]]>

12 Eylül 2011 Pazartesi

"Heveslenmek" ile "Gerçekten İstemek" Farklı Duygulardır

  • Heveslenmekle gerçekten istemek arasında ne fark vardır?
  • İnsanın isteklerine ulaşması için ne yapması gerekir?

    Bazı insanlar hemen her gördükleri güzel şeye heves ederler. Beğendikleri bir şeyle karşılaştıklarında, ilk heyecanla o konuda hemen birkaç adım atarlar. Ama sonrasında devam etmeye kararlılık gösteremezler. Sonra hoşlarına giden bir başka konu ortaya çıkar. Bu sefer de hemen o yöne yönelirler. Onda da bir-iki gün, birkaç hafta ya da birkaç ay bazı yönlerden çaba harcarlar. Ama yine istikrarlı bir tavır gösteremezler.

    Toplumda bu şekilde ‘çabuk heveslenen’ ama sonrasında ‘hevesini çok çabuk kaybeden’ insanlara sıklıkla rastlanır. Hayatın pek çok alanında ortaya çıkan bu yaklaşım tarzı, bu gibi kişilerin karakterlerinin bir parçası haline gelmiştir. Ve pek çok açıdan zararsız gibi görünen bu karakter yapısı, söz konusu kişilerin kendilerini olumlu yönde yetiştirip, kişiliklerini geliştirmelerini engelleyen önemli bir konu haline gelir.

    Heveslenen ve Gerçekten İsteyen İnsanlar Arasında Belirgin Farklar Vardır:

    Kuran’da insanın isteklerine ulaşabilmek için kararlılık, istikrar, sabır ve irade göstermesi ve bir an olsun bunlardan taviz vermeyerek bir ömür süresince bu davranışlarını devam ettirmesi bildirilir. Kuran’da heveslenen insanlarla gerçekten isteyen insanlar arasındaki en belirgin fark peygamber kıssalarında bildirilir. Çünkü peygamberler, Allah’ın bildirdiği din ahlakını anlatmak ve güzel ahlakı yaşamak gibi yalnızca Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik isteklerinde sabır, kararlılık ve irade göstermişler, zorluklar karşısında da bu isteklerinden ve Yüce Allah’a olan sadakatlerinden asla ayrılmamışlardır.

    İsteklerine Ulaşmak İsteyen İnsan İrade Gösterir:

    Allah her insanı vicdanıyla birlikte yaratmıştır. Dolayısıyla bir kişi, kendisi iyi olsa da olmasa da, çevresinde iyi ya da güzel olan bir şey gördüğünde, bunu fark edebilecek bir anlayışa sahiptir. Ve Allah insanın içine, güzel olan herşeye karşı bir özenme ve istek duyma hissi de vermiştir. Önemli olan, güzel olan bir şeyi fark ettiğinde ve buna karşı içinde bir özlem duyduğunda, insanın bu konuda gereken tüm çabayı gösterip özendiği o güzelliğe ulaşana kadar irade göstermesidir.

    Örneğin her insan, adaletli bir kimsenin ahlakından hoşlanır. Bu kişiye özenir ve onun gibi olmak ister. Ama bu amacını hayata geçirmek söz konusu olduğunda, gerekli iradeyi göstermek gerektiğinde, aynı istek ve özen içerisinde olmaz. Örneğin bir durum olduğunda kolaylıkla sinirlenip öfkesine yenik düşebilir. Sert, kırıcı bir üslup kullanıp, karşı tarafı incitecek sözler söyleyebilir. Nefsine ağır gelen bir konu olduğunda, doğru ve isabetli karar veremeyebilir. Olayları tarafsız bir bakış açısıyla değerlendiremeyebilir ve bunun sonucunda da yanlızca kendi kanaatini esas alarak hareket edebilir.

    Dolayısıyla insanın bir konuya heves etmesi elbette güzeldir ama yeterli değildir. İnsanın bir konuda gerçekten güzel bir sonuç elde edebilmesi için, bunu “çok istemesi” gerekir. Ve bu “çok isteme”nin de mutlaka Allah’ın rızasına uygun olması ve bu isteğine ulaşması için irade göstermesi gerekir.

    İsteklerine Ulaşmak İsteyen İnsan Sabır Gösterir:

    İnsan yalnızca heveslenmekle, istediği sonuca ulaşamaz. Bir insana, her türlü zorluk ve engele karşı koyabilecek, hiç vazgeçmeden sabırla devam edebilecek güç ve iradeyi ancak Allah’ın rızasını kazanma isteği verebilir. İnsan, güzel bir şeye ulaşabilmede, Allah’a olan sevgisi, ahirete olan inancı oranında çaba ve irade gösterebilir.

    Örneğin bir mümin, Allah’a iman etmeden önceki yaşamında ne adaleti, ne merhameti, ne sevgiyi, ne saygıyı ne de fedakarlığı gereği gibi gösterebilecek bir ahlaka sahiptir. Ama iman ettikten sonra, Allah’a olan sevgisinden ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanma isteğinden aldığı güçle, tüm bu konularda kendini en iyi şekilde yetiştirebilecek ve hayatının sonuna kadar da bu konularda istikrar gösterebilecek bir irade elde etmiş olur. İşte bu ‘gerçekten çok isteme’nin bir sonucudur.

