yaptıkları zeki davranışlar ile birçok konuya çözüm arayan bilim dünyasına yol göstermeye devam ediyorlar.


Dünyanın her köşesinde yaşayabilen ve tüm canlı türlerinin yaklaşık olarak %80’ini oluşturan böcekler, bilim adamları tarafından her geçen gün yenileri keşfedilen mükemmel özellikleri ile birer yaratılış harikasıdırlar. Bu keşiflerden biri de Berlin Humboldt Üniversitesi’nde yapılmış ve böceklerin birçok canlı türü gibi zeki davranışlarda bulunduklarını ortaya koymuştur. Böceklerin sergiledikleri bu zeki davranışlar Yüce Allah’ın kadri, kuvveti, yaratışındaki incelikler, çeşitlilik ve üstün aklı bir kez daha gösterir. Yüce Allah her şeyi olduğu gibi böcekleri de üstün bir ilimle ve bir hikmetle yaratmıştır. Bu gerçek Kuran ayetlerinde şöyle haber verilmiştir:

“Şüphesiz, mü’minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 3-4)

Yakalanmaktan Kurtulan Sinekler

ABD’li bilim adamları, sineklerin bir tehdit anında kaçıp kurtulma yeteneklerini, hızlı çalışan beyinlerine ve bir sonraki hareketi planlama yeteneklerine borçlu olduklarını belirlemişlerdir. California Teknoloji Enstitüsü’nde görevli bilim adamları vurmaya çalıştıkları meyve sinekleriyle ilgili bir film çekmişler, çektikleri bu filmleri izledikten sonra, sineklerin sıçramadan çok önce tehdidin yerini hesapladıklarını ve bir kaçış planı geliştirdiklerini bulmuşlardır.

Sinek tehdit karşısında büyük ya da küçük duruş değişikliğini yapıp yapmaması gerektiğini Yüce Allah’ın yarattığı özelliklerinden faydalanarak bilmektedir. Sinek, tehlikenin nereden geldiğini söyleyen gözlerinden aldığı görsel bilgiyle, bir sonraki uygun duruşa geçmek için nasıl hareket etmesi gerektiğini söyleyen bacaklarından aldığı mekanik-duyumsal bilgiyi Yüce Allah’ın dilemesiyle birleştirir. Bu nedenle temizlenirken, beslenirken ya da sadece yürürken bile bu hızlı kaçışı başarır. Sineklerin tehditi algılaması ve bundan sonraki hareketlerini yaklaşık 200 milisaniyede gerçekleştirmeleri Allah’ın bu canlıların beyinlerinin hızı ve kompleksliğini kusursuz olarak yarattığını ortaya koyar. Sineğin sahip olduğu yaratılış özellikleri bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmiştir:

“Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, “Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?” derler. Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz.” (Bakara Suresi, 26)

Akrepteki Bilgisayar Ağı

Çölde yaşayan kum akreplerinin gözleri hemen hemen hiç görmez. Buna karşın her bir ayağının ucunda bulunan ve “milimetrenin milyonda birinden daha küçük titreşimlere” yol açan hareketleri bile tespit eden algılayıcıları sayesinde avlarını kovalayabilir ya da düşmanlarından kaçabilir. Kelebek konması gibi, akrebin yakınındaki en ufak bir hareket kumda titreşim dalgası oluşturur. Her dalganın yayılma hızı farklıdır. Akrep bu dalgaların kendisine ulaşma süreleri arasındaki farktan ava olan mesafesini belirler. Avdan yayılan düşük hızlı dalganın, akrebin ava en yakın algılayıcısı ile en uzaktaki algılayıcısına ulaşmasından da avın hangi tarafta olduğu tam olarak belirlenir. Hatta bu son iki sinyal akrebin tam bir hesaplama yapabilmesi için biraz geciktirilir. Ancak bu geciktirme süresi bile göz açıp kapama süresinden kısadır. Nitekim iki sinyal arasındaki fark, saniyenin beş yüzde biri kadar ise akrep saldırı için bir an bile beklemez. Akrebin bir saniyede yüzlerce defa tespit ve hesaplama yapan alıcıları adeta bir bilgisayar ağı gibi işler. Bilim adamları bu konuda araştırmalar yürütmektedirler. Hiç şüphesiz akrepleri bulundukları ortama en uygun özelliklerle yaratan, bütün canlıları yönlendiren, yapmaları gereken şeyleri onlara ilham eden Yüce Allah’tır.

Optik Kurallarını Bilen Kelebekler

Fizikçilerin optikte kullandıkları üç temel kural vardır. Bunlar sırasıyla şöyledir:

1) Bir yüzey, üzerine gelen güneş ışınlarının yüzeyle yaptığı açı 90 dereceye yaklaştıkça ısınır.

2) Aynı açıda güneş ışını alan iki yüzeyden koyu renkli olanı daha çok ısınır.

3) Yansıtıcı bir yüzey, üzerine gelen ışını normali (yüzey ile 90 derece yaptığı var sayılan dikme) ile kaç derece yapıyorsa o açıyla yansıtır.

Size, bugün pek çok kişinin bilmediği ya da farkında olmadığı bu kuralları bilen kelebekler olduğu söylendiğinde ilk başta şaşırabilirsiniz. Fakat Colias kelebekleri bu özelliklere sahip canlılardır. Vücut sıcaklığı 28 dereceden düşük olduğunda uçamayan Colias kelebeği, hemen kanatlarını açar ve sırtını güneşe dönerek güneş ışınlarını dik alacak şekilde durur. Kelebek yeterince ısınıp vücut ısısı 40 santigrad dereceye çıktığında kendi ekseni etrafında 90 derece döner. Böylece güneş ışınlarını yatay alır hale gelir. Bu durumda güneş ışınlarının ısıtıcı etkisi en aza indirildiğinden kelebeğin vücut ısısı düşmeye başlar.

Ayrıca bu cins kelebeklerin kanatlarında siyah lekecikler bulunur. Üstelik bunlar vücudun en çok ısınmaya ihtiyaç duyduğu yerlere yakın olarak yerleştirilmiştir. Böylece daha çabuk ısınan lekeciklerden yapılacak ısı nakli için kullanılan mesafe kısalmış ve tam bir yarar sağlanmış olur. Pieris cinsi kelebekler ise kanatlarını öyle bir açıda ayarlarlar ki, tıpkı bir mercekteki gibi tüm ışınları vücutlarının en çok ısınması gereken yerlerinde toplarlar.

Şüphesiz bu kelebekler, hayatlarının hiçbir döneminde fizik optik eğitimi almamışlardır. İçlerindeki herhangi birinin bir şekilde bunları öğrenip sonraki nesillere bırakmış olmasının imkansızlığı da ortadadır. Colias ve Pieris kelebeklerine en çok ısınmak için ne yapmaları gerektiği, hem kendilerinin hem de güneşin ve onun ışınlarının Yaratıcısı, eşi-benzeri olmadan yaratmaya kadir olan Allah tarafından ilham edilmiştir.

Çölde Yönünü Bulan Karınca

Yön bulabilmek için pusulaya, bir de haritaya ihtiyaç vardır. Harita insana nerede olduğunu, pusulaysa nereye gideceğini gösterir. Tunus’un Akdeniz kıyısındaki Mahore’s yakınlarında yaşayan siyah çöl karıncası, sabah güneşinin yükselmesiyle 70 dereceye kadar yükselen çöl kumunun sıcağında, yuvasından ısıya kendisi kadar dayanıklı olmayan başka böceklerin ölülerini aramak için çıkar. Bu uzun bacaklı çöl canlısı istediğinde saniyede 1 metre yol katedebilir. Çöl karıncası yuvasından başlayarak 200 metre uzağa kadar varabilen bir alanda sık sık durarak ve olduğu yerde dönerek dolambaçlı bir yol izler.

Ama bu zikzakların bütün karmaşasına rağmen, yiyeceğini bulduğunda, hemen yuvasına doğru düz bir çizgi izleyerek yola koyulur. Çöl gibi bir arazide yön belirlemeye yarayan işaretlerin azlığı düşünüldüğünde, karıncanın başardığı işin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Araştırmalar, karıncaların gökyüzünü bir pusula gibi kullandığını ve görme duyularının özellikle güneşin polarize ışığına duyarlı olduğunu göstermiştir.

Dünyanın En İyi İnşaat Mühendisleri Termitler

Bir karınca büyüklüğündeki termitler, yüksekliği 7 m.’yi bulan dev yuvalar yaparlar. Her yuvanın içinde sayıları 1 milyonu aşan bir termit kolonisi yaşar.

Yuva koloninin yaşaması için gerekli tüm konfora sahiptir. Yuva, yukarı doğru açılan kanallar aracılığıyla devamlı olarak havalandırılır. Alt kısımda koloninin gıda ihtiyacını karşılamak için mantar yetiştirilir. Burada tarım yapılabilmesi için ısı 30 derecede, karbondioksit oranı %2,7’de sabitlenmiştir. Ayrıca bir soğutma ve nemlendirme tertibatına sahip olan yuvada; bir kraliçe odası, larvaların bakım odaları, besin depoları ile tüm mekanları birbirine bağlayan koridorlar ve güvenlik kapıları da bulunur. Üstelik bu yuvanın inşaatında çalışan tüm işçi termitler kördür.

Mühendisler termit yuvalarını örnek alarak akıllı binalar inşa etmektedirler.

Kör termitlerin ortaya koydukları bu beceri, bilinç gerektiren, akıl ve muhakeme yeteneğinin varlığına işaret eden davranışları gerektirmektedir ve termitler de tam da gerektiği gibi yetenekler sergilerler. Çünkü termitler de dünyadaki diğer tüm canlılar gibi Yüce Allah’ın yaratma sanatının kusursuz delillerinden biridir.

Taklit Yapan Örümcek

Afrika, Asya ve Avustralya’nın çöllerinde ve ormanlarında yaşayan Beyaz Bıyıklı Portia cinsi olarak bilinen bir örümcek cinsi, yiyecek için diğer örümceklere zekice bir tuzak kurar. Diğer bir örümcek ağının köşesine giderek ağa düşmüş bir böcek sesi çıkarmaya başlar ve avını yakalamaya gelen örümceği avlar. Bu örümcek avlanırken deneme-yanılma yöntemini uygular. Avı gelip geçerken Portia Labiata sessizce saatlerce bekler ve saldırmak için en mükemmel anın gelmesini bekler. Küçük bir örümceğin bir avın yakalandığında çıkarttığı sesleri taklit etmesi, avını yakalamak için sabırla beklemesi, elbette kendisinden kaynaklanmaz. Örümceğin avlanma taktikleri kullanma gibi zeka örneği gerektiren davranışlarda bulunması Yüce Allah’ın bu canlıya ilhamının bir sonucudur.

Böceklerin Sergiledikleri Zeka Yüce Allah’ın Kusursuz Yaratışının ve Üstün Aklının Örneklerinden Sadece Biridir

Böceklerin sergiledikleri zeki davranışlar, evrim teorisinin geçersizliğini bir kez daha ispatlar. Çünkü böceklerin sahip oldukları bu yetenekler, hiç değişmeden günümüze kadar gelmiştir ve onların evrim geçirmediklerini ortaya koymaktadır.