    Sadece heveslenen bir insan, böyle bir sonuç elde edemez. İlk zorlukta, ilk sıkıntıda, ilk engelle karşılaşınca ya da ilk hatasında hemen geri adım atar. Bu tavır, din ahlakına göre yaşamayan insanlar arasında çok yaygın olan bir kişilik özelliğidir. Ama bir müminin bu konuda kendini geliştirmiş olması çok önemlidir. Çünkü Kuran ahlakına dair her konuda ilerleme kaydedebilmek için içindeki güzel şeylere karşı duyduğu hevesi, Allah rızası için kararlılıkla ve istikrarla, hayatının sonuna kadar yaşayabilecek bir kişilik elde etmesi gerekir.

    Allah ile çok yakın dost olabilmek, Allah’ın en sevdiği kullarından olabilmek, Allah’a tam teslim olup kaderi en iyi şekilde anlayabilmek, tevekkülü en mükemmel şekilde yaşayabilmek; daha olgun, daha derin, daha imanlı bir insan olabilmek, daha derin sevebilmek, daha güzel ahlaklı olabilmek gibi üstün mümin özellikleri, insanın ancak ‘Allah rızası için çok isteyip çok emek vermesi’yle elde edilebilir. Allah kullarının yalnızca bir heves içinde mi yoksa gerçekten çok samimi bir talep içinde mi olduklarını bilir. Ve Allah kullarının bu talepleri oranında onların çabalarına karşılık verir. Yüce Allah Kuran’da bu gerçeği şöyle bildirir:

    Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur. Şüphesiz kendi emeği (veya çabası) görülecektir. Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir. (Necm Suresi, 39-41)

    İsteklerine Ulaşmak İsteyen İnsan Yalnızca Allah’ın Rızasını Gözetir:

    Bir insan, bir konuda, ‘neden istediği gibi sonuç alamadığını’ düşünüyorsa, öncelikle bu konudaki kendi niyetine ve çabasına bakmalıdır. Eğer sonuç alamıyorsa, kendinde mutlaka bir eksiklik olabileceğini düşünmelidir. Niyetini kontrol etmeli ve gerçekten Allah rızası için çok isteyerek ve tüm sebeplere sarılarak elinden gelen her türlü çabayı gösterip göstermediğine bakmalıdır.

    Elbette ki Allah çeşitli hikmetlerle ve imtihanın bir gereği olarak çok isteyen bir insanın çabasına da, onu denemek için farklı bir karşılık verebilir. Bir mümin bu gerçeği de bilir ama bu durumdan emin olamayacağı için öncelikle mutlaka çok daha samimi olmaya ve çok daha fazla çaba harcamaya niyet eder.

    Allah Kuran’da, ‘gerçekten çok isteyerek Allah’ın rızası için samimi çaba harcayan’ kimselerin, gösterdikleri bu çabanın karşılığını mutlaka alacaklarını şöyle bildirmiştir:

    “O gün, öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde)dirler. Harcadığı-çabadan dolayı hoşnuttur. Yüksek bir cennettedir.” (Ğaşiye Suresi, 8-10)

    “Kim de ahireti ister ve bir mü’min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.” (İsra Suresi, 19)

    Kullarının İsteklerine Cevap Verecek Olan Yüce Allah’tır

    Kuran’da, “Ey Peygamber, sana ve seni izleyen müminlere Allah yeter” (Enfal Suresi, 64) ayeti gereği, Müslümanlar bilirler ki Kendisi’nden yardım istenilecek sadece Allah’tır. O, her konuda en üstün olan, sonsuz kudret sahibi, herşeyi gören ve işitendir. Tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan ve sonsuz kudret sahibi olan Allah’tır. Evrende tüm kudret O’nun elindedir. Öyleyse yardım ve bağışlanma, sadece ve sadece, herkesin Kendisi’ne muhtaç olduğu, Kendisi’nin ise kimseye muhtaç olmadığı Allah’tan istenmelidir. Kuran’da Allah’tan başkasından birşey istemenin ve beklemenin yanlışlığı ve dua edilecek tek makamın Allah olduğu birçok ayette bildirilir:

    “Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun.” (Şuara Suresi, 213)

    Başka ayetlerde ise Allah’tan başkasına dua edenlerin durumu şöyle haber verilir:

    “Allah’tan başka yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerinin şuuruna varamazlar.” (Nahl Suresi, 20-21)

    Dolayısıyla samimi bir mümin asla ve asla Allah’tan başkasından birşey istemez. Yalnızca O’na yalvarıp, yalnızca O’ndan yardım diler. Kuran’ın ilk suresi olan Fatiha Suresi’nde, iman edenlere bildirilen dua bu konunun önemini haber vermektedir:

    “Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil.” (Fatiha Suresi, 4-7)

    Müminlere düşen de, Yüce Allah’ın sonsuz kudretini düşünüp kavramak, bu kudrete gönülden boyun eğmek ve yalnızca O’ndan yardım dilemektir. Aksi bir davranışın ise dünyada da, ahirette de karşılığı hüsran olacaktır. Bu, Allah’ın bir vaadidir.


sitemiz kez ziyaret edilmiştir.
http://haberanatomi.blogspot.com/