Böcekler, sergiledikleri bu zeki davranışlarla kendilerini kusursuz yaratan üstün bir gücün, Yüce Allah’ın varlığının delilerindendirler. Bu canlıları da, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları da Yüce Allah yaratmıştır. Allah, üstün ve benzersiz bir aklın delillerini görebilmemiz için birbirinden kusursuz, birbirinden detaylı sistemler var etmiştir. Allah Kuran’da bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:

“Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır.” (Zariyat Suresi, 20)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Kutup Ayıları Dondurucu Sularda Uzun Süre Nasıl Yüzerler?

Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)

Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Tevbe Suresi, 116)


Allah, bazı hayvanlara şaşırtıcı yetenekler, dayanıklılık, üstün ve mucizevî özellikler vermiştir. İnsanı ise hayvanlarla kıyaslandığında çok aciz olarak yaratmıştır. Allah'ın ilhamıyla hareket eden bu canlılar, kusursuz yaratılış ve merhamet örnekleri göstermektedirler. Kutup ayıları da bu hayvanlara bir örnektir.

Yapılan araştırmalar, kutup ayılarının dondurucu soğukluktaki kutup denizlerinde kimi zaman dokuz güne kadar kesintisiz yüzebildiklerini göstermektedir. Kutup ayıları fokları avlayarak beslenirler, foklar da buz adacıkları üzerinde yaşarlar. Bu nedenle ayıların karadan deniz üzerindeki buz adacıklarına kadar yüzmeleri gerekmektedir. İklim değişiklikleri sebebiyle eriyen ve karadan uzaklaşan buz adacıkları, kutup ayılarını daha uzun süreli yüzmek zorunda bırakmaktadır. Bu suların sıcaklıkları 2-6 oC civarındadır, dışarıdaki ısı ise kimi zaman -30, -40 dereceye kadar düşmektedir. 3-4 gün su içinde vakit geçirmelerine rağmen kutup ayılarının bunu donmadan yerine getirmeleri olağanüstüdür.

Kalın cilt altı yağ dokusu yetişkin kutup ayılarını çevrenin olumsuz etkilerinden korur ve kaldırma kuvveti etkisi ile de yüzmelerini kolaylaştırır. Fakat bu durum yavru ayılar için geçerli değildir. Yavru ayılar çok az miktarda yağ dokusuna sahiptirler, dolayısıyla kürkleri onları soğuk sudan korumaz. Ancak her canlıyı koruyan ve herşeyi bilen Rabbimiz yavruları koruyacak davranışı da dişi kutup ayılarına ilham etmektedir. Bir fedakârlık ve merhamet örneği olarak dişi ayılar, yavrularının kısa süreler dışında soğuk suyla temas etmelerine izin vermezler. Yavrularını sırtlarında taşıyarak yüzerler.

Son derece zorlu bir ortamda yaşayan bu canlılar kendileri için çok değerli olan enerjilerini yavruları için harcarlar. Evreni kusursuz biçimde düzenleyen ve tüm canlıları da yaratıp şekillendiren Allah'tır. Canlılar yaratıldıkları ilk andan itibaren vücutlarındaki kusursuz sistemler ve sahip oldukları üstün kabiliyetlerle donatılmıştır. Canlıların yaşamlarının her anında gösterdikleri üstün bilinç Yüce Allah’ın ilhamıyladır. Ayetlerde Allah şöyle buyurmaktadır:

"…Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip-koruyandır." (Hud Suresi, 57)

Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. (Âl-i İmrân Suresi, 2)


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

23 Ekim 2011 Pazar

Fedakarlık Kolay Bencillik ise Zor Olandır

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar genellikle kendi istek ve çıkarlarını ön planda tutar, çoğu zaman "Önce benim rahatım, zevkim, konforum gelir" düşüncesiyle hareket ederler. Nitekim günümüzde bunun pek çok örneğiyle çoğu zaman karşılaşırız. Fedakarlık, bu mantıkla yaşayan insanların nefsine çok zor gelir. Bencilce tavırlar uyanıklık olarak görülürken, fedakarlık genelde olumsuz şekilde yorumlanır. Oysa Allah'a iman eden ve Allah'ın rızasını kazanmak için fedakarlıkta bulunan biri için fedakarlık hem büyük bir kazançtır, hem de son derece güzel bir ibadettir.

Müminlerin fedakarlık anlayışlarını Allah Kuran'da şu şekilde bildirir:

"Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz." Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir." (İnsan Suresi, 8-11)

Yaptığı fedakarlığın karşılığında, ayetlerde bildirildiği gibi, Allah'ın rızasını ve "parıltılı bir aydınlık ve sevinç" duyacağı ahiret nimetlerini kazanacağını bilen bir mümin için, feda ettiklerinin hiçbir önemi olmaz. Geçici, kısa ve eksikliklerle dolu bir hayatta insanın en sevdiği mal varlığının dahi, Allah'ın rızasının ve bunun karşılığında vereceği cennet hayatının yanında hiçbir değeri ve güzelliği yoktur. Buna iman eden müminler, yaptıkları fedakarlık ne kadar büyük olursa olsun ne bir takdir beklerler ne de diğer insanları minnet altında bırakırlar.

Bütün bunların yanında Allah, Kendi rızası için fedakarlıkta bulunanlara dünyada da bolluk ve bereket vaat eder, verdiğinin fazlasını o kişiye bağışlar. Allah bu vaadini ayetlerinde şöyle bildirir:

"Allah'a karşılığını çok artırma ile kat kat artıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O'na döndürüleceksiniz." (Bakara Suresi, 245)

"Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat artırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 261-262)

Din ahlakını yaşamayan kimseler ise fedakarlığın her türlüsünü büyük bir kayıp, kendilerinden ve çıkarlarından önemli bir eksilme olarak değerlendirirler. İnançsız oldukları için, aslında kendilerine büyük kazanç getirecek güzellikleri çirkin ve kayıp olarak görürler. Bencilliğin, malını ve parasını elinde sıkı sıkıya tutmaya çalışmanın sıkıntı ve gerilimini yaşarlar. Evlerinde otururken dahi sürekli bir huzursuzluk içindedirler. Eşyalarının yıpranması, yiyeceklerinin tükenmesi, menfaatlerinin aksine olduğunu düşündükleri her olay bu insanlar için hep bir eziyet ve zahmet konusudur. Kötü ahlakları ile kendi kendilerine zulmeder, güzel ahlakın getireceği huzur ve bereketten mahrum kalırlar.

Fedakar bir Müslüman, tüm bu sıkıntılardan arınmış ve hayatını sadece Allah'ın rızasını kazanmaya adamıştır. Onun bu üstün ahlakı her hareketinde sezilir. Daha da önemlisi, Allah'ın izniyle, Allah'ın razı olduğu kullarına vaad ettiği cennete girmeyi içten umabilecek kişilerden biri olur.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

21 Ekim 2011 Cuma

Övünme Tutkusundan Kaçınmak

Yüce Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği güzel ahlakı gerektiği gibi yaşamayan toplumlarda genellikle din ahlakında önemli bir yeri olan samimiyet, doğallık ve içtenlik yerine, samimiyetten uzak, her biri özel olarak ayarlanan ve zaman içinde kişinin karakterinin bir parçası haline gelen suni tavır ve davranışlar hakim olur. Kuran ahlakına uymayan çarpık bir anlayışın sonucu olan bu yapmacık tavırlar, samimiyetsiz üslubu ile daha ilk bakışta kendisini belli eder. Belli bir amaca yönelik olarak sergilenen bu davranışlardan biri de övünme tutkusudur.

Övünmenin Çeşitleri

Kuran ahlakını yaşamayan insanların çeşitli övünme sebepleri vardır. Kimi insanın hiç önemsemediği bir konu, bir diğeri için önemli bir övünme konusu olabilir. Ancak genel olarak övünmeye sebep olan hususlar, kişinin sahip olduğu fiziki veya akli imkan ve vasıflardan kaynaklanır. En sık rastlanan sebepler:


-Güç ve zenginlik

-Güzellik ve gençlik

-Makam-mevki-itibar

-Zeka-kültür-eğitim durumudur.


Güç ve Zenginlik
İnsanların en büyük övünme konularının başında güç ve zenginlik gelir. Kullanılan arabalar, oturulan evler, evlerin içindeki eşyalar, giyilen kıyafetler ve çocuklar bazı insanlar arasındaki "övünme hastalığı"nın başlıca kaynaklarıdır.

Örneğin bazı insanlar ev seçerken kendi rahatlıklarından ziyade, çevrelerinin bakış açısına önem verirler. Bu kişilere göre oturacakları evin hangi semtte bulunduğu, nasıl bir manzara gördüğü, kaç metrekare olduğu kendilerine itibar kazandıran önemli konulardır.

Toplumun bir kısmını oluşturan bu insanlar güç, itibar ve onuru, malları ve çocukları ile kazanacaklarına inansalar da, Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği üzere tüm güç ve onur Allah’ındır. Allah elçilerine ve Kendisi’ne güçlü bir imanla bağlı olan müminlere güç ve onur nasip eder. Bu da, her işte Allah’a güvenmekle mümkün olur. Mal ve çocukların kişiye Allah Katı’nda herhangi bir fayda sağlayamayacağı ise Kuran’da şöyle bildirilir:

"Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. " (Kehf Suresi, 46)

Güzellik ve Gençlik

Güzellik herşeyden önce kişinin kendi çabası ile elde edemediği, ancak Allah’ın kendisine nasip ettiği ve her an geri alınması da çok kolay olan bir özelliktir. Fakat bu gerçeğe rağmen güzellik de insanların övünmesine yol açan sebeplerden biridir. Pek çok insan dünya hayatının bu geçici ve çabuk bozulan süsüne aldanır. Ancak dünya üzerindeki her şey gibi, bir insanın gençliği ve güzelliği de zamanla bozulmaya uğrar. Bu, dünya hayatının hiç değişmeyen bir gerçeğidir.

Bir insanın sahip olduğu fiziksel özelliklerle övünmesi çok büyük bir gaflettir. İnsan, Allah’ın lütfetmesi ile dünyaya gelmekte ve gelişerek belli bir yaşa ulaşmaktadır. Ancak kısa süre sonra gücü ve güzelliği, yaşlanma, hastalık gibi nedenlerle yok olmaya başlamakta ve hayatının üçte ikisinden fazlasını yaşlı olarak geçirmektedir. Çünkü Allah dünya hayatını geçici bir yurt olarak hazırlamıştır ve insanı, gerçek yurt olan ahireti hatırlatacak, ona hazırlık yapmasını sağlayacak farklı acizliklerle birlikte yaratmıştır.

Makam, Mevki ve İtibar

Kuran ahlakından uzak yaşayan toplumlarda insanların birbirlerine değer verme kıstaslarından biri de makam ve mevkidir. Örneğin, mevki sahibi biri son derece basit ve ahlaki değerlerden uzak bir kişiliğe sahip olsa da çıkarları olan bazı insanlar tarafından itibar görebilmektedir. Bu nedenle mevki sahibi olmak ve bunun getirdiği itibar da, bazı insanlar tarafından sık sık kullanılan övünme konularından biridir.

Dünya hayatındaki herşey gibi makam ve mevki de gelip geçicidir. Allah'ın denemek amacıyla kendilerine verdiği makam ve mevkiyi, kendilerinde olan bir üstünlükten dolayı "hak ettiklerini" sanarak bunu övünme konusu yapan insanlar gözardı etseler de, ahiretteki sonsuz yaşantının yanında dünya hayatında elde edilen makam ve itibarın hiçbir değeri yoktur.

Zeka, Kültür ve Eğitim Durumu

Dünya hayatına tutkuyla bağlı olan insanların övünme konusu yaptıkları başka birçok konu vardır. Örneğin okuduğu okulun paralı veya sınavla girilen bir okul olması bazı kişiler için bir övünme konusudur.

Bazı anne ve babalar içinse çocuklarının iyi bir kolejde okuması, birkaç yabancı dil bilmesi, zeki veya yetenekli olması çevredeki itibarları açısından çok önemlidir. Kuşkusuz tüm bunlar iyi özelliklerdir. Ancak bu noktada vurgulanmak istenen, güzel ahlak yerine bu özelliklerin ön plana çıkarılmasıdır. Nitekim bu konuları övünme konusu yapan anne ve babalar sohbetlerinde çocuklarının ne kadar tevazulu, şefkatli veya vicdanlı olduklarını değil, insanların gıpta edeceklerini düşündükleri bu tip özelliklerini anlatmayı tercih ederler. Bu nedenle de çocuklarının ahlakıyla değil, kendilerince övülebilecek özellikleri ile ilgilenirler.

Aslında övündükleri birçok konu gibi bu da Allah’ın kendileri için çizdiği kader doğrultusunda gelişmektedir. İnsanın kendini geliştirmesi elbette önemlidir, ancak, ahirette hiç kimseye, okuduğu okuldan, ne kadar kültürlü olduğundan, zeka seviyesinden sorulmayacaktır. İnsanlar Rabbimiz'in karşısına çıktıklarında yalnızca O'na karşı olan samimiyetleri, içlerinde taşıdıkları takvaları, gösterdikleri tevazu ve yerine getirdikleri ibadetlerinden sorguya çekileceklerdir.

Müminler Yeryüzündeki En Mütevazı Kişilerdir

Bir insanın yaşamı tümüyle Allah'ın elindedir. Bir insan ancak Allah'ın dilediği kadar zengin, rahat, mutlu ve kolay yaşayabilir. İnsanın sahip olduğu herşey Allah'a aittir ve ancak O'ndan istenebilir.

Tüm bu gerçeklerin ve dünyadaki malın, itibarın, güzelliğin yine dünyada kalacağının bilincinde olan müminler, bu nedenle her zaman tevazulu bir ahlak sergilerler. Sahip oldukları bir özellikten dolayı kendileriyle övünmez, aksine bunu kendilerine nasip ettiği için Allah'a olan şükürlerini arttırırlar.

En önemlisi de itibarın ve asıl övgünün Allah Katında olduğunu bilir, kendilerini ahirette asıl övgüye kavuşturacak olan seçkin bir ahlakı hedefler ve onu yaşarlar.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

20 Ekim 2011 Perşembe

Aşılayıcı Rüzgarlar

Kuran'ın bir ayetinde rüzgarların "aşılama" özelliğine ve bunun sonucunda yağmurun oluştuğuna şöyle dikkat çekilir:

Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık...(Hicr Suresi, 22)

Ayette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgarlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa 20. yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasındaki tek ilişki rüzgarın bulutları sürüklemesi olarak biliniyordu. Modern meteorolojik bulgular ise rüzgarların yağmurun oluşumunda "aşılayıcı" rol oynadıklarını gösterdi.

Okyanusların ve denizlerin yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları anda, milimetrenin 100'de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. "Aerosol" adı verilen bu parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır. Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce biraraya gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner. Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır. Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye bir şey de olmayacaktı. Burada önemli olan nokta ise, rüzgarların yağmur oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar önce Kuran'da bildirilmiş olmasıdır. Hem de insanların doğa olayları hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmedikleri bir devirde...

Ayette rüzgarların aşılayıcı yönüyle ilgili haber verilen diğer bir bilgi de, rüzgarların bitkilerin döllenmesindeki rolüdür. Yeryüzündeki pek çok bitki, türünün devamını polenlerini rüzgar vasıtasıyla dağıtarak sağlar. Birçok açık tohumlu bitki, çam ağaçları, palmiye ve benzeri ağaçlar, ayrıca çiçek veren tüm tohumlu bitkiler ile çimensi otların tamamı rüzgarlarla döllenirler. Rüzgar, çiçek tozlarını bitkilerden alıp, aynı türden diğer bitkilere taşıyarak döllenmeyi gerçekleştirir.

Rüzgarın bitkiler üzerinde nasıl bir aşılama yapabileceği yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Ancak bitkilerin de erkek ve dişi olmak üzere cinsiyet farkı olduğunun anlaşılması üzerine, rüzgarların böyle bir aşılayıcı etkisi olduğu anlaşıldı. Bu gerçeğe Kuran'da, "Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik." (Lokman Suresi, 10) ayetiyle dikkat çekilmektedir.

sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

İşinden Boşalınca Başka Bir İşe Başlamak

Kuran ayetlerine baktığımızda mümin için boş vakit diye bir kavram olmadığını görürüz. Müminin her gün vakitli olarak yapması gereken ibadetlerin fazla vaktini almaması, bunların dışında kalan vaktini heva ve hevesi doğrultusunda, boş işler peşinde geçirebileceği anlamına gelmez. Allah iman edenleri, hayatları boyunca hem kendi nefisleriyle hem de inkarcıların ahlakına karşı fikri bir mücadele vermekle görevlendirmiştir.

Bunun için yapması gereken pek çok hazırlık, yerine getirmesi gereken sayısız görevler vardır. Bu ihlaslı çabanın bir sınırı, bir kesintisi ve ara verilebilecek bir zamanı da yoktur. Bu yüzden, başarılan bir iş, tamamlanan bir görev, bitirilen bir hazırlık, çalışmalarına ara vermek için bir gerekçe değil, tam tersine, yeni faaliyetleri başlatmanın vaktinin geldiğinin bir göstergesidir. Ayette bu durum şöyle belirtilir:

"Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et. " (İnşirah Suresi, 7)

Mümin, ayetin hükmüne göre Allah yolunda bir işi bitirince, hemen bir başka iş için yorulup çaba sarf etmeye başlayacaktır. Müminin hayatı boyunca sürdüreceği bu tutumun istisnası, Kuran'da Allah'ın belirttiği gibi, dine kuvvet bulmak için gereği kadar dinlenmesi ya da Allah'ın kendisine sunduğu nimetlerden, şükretmek, şevk ve heyecanını artırmak için meşru sınırlar içinde faydalanmasıdır.

Müminin, Kuran ahlakını yayma yolundaki fikri mücadelesinde durmaksızın yorulması ile cahiliyenin hayat mücadelesi adını verdiği zorluk, sıkıntı, mutsuzluk ve ümitsizlik içindeki çabası arasında en ufak bir benzerlik yoktur. İnkarcıların sıkıntı, yorgunluk ve çilesi onun ahirette karşılaşacağı sonsuz azabın dünyadaki çok hafif bir başlangıcıdır. Oysa diğer yandan Allah'ı herşeyin üzerinde tutan, O'nu büyük bir coşku ve bağlılıkla seven müminin Allah yolunda sarf ettiği çaba, onun için daha cennete girmeden dünyada elde ettiği ve cennet zevklerine benzer çok büyük bir manevi lezzet içerir. Aynı zamanda bu çaba, Allah'ın dilemesiyle, ahirette onun karşısına çok büyük ve sonsuz bir mükafat olarak çıkacaktır.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

İnkarcıların Allah'a Karşı Mücadele İçin Çaba Harcamaları Allah'ın Yarattığı Bir Mucizedir

Eğer bir insan Allah’ı inkar ediyor, Yaratılış'a inanmıyorsa, bu dünyanın bir sonunun olacağına ve ölüm ile birlikte yepyeni bir yaratılışla yaratılıp sonsuza dek var olacağı gerçeğine inanmak istemiyorsa, tüm sahip olduğunun bu dünyadan ibaret olduğunu sanıyorsa, o zaman bu insan, dehşetli ve ürkütücü bir bekleyiş içindedir. Kendisi bu durumun farkında değilmiş gibi görünmeye çalışır. Amacının dünyanın tadını çıkarmak olduğunu iddia eder. Yarını düşünmediğini, yalnızca anı yaşadığını savunur. Oysa bilinç altında daima “yok olma”nın endişesi vardır. Mutlak varlığına inandığı bu dünya hayatı gitgide kendisini terk etmektedir. Ölüm yaklaşmaktadır. Ölümün sonrasında ise, kendi batıl inancına göre, yalnızca bir yok oluş vardır. Bu, o kişi için gerçek anlamda dehşete düşürücüdür.

Allah’ı inkar içinde olan bir insanın yaşadığı dehşet, yalnızca yok olma korkusu ile sınırlı değildir. Yaratılış'ı reddeden, her şeyin sözde tesadüflerle var olduğunu zanneden, dolayısıyla kendisinin de bu evrenin de başıboş olduğu yanılgısına inanan bir insan için her şey aynı şekilde dehşet vericidir. Ayaklarının altında içi kaynayan bir mağmayı örten ince bir kabuk durmaktadır, Dünya ise uzay boşluğunun içinde büyük bir hızla dönüp durmaktadır. Eğer inandığı gibi her şey tesadüfi ise, dünyaya her an bir göktaşının çarpma ihtimali, her an derin ve büyük sarsıntılarla yeryüzünün tümünün yerle bir olma ihtimali kaçınılmazdır. Dünyada yaşamı elverişli kılan milyarlarca hassas ayar ve dengenin herhangi biri herhangi bir şekilde ortadan kalkabilir. Dolayısıyla böyle bir insan için hemen her şey tehlikedir, bir dehşet sebebidir. Tesadüfen attığına inandığı kalbi, tesadüfen vücuduna besin taşıdığına inandığı damarları, tesadüfen gördüğüne inandığı gözleri her an tehlike altındadır.

Bu insanlar, sahip oldukları tek şeyin bu dünya hayatı olduğuna inanan, ayette belirtildiği gibi "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz." (Müminun Suresi, 37) diyen kişilerdir. Bu çarpık mantığa sahip insanların inkarının amacı ise, her ne kadar dehşet ve korku içinde yaşıyor olsalar da, yalnızca dünya hayatından mümkün olduğunca faydalanabilmektir. Dolayısıyla böyle bir insanın, yine tüm imkanlarıyla, kendince yok olmadan önce, tüm imkanlarını başıboş zannettiği dünyada canlı kalabilmek için seferber etmesi ve yalnızca bu doğrultuda çaba göstermesi beklenir. Fakat öyle olmamaktadır. Bu insanların büyük çoğunluğu, imkanlarını hayatta kalabilmek veya dünya zevkleri için değil, MÜSLÜMANLARLA MÜCADELE İÇİN SEFERBER EDERLER. Bu gerçekten de şaşılacak bir durumdur. Dünya hayatında edindikleri bütün görünürdeki gücü, parayı, imkanı, kısaca Allah'ın kendilerine verdiği her şeyi YALNIZCA Allah’a ve dine karşı mücadele edebilmek için, kendilerince Müslümanları güçsüz düşürebilmek için ve akıllarınca onlara eziyet verebilmek için harcamaları hayret vericidir.

Yüce Rabbimiz, bu gerçeği ayetleriyle haber vermiştir:

İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman, ayetlerimiz konusunda hileli bir düzen kurmak (bir entrika çevirmek) onlar için (bir alışkanlık ve kötü bir edinim)dir. De ki: "Düzen kurmada (karşılık vermede) Allah daha hızlıdır. Şüphesiz, Bizim elçilerimiz, sizin 'geliştirmekte olduğunuz düzenleri' yazmaktadırlar." (Yunus Suresi, 21)

Zorluk anında Allah’ın kudretini görüp takdir eden inkarcılar, refaha erdiklerinde Yüce Allah’ın Kendi Fazlından lütfettiği rahmetini kendilerinden zanneder, büyük bir akılsızlıkla refah ve güç sahibi olduklarına inanarak bütün enerjilerini Müslümanlara karşı mücadeleye yöneltmektedirler. İşte Allah bu insanları, Müslümanların imtihanı için özel olarak yaratmıştır. Onların böyle yaratılmaları, Allah’ın varlığının büyük delillerinden biridir.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

18 Ekim 2011 Salı

Müslüman Nasıl Konuşmalıdır?

Dil Eğip Bükmeden Konuşmak

Müminlerin titizlikle kaçındıkları konulardan biri, Kuran'da ifade edildiği şekliyle 'dil eğip bükerek konuşmak'tır. 'Dil eğip bükerek konuşma'nın anlamı, son derece açık ve anlaşılır olan Kuran ayetlerini olduğundan farklı yorumlamaya çalışmaktır. Kuran'ın bir ayetinde Allah, dil eğip bükerek konuşmanın, kalplerinde imandan yana bir kayma olan münafıklara ait bir özellik olduğunu şöyle bildirmektedir:

“Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Al-i İmran Suresi, 7)

Bu kimseler aslında Kuran ayetlerini vicdanen çok iyi anlayabilecekleri halde, kendi nefislerinin istekleri doğrultusunda hareket ederek ayetlerin anlamını çarpıtmaya çalışırlar. Özellikle de kendi menfaatleriyle çatıştıkları konularda, Kuran'a uymak yerine, din ahlakını kendi hevalarına uydurmak isterler. Bir ayette münafıkların dillerini eğip bükerken aslında yalan söylediklerinin şuurunda oldukları şöyle açıklanmaktadır:

“Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini Kitab'a doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) Kitap'tan sanasınız diye. Oysa o Kitap'tan değildir. "Bu Allah Katındandır" derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler.” (Al-i İmran Suresi, 78)



sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Fasıktan Gelen Habere Göre Hareket Etmemek

Fasık, doğru yoldan sapmış, Allah'a isyan üzerine kurulu bir hayatı benimsemiş kişidir. Dolayısıyla, bir fasık Kuran'ın sınırlarını gözetmez, adalet, doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik gibi mümin sıfatlarını üzerinde taşımaz. Ayrıca fasık, Allah korkusu olmayan, müminlerin imanını kıskanan, elinden gelse müminleri de saptırmak isteyen, onlara zarar vermek için uğraşan kimsedir. Bu yüzden fasıktan müminlere ulaşan bir haber kesin bir bilgi niteliği taşımayan, doğruluğu araştırılması gereken bir konudur. Bu konudaki bir ayette şöyle bildirilir:

“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat Suresi, 6)

Fasıktan gelen bir haber hakkında, doğruluğunu araştırmadan, -Kuran'ın ölçülerine göre- güvenilir bir bilgi olmadan hüküm vermek, Allah'ın ayette belirttiği gibi "cahilce" bir hareket olur.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

Kıskançlık Kuran'da Nasıl Açıklanır?

Haset, Kuran'da kınanan bir tavırdır. Allah, insanların nefsini kıskançlığa eğilimli olarak yarattığını, fakat müminlerin bundan sakınmaları gerektiğini Kuran'da bildirmiştir:

“... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.“ (Nisa Suresi, 128)

Bazı insanlara "kıskanç mısındır?" diye sorulduğunda buna "evet" veya "biraz" diye cevap verebilirler. Ancak bu cevabın arkasında gizlenen anlamı detaylı olarak düşünmezler. Oysa kıskançlık, insanın, başka birisinin kendisinden herhangi bir yönüyle daha üstün olmasını kabullenememesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu ise, insanı Allah'a karşı büyüklenmeye kadar götürecek bir tutumdur. Çünkü insanlara sahip oldukları bütün özellikleri veren Allah'tır. Allah dilediğine dilediği kadar verir, bunu da kimse engelleyemez. Ayrıca Kuran'da şeytanın, kıskançlık yüzünden Hz. Adem'e secde etmeyerek Allah'a isyan ettiği, kendisini Hz. Adem'den daha üstün gördüğü bildirilir. Bu durumda karşımıza önemli bir gerçek çıkar; kıskançlık aslında şeytana ait bir özelliktir ve Allah'tan korkan insanın bundan şiddetle kaçınması gerekir.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/

İnkarcılar Bu Hayata Dair Geçici Zevklerden Asla Zevk Alamazlar

Yüce Rabbimiz Kuran’da, bu dünya hayatını, bir süs, geçici bir meta, kısa süreli bir yararlanma, bir oyun ve oyalanma konusu olarak yarattığını belirtir. Allah’ı ve ahireti inkar ederek yalnızca bu dünya için yaşadıklarını iddia eden insanların, ilk bakışta dünya hayatının süs ve geçici zevklerinden faydalandıkları, dünya hayatını arzuladıkları şekilde zevk ve mutluluk içinde yaşadıkları düşünülebilir. Oysa gerçekte durum hiç de böyle değildir.

Dünyadaki hayatını anı anına yaşamak adına Allah’ı inkar içinde olan insanlar için bu dünya aslında korku ve dehşet yeridir. Bu insanlar yaşadıkları her an bir gün yok olacaklarını düşünerek endişe içindedirler. Ölen bir sinek bile onlara eninde sonunda buluşacakları ölümü hatırlatır. Ölüm onlar için dehşetlerin en büyüğüdür. Çünkü kendilerine göre tek sahip oldukları dünya ellerinden gidecek ve varlıklarından eser kalmayacaktır. Böyle bir bilgiye sahip bir insanın yaşadığı andan zevk alabilmesi nasıl mümkün olabilir? Elbette mümkün olmamaktadır.

Yok olup gideceğini düşünen bir insan bu dünyada ona zevk vermesi gereken her şeyden aslında büyük bir huzursuzluk duyar. Kantar kantar altını olsa, buna sahip olmak da, bunları harcamak da mutlaka ona acı ve sıkıntı verecektir. Müzik dinlemek, yemek yemek, eğlence yerlerinde vakit geçirmek, tatile gitmek, seyahat etmek, bir lokantada arkadaşlarıyla vakit geçirmek, evlenmek, ev, araba, arsa vs satın almak, kısaca dünyada sahip olacağı her nimet, onu mutlaka rahatsız edecektir. Tesadüfen meydana geldiğine ve her şeyin başıboş ve kontrolsüz olduğuna inandığı için akıl almaz bir sıkıntı ve kaygı içinde olur. Yok olma duygusu zaten tüm kaygıların üstündedir. Sadece bir an için bile, yok olup gideceğini aklına getirse, o mutlaka mutluluğunu götürecektir. Yaşadığı o anın, o hayatın hiçbir anlamı kalmayacaktır. Kendisine mutluluk vereceğine inandığı şeyler bu düşüncesiyle birlikte onu öfkelendirmeye başlayacaktır. Müzik onu kızdıracak, eğlence ortamları kızdıracak, mal biriktirmek kızdıracaktır. İnsanlara hava atmak için aldığı arabasına binmek, güzel bir manzara görmek, evi, evinin dekorasyonu, hatta eşi, çocuğu ve yakın akrabaları dahi onun için hep kızdırıcı, neşe kaçırıcı birer unsur haline gelecektir. İnandığı o yok oluş anına her saniye biraz daha yaklaşmaktadır. Dolayısıyla her geçen an onun için daha fazla korku, daha fazla kaygı ve daha fazla kızgınlık sebebidir.

Yüce Rabbimiz, inkarcıların dünyaya ait zevklerini tüketirken aslında büyük bir sıkıntı içinde olduklarını bir ayette şöyle haber verir:

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (Enam Suresi, 125)
Bir başka ayette ise Rabbimiz, içinde bulundukları dehşet ve sıkıntı nedeniyle bu kişilere cehennem azabının bir kısmının dünyada yetişmiş olduğunu haber vermektedir:

Derler ki: "Eğer doğruyu söylüyor iseniz, bu va'dolunan (azab) ne zaman?" De ki: "Belki de acele etmekte olduğunuzun (azabın) bir kısmı size yetişmiştir bile." (Neml Suresi, 71-72)

Zevk ve mutluluk ancak Allah sevgisi ile mümkün olur. Bir insan müzikten, insandan, çiçekten, güzel bir manzaradan, yaşadığı ortamdan, eğlenceden, dostluktan, alışverişten, sohbetten ancak içindeki iman neşesi ile zevk alabilir. Bütün bunların ona zevk verebilmesi için içinin rahat olması, vicdanının huzurlu olması şarttır. Kalbi ve vicdanı rahat olmayan bir insanın gerçek anlamda mutlu olabilmesi, zevk alabilmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. İman neşesi ise ancak Allah'ı çok seven, Allah'tan çok korkan, yaşadığı her anın Allah'ın lütfu olduğunu bilen bir insanın Allah’a karşı vicdanının rahat, içinin huzurlu olması ile mümkün olabilir.

Aslında her insan bu bilince sahiptir. İnkar edenler de dahil her insan vicdanına göre davranması gerektiğini çok iyi bilir. Vicdanın sesini Yüce Allah kendilerine ilham eder. Fakat bu insanlar, vicdanlarının sesine rağmen doğru olanı seçmediklerinden hiçbir zaman iç huzuruna ve mutluluğuna kavuşamamaktadırlar. Tam tersine yaşadıkları şey sürekli olarak korku, kaygı, endişe ve hüzündür.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